Kafaların Karışması İyi, Ancak Karışık Kalması Kötüdür (285)
Hz. Peygamber, ümmetinin farklı görüş, düşünce, içtihat ve fikirde
olmasını bir rahmet olarak nitelemiş, ancak bölücülüğün, ayrımcılığın ve
tefrikanın kötü ve zararlı olduğunu ifade etmiş ve ümmetini bunlardan
sakındırmıştır. Bu uyarıya rağmen, Kur’ân ve sünnetin ilkelerine dayalı değişik
görüş ve düşüncelerden rahatsız olmak, onları susturmaya çalışmak, “Söyletmen vurun!” mantığıyla hareket
etmek, farklı görüşlere tahammül edememek tam bir yobazlıktır/bağnazlıktır.
Çünkü Hz. Peygamber’in değişik görüşleri dinlediği, ashâbıyla istişare ettiği
ve sonunda da en doğru kararı verdiği bilinmektedir.
Nitekim Hz. Ömer, hutbede gençlerin evlenebilmeleri maksadıyla mehir
miktarının azaltılmasıyla ilgili bir görüş belirtmiş, Kureyşli genç bir kız âyet-i
kerimeyi[1] hatırlatarak
ona itiraz edince; “Herkes Ömer’den daha fakihtir! Bir kadın isabet etti,
bir erkek yanıldı (genç kadın doğruyu söyledi, Ömer yanıldı)” diyerek hak
vermiştir. Dolayısıyla bu ve benzeri uygulamaları unutarak farklı düşünceleri
seslendirenlere tahammül edememek, nezaketten
yoksun bir şekilde onlara saldırmak “İslam ahlâkıyla bağdaşmayan” bir tutumdur.
Bu itibarla, İslam âlimlerinden bazılarının bir konudaki farklı görüşünü
ilk defa duyan kimsenin buna tahammül edemeyerek bu içtihadı seslendiren kişiye
bühtanda bulunması, saldırması, hakaret etmesi ve onu “insanların kafalarını karıştırmakla” suçlaması doğru
olmadığı gibi, böyle yapan kimsenin zerre kadar İslâm’ı bilmediği de açıktır.
Elbette kafalar karışacaktır ve karışmalıdır da. Bundan daha doğal bir
şey olamaz. Lakin yanlış olan kafaların karışık kalmasıdır. Bu
karışıklığı gidermek için hiçbir şey yapmadan tembel tembel oturmaktır. Söylenmek,
efelenmek, hakaretler yağdırmak, alay etmek, küçümsemek ve dedikodu yapmaktır.
Bir insanın kafası yeni bilgilerle karışırsa araştırma/inceleme yapar, sorgular,
eleştirel aklı devreye sokar ve sonunda da sağlam, doğru, sahih ve güvenilir
bilgilere ulaşır. Çünkü sular bulanmadan durulmaz. Doğru soruları soran, doğru
cevabı doğru yerde arayan, doğru teraziyle tartan kişi er ya da geç hakikate
ulaşır. Kısaca arayan Mevlâsını da
belasını da bulur.
Ama burada önemli olan sürekli arayış içinde olmak ve hakikati bulmak
için zihinsel faaliyetlere ara vermeden devam etmektir. Papağan gibi kendisine
öğretilen şeyleri sorgusuz sualsiz tekrarlamamaktır. Kur’ân ve sünnetin rehberliğinde yeni sorular sorarak eski bilgileri
gözden geçirmek, yeni problemlere yeni çözümler üretmektir.
Nitekim Hz. Ömer, müslüman olmadan önce ilk kez Kur’ân âyetlerini
duyduğunda kafası karışmıştı. Ama o, arayış içinde olması ve sağlıklı tefekkür
yapması nedeniyle gerçeğin peşinde koşmaya devam etti ve nihayet hidayete
erişti. Yani kafasının karışık
kalmasına izin vermedi. Bu karışıklığı gidermek için çaba sarf etti;
şüphelerini gidermek için güzel sorular sordu; muknî cevaplar aldı ve en
sonunda da ikna olup İslâm’ı kabul etti. Tercihini/iradesini bu yönde
kullandı. Yüce Allah da ona hidayeti nasip etti. Onu melekler de dualarıyla
destekledi. Böylece kalbi inşirah buldu ve kendi cennetini bu dünyadayken
kendisi kazandı.
Diğer taraftan Ebû Cehil’in de kafası karışmıştı. Ama o, bir arayış içine
girmek yerine çıkarlarını ve kendisine öğretilen yanlış bilgileri şartlanmışlık
ve ön yargıyla savunmaya devam etti. Kur’ân’da anlatılan misaller üzerinde hiç
düşünmedi ve gerçeklerle yüzleşmeye hiç yanaşmadı. Hatta âyetleri duymak
istemediği için kulaklarını bile tıkadı. Atalarının gittiği yolda gitmekte ısrar etti. Çağının tarihsel, kültürel,
zihinsel, dilsel ve çevresel atıklarıyla beyninin yıkanmış/kirletilmiş
olabileceği gerçeğini aklına dahi getirmedi ve sağlıklı tefekkürün hakkını hiç vermedi.
Doğru sorular sormak yerine hoşuna gidecek şeyleri söyleyenlerin yanında
yer aldı. Onlarla birlikte olmaktan mutluluk duydu. İçindeki ve dışındaki sinsi ayartıcıların yönlendirmelerine kendini açık
hâle getirdi. Kısaca dalâleti
tercih etti. Yüce Allah da onu sapıklığıyla baş başa bıraktı. Böylece
kalbi taşlaştı ve mühürlendi. Kendi sonunu kendisi hazırladı ve yapıp ettikleri
nedeniyle de cehennemi hak etti/boyladı.
Bilindiği üzere günümüzde de İslâm’ı seçen gayr-i müslimler, Hz. Ömer’in
takip ettiği rotayı takip ederek hidayete erişmektedir. Dolayısıyla kafaların
karışmasından korkan, farklı, güzel, ilginç, değişik sorulardan/yorumlardan
rahatsız olan ve karşıt görüşleri susturmaya çalışanlar hem kendilerinden hem
de inançlarından şüpheleri olanlardır.
İslâm’ı en güzel şekilde öğrenen gerçek
âlim/mütefekkir/akademisyen/mutasavvıf/ şeyh/veli/mürşit hiçbir şekilde, hiçbir
sorudan/düşünceden/fikirden ürkmez, korkmaz veya kaçmaz. Ancak İslâm’ı
doğru kaynaklardan öğrenememiş, atalarının gittiği yanlış yolda gitmekte ısrar
eden hoca müsveddesi/merdivenaltı din tüccarı/yarım hoca/çakma ilahiyatçı aykırı
soru ve düşüncelerden rahatsızlık duyar, bu tür sorular soranları susturmaya
çalışır.
Bu itibarla, inatla atalarının
izinden giden, taklide ve zanna dayalı bilgileri körü körüne savunanlar hiçbir
şekilde hakikati kavrayamaz ve hidayete erişemezler. Eleştirel aklı
devre dışı bırakan, soru sormaktan korkan, ısrarla yanlış düşünceleri savunan,
doğrular hatırlatıldığında da sinirlenenler hakikatten nasiplerini alamaz. Zira onların niyeti/zihniyeti/ bakış açısı problemli
ve bozuktur. Bu nedenledir ki onlar, kendileri/ataları/şeyhleri/liderleri/ hocaları/mürşitlerinin
de yanılabileceğine hiç ama hiç ihtimal vermez, bu yüzden de doğruya
ulaşmaz veya doğru kararlar veremezler. Çünkü onlar, takva sahibi olmadıkları (sorumluluk
bilinciyle hareket etmedikleri) için furkânı (iyiyi kötüden ayırt etme
kabiliyetlerini, muhakeme yeteneklerini, basiret ve ferasetlerini) çoktan yitirmişlerdir.[2]
Sonuç olarak, karışmış kafaların düzelmesi için sağlıklı tefekküre ve
sahih dinî bilgilere ihtiyaç vardır. Bu karışıklığı gidermek için çaba
göstermek yerine farklı düşünenleri susturmak yanlıştır. Bunun yerine yapılması
gereken, sağlam, tutarlı, mantıklı, yerinde ve haklı sorular soranlara ikna
edici cevaplar vermektir. İçinde öneri
olan yapıcı tenkitleri dikkate almak ve hassasiyetle değerlendirmektir.
Asırlardan beri devam edegelen yanlışları körü körüne savunmaktan vazgeçmek ve
bunun ciddi bir vebal olduğunu bilmektir. Çünkü böyle yanlış bir tavır gerçek ilim/din
adamına yakışmayan bir tavırdır. Bu itibarla, hatada ısrar edenlerin
yanlışlarından dönmeleri kendi lehlerinedir. Çünkü karışmayan kafada hayır/iş yoktur. Aklını kullanmayan kişi de
sefihtir. Kafasının karışacağı gerekçesiyle hakikatin sesini
bastırmaya/boğmaya çalışan veya kulaklarını tıkayanlar ise bindiği dalı kesen ahmaklardır/eblehlerdir.
(20.06.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder