Hz. Peygamber Hangi Âlemlere Rahmettir? (310)

 

Hz. Peygamber’in “âlemlere” rahmet olarak gönderildiğinde hiçbir şüphe yoktur. Onun “âlemlere” rahmet olarak gönderildiğini belirten âyeti birlikte okuyalım.

 “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. De ki: “Bana yalnızca, tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyedildi; o halde artık O'na boyun eğecek misiniz?” Eğer yüz çevirirlerse, de ki: “(Bana emrolunan Kur’ân’ı ayırım yapmadan) size eşit olarak bildirdim. Tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa uzak mı, bilmiyorum.”[1]

Görüldüğü üzere Hz. Peygamber son elçidir ve onun getirdiği ilahî mesaj tüm insanlığa “bir rahmet olmayı” hâlâ beklemektedir.

İslam âlimleri arasında tartışılan konulardan biri de bu “âlemler” kelimesiyle kast edilenin “hangi âlemler” olduğu hususudur. Acaba Hz. Peygamber “insanlar âleminin” mi yoksa “cinler âleminin” mi peygamberidir? Yoksa her iki âleme birlikte gönderilen ve her iki tarafa da “üsve-i hasene” olmayı “bir şekilde” başaran bir elçi midir?

Kur’ân’a bakıldığında yeryüzünde gezip dolaşanların melekler olması halinde onlara “melek peygamber” gönderileceği açıkça haber verilmektedir. Âyeti birlikte okuyalım.

“De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”[2]

Görüldüğü üzere yeryüzünde yaşayan “insanlar” olduğu için onlara kendi içlerinden, anladıkları dili konuşan, model alabilecekleri “insan peygamberler” gönderilmiştir. Âyeti birlikte okuyalım.

“Biz, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik ki onlara (Allah'ın buyruklarını) iyice anlatsın. Allah, (sapmayı) dileyeni sapıklık içinde bırakır, (doğru yolda kalmayı) dileyeni de doğru yola iletir. O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”[3]

Tüm bu âyetler ortadayken Hz. Muhammed’in “cinlerin de peygamberi” olduğunu söylemek ne kadar ikna edicidir? Bu bakımdan bu düşüncede olanların ve bunu ısrarla savunanların “akla gelen şu sorulara” cevap vermeleri gerekir:

Başka bir evrende/boyutta yaşayan ve “ateşten yaratılmış” cinlerin “topraktan yaratılmış” Hz. Peygamber’i her konuda kendilerine örnek alabilmeleri nasıl mümkün olmuştur?

Hz. Peygamber, dünyada risalet görevini yaptığı 23 yıl içerisinde ateşten yaratılan bu cinlerle ne gibi temasa geçmiştir ve onlarla hangi sıklıkla görüşmüştür?

Her gün onlara da örnek olmak için dünyadaki görev yerinden ayrılarak “ateşten yaratılmış cinlerin bulunduğu evrene” gidip onlarla birlikte yaşamış mıdır?

Orada kaç gün kalmıştır?

Cinlerin yaşadığı o evrende ne gibi tepkilerle karşılaşmıştır?

Onun peygamberliğini reddedip ona eziyet edenler olmuş mudur?

Onlarla anlaşma konusunda herhangi bir dil problemi olmuş mudur?

Onlara mucizeler göstermiş midir?

Cinler onun peygamberliğini kabul etmişler midir?

Etmişlerse bu ne kadar süre içerisinde gerçekleşmiştir?

“Allah ölümlü bir insanı mı peygamber olarak göndermiş?” diye onunla alay etmişler midir?

“Hz. Muhammed ile beraber bir melek gönderilseydi ya!’ demişler midir?

Hz. Peygamber onları tezkiye etmek için kitabı okuyup, hikmeti öğretmiş midir?

Ona iman eden cinlere namazı, haccı, zekâtı, orucu vs. ibadetleri öğretmiş midir?

Öğretirken bu dünyadaki görevi ne olmuştur?

Hz. Peygamber cinlerle birlikte yemek yemiş, çarşı ve pazarlarında dolaşmış mıdır?

Hz. Peygamber cinlerle birlikte cihada katılmış mıdır?

Kâfir ve müşrik cinlerle savaşmış mıdır?

Bu gibi konularda Kur’ân ve sahih sünnet müslümanlara neler söylemektedir?

Tüm bu sorulara muknî cevaplar veremeyenlerin İsrailiyât, Mesihiyât, Mecusiyât, mitoloji, efsane, masal, hikâye ve mevzû hadislere sarılmaları ve bunlara dayanarak Kur’ân ve hadisleri tefsire kalkışmaları ve yanlış sonuçlara ulaşmaları elbette kaçınılmazdır.

Bu gibi önemli mevzular üzerinde yıllarca kafa patlatmayan, beyin fırtınası yapmayan, ciddi İslam âlimleri yetiştirmeyen, duydukları her yanlış bilgiyi “din” diye savunan, yanlış yorumları “değişmez hakikat” zanneden, eksik araştırmaya dayalı hatalı sonuçları ümmete “icma” diye dayatan hocaların kendilerine çeki düzen vermelerinin zamanı gelmiştir.

Bu bakımdan Kur’ân’da geçen “âlemîn” kelimesi üzerinde detaylı araştırma yapmadan gelişigüzel konuşanların, çalakalem yazanların çok dikkatli olmaları gerekir.   

Bu girişten sonra şunu ifade edelim ki, Kur’ân’da geçen “âlemîn” kavramı genellikle “birbirini takip eden nesiller, kuşaklar” ve “aynı çağı paylaşan insan toplulukları” anlamında kullanılmaktadır.

Dolayısıyla Kur’ân’da geçen “âlemîn” kelimesi, bağlamına göre farklı anlamlara gelmektedir. Kur’ân’da geçen bu kelimeye her gördüğü yerde “âlemler” anlamını vermek “açık, net ve anlaşır” değildir. Müfessirler bu kelimeyle kast edilenin ne olduğunu açıkça yazmak zorundadır. Dinî sunum yapanların da bu gerçeğin peşinde olmaları boyunlarının borcudur. Araştırma zahmetine katlanmaksızın gelişigüzel kelimeyi her gördükleri yerde “âlemler” şeklinde tercüme eden ve insanları yanıltanlar “eksik inceleme sonucu” hatalı karar verdikleri için “kesinlikle” vebaldedir ve sorumludur.

Zira böyle bir içtihat eksik bir içtihattır, şartları yerine getirilmemiştir ve konu çok yönlü irdelenmemiştir. Dolayısıyla aceleye getirilmiş noksan araştırmayı, tercümeyi, tefsiri, vaazı, tv konuşmasını, konferansı, tebliği, ilmî makaleyi ve kitap çalışmasını ortaya koyduktan sonra “içtihat ettiklerini düşünüp yanılır iseler bir sevap alacaklarını zannedenler” ahiret günü büyük bir veballe karşı karşıya kalacaklardır.

Bu nedenle yaptığı işi temiz, titiz, düzenli, planlı, bir kural, sistem içinde yapmayanlar sorumludur. Çünkü bu zamana kadar yapılmış pek çok tefsir ve mealde “âlemler” şeklinde açıklanan kelimeyi okuyanlar buradan çok yanlış sonuçlara ulaşmaktadır. Dini bilgisi yetersiz saf ve iyi niyetli okuyucular da, bu “âlemler” ile kast edilenin “cinler âlemi” olduğu teviliyle karşı karşıya kaldıklarında ne yapacaklarını şaşırmakta, eleştirel düşünceden yoksun büyük çoğunluk çaresizlik içinde bu tür yorumlara itibar edip inanmakta, İslam’ı yanlış tanıyıp tanıtma sorumluluğunu üstlenmektedir. Dolayısıyla insanları yanıltmanın ağır sorumluluğunu düşünmek istemeyenlerin ehil olmadıkları konularda konuşmamaları ve doğruluğu ciddi delillerle ispatlanmamış malumatları insanlara “din” diye ve “din” adına savunmamaları kendi lehlerine olacaktır.

Bütün bu değerlendirmelerden sonra şu ifade edilebilir: “Hz. Peygamber’in âlemlere rahmet olması” demek; onun “kendi çağında yaşayanlara ve ondan sonra gelecek tüm insanlık ailesine” rahmet olması demektir. Dolayısıyla mezkûr âyette geçen “âlemler” ile kast edilen, “başka bir evrende, başka bir boyutta yaşayan, dünyaya gelebilmeleri kesinlikle imkânsız olan, insanlar gibi imtihan edilen[4] kendi içlerinden çıkmış peygamberleri ve kutsal kitapları bulunan[5] mahşer günü hesaba çekilecek[6] ve hak edenleri cennete, sapıtanları ise cehenneme atılacak[7] cinlerin yaşadıkları âlem” değildir.[8]

Bu itibarla, Hz. Peygamber’in elçiliği (insanlığa rahmet olması), “sadece bu dünyada” yaşayan ve gelecekte de yaşayacak olan “dil, ırk, renk gözetmeksizin tüm insanlığı” kapsamaktadır. Hz. Peygamber, kendisine vahiy ulaşıp da onun ışığıyla aydınlananlar için bilfiil rahmet, kendisine henüz vahiy ulaştırılmamış olanlar için de bilkuvve (potansiyel) bir rahmettir. Onun getirdiği mesajı tüm insanlığa dosdoğru bir şekilde tanıtmayarak “hayırlı ümmet olma vasfının”[9] gereğini yerine getirmeyen müslümanlar büyük bir yanılgı içindedir.

Sonuç olarak, mezkûr âyette geçen “âlemîn” kelimesiyle kast edilenin, “dünyada birbirini takip eden nesiller, kuşaklar” veya “aynı çağı paylaşan, farklı kıtalarda yaşayan insan topluluklarıdır.” Bir başka ifadeyle “kıyamete kadar gelecek dili, rengi, ırkı farklı her insan topluluğu Kur’ân’a göre bir âlem”dir. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber’in getirdiği mesaj tüm insanlık için bir rahmettir. Hz. Peygamber’in son elçi olarak görevlendirilmesinin ve mesajının evrensel olmasının anlamı da budur. Hz. Muhammed insanlığa rahmet olacak Kur’ân’ın ilkelerini kavmine tebliğ ve tebyin etmiş ve “üsve-i hasene” olmayı başarmıştır. Hz. Peygamber’den sonra bu görev onun ümmetine düşmektedir. Henüz “bu dünyadaki insan topluluklarına (yani âlemlere)” karşı görevlerini yerine getirmeyen ümmet-i Muhammed’in sıkılmadan, utanmadan ve kendilerinden oldukça emin bir şekilde “sırf Hz. Peygamber ile kuru kuruya övünebilmek” için “onun başka bir boyutta imtihan edilen cinlerin de peygamberi olduğunu” söylemeleri son derece yanlıştır. Müslüman olmanın “sorumluluk almak” olduğunu unutanlar bu durumlarını yeniden gözden geçirmeli, bilmedikleri konularda ahkâm kesmeyi bırakmalı, sağlam muhakeme ışığında üretilmiş sahih ve güvenilir dinî bilgilere itibar ederek konuşmalıdır. Zira bölye yapmaları hem “kendileri” hem de “insanlığın” yararına olacaktır. (26.12.2014)



[1] el-Enbiyâ 21/107-109.

[2] el-İsrâ 17/95.

[3] İbrahim 14/4. Ayrıca bkz. el-Bakara 2/129, 151; Âl-i İmrân 3/164; en-Nahl 16/113; el-İsrâ 17/15; el-Mü’minûn 23/44; Rûm 30/47; el-Cum’a 62/2; et-Talak 65/11.

[4] el-En’âm 6/128, 130; el-A’râf 7/179; es-Saffât 37/158; el-Fussilet 41/25; ez-Zariyât 51/56.

[5] el-En’âm 6/130.

[6] er-Rahman 55/31.

[7] el-A’râf 7/38, 179; er-Rahman 55/39.

[8] Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Emin Seyhan, "Envâru'l-Âşikîn'de Bulunan Bazı Hadislerin Müslümanların Dinî Anlayışlarına Etkileri Üzerine", Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum, 2013, Sayı: 39, (s. 167-172).

[9] el-Bakara 2/143; Âl-i İmrân 3/110; el-Hac 22/78.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!

Evlilik Kader midir? II (362)

Uydurma Rivâyetler ve Mehmet Akif Ersoy’un Uyarısı (236)