Kendini Değiştirmeyenin Halini Allah da Değiştirmez! (250)
Yeryüzü ilk yaratıldığı andan beridir Yüce Allah’ın koymuş olduğu fizikî
ve sosyal yasalar geçerlidir ve bunlar hâlâ yürürlüktedir. Akıl ve irade sahibi
insanlar kendilerini mükemmel surette yaratan Yüce Allah’ı akıllarıyla arayıp bulmak,
O’nu hakkıyla takdir etmek ve O’nun emir ve yasaklarına uymakla mükelleftirler.
İnsanlara okuyup dersler çıkartacakları kutsal kitap, örnek alacakları peygamber ve kullanacakları akıl ve irade verilmesinin temel nedeni budur. Tüm bu kaynakları
etkin şekilde kullanmayarak ön yargılarıyla hareket eden, zannın peşinden giden,
atalarını körü körüne taklit edenler kesinlikle kaybedeceklerini bilmelidirler.
Kendi iç dünyalarında sağlıklı
tefekkürü gerçekleştirmeyen bu insanlar kendilerine zulmetmişlerdir. Nitekim
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“…Şüphesiz ki, bir kavim kendi
durumunu (iç dünyalarını/tutumlarını, dinî ve ahlâkî değerlere bağlılıklarını
olumlu anlamda) değiştirmedikçe Allah onların durumlarını (konumlarını/hallerini)
değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi artık o geri çevrilemez. Onlar
için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.”[1]
Görüldüğü üzere sünnetullah aynen devam etmekte ve herkes yapıp
ettiklerinin karşılığını görmektedir. Konulan kurallar bellidir. Olumlu anlamda
değişim ve dönüşümü gerçekleştiren toplumlar iyiliklere ve güzelliklere nail
olur, tam tersini yapanlar ise felaketlere ve ciddi sıkıntılara maruz kalır ve
ahiretlerini de kaybederler. Burada bir keyfilik yok, mükemmel işleyen yasalar (adetullah)
vardır. Tercih kişilere ve toplumlara bırakılmıştır.
Konumuzla ilgili bir diğer ayet-i kerime ise şudur:
“Ama bir toplumu (yapıp
ettikleri nedeniyle) yok etmeyi irade ettiğimiz zaman o toplumun refaha
gömülmüş (lüks içinde yaşayan) seçkinlerine (fiilî liderliği temsil edenlere)
son uyarı(ları)mızı iletiriz. Ve [eğer] onlar günahkârca yaşamaya (bozgunculuk
çıkarmaya) devam ederler[se], cezalandırıcı yargı artık o toplum için
kaçınılmaz olur ve Biz de onu darmadağın ederiz.” (el-İsrâ, 17/16)
Bir toplum kendi içinde olumlu anlamda değişimi gerçekleştirmez, dürüst
ve erdemli kimselerle birlikte hareket etmez, zalimlere destek olursa sonunda
kaybeder. Günaha dalıp gitmiş zenginler her türlü ahlâksızlığı yaptıklarında,
dürüst ve erdemli kimselerin kurdukları toplumsal baskı grupları/sivil toplum
örgütleri bunları uyarmaz, zulümlerine seyirci kalır ve seslerini
yükseltmezlerse onlar da sorumlu olurlar. Sonunda kaybeden bu uyarılara kulak
tıkayan o toplumun tamamı olur ve herkes ahiret günü yaptıklarının karşılığını görür.
Diğer taraftan toplumlarında lider/önder pozisyonlarındaki kimseler
(şeyh, kanaat önderi, ağa, muhtar, bey, müftü, vaiz, hoca, akademisyen, dede, baba,
genel başkan, sanatçı, komutan, aziz, veli, başkan, öğretmen, yazar, parti
lideri, vekil vs.) nüfuzları altındaki kimselerin davranışlarından da “ahlâken”
sorumludur. Bu kimseler akıllarını kullanmayarak, ön yargılarla hareket ederek,
menfaati nedeniyle körü körüne yanlışları savunarak takipçilerini yanlış
yönlendirirlerse büyük vebal altında kalacaklarını bilmelidir.
Sonuç olarak, bir toplum kendi halini değiştirmedikçe Yüce Allah da
onların gidişatını değiştirmez. Bu kural, kıyamete kadar geçerlidir. Yanlış
kararlar alarak bunun sorumluluğunu kendi üzerinden atmak için Yüce Allah’a
iftirada bulunmak ve hatalarını savunmaya kalkışmak çok büyük bir yanlıştır.
Hz. Ömer’in dediği gibi “bir toplumu düzeltmek isteyenler işe önce
kendilerinden başlamak” zorundadırlar. Zira kendilerini düzeltmeyenlerin
başkalarını düzeltebilmeleri asla mümkün değildir. (12.07.2013)
Yorumlar
Yorum Gönder