Hakaret Etmeyi Bırak! Varsa Fikrini Söyle! (306)

 

Karşısındaki insanı dinlemeden, ne söylediğini anlamadan, kendi kafasındaki mevcut şablona göre hareket ederek hakaretlere başlayan aklı kıt insanlar her dönemde olmuştur. Bu tür fanatikler (cemaat/tarikat/parti/takım/ideoloji mensubiyetiyle hareket eden zavallılar) aklı, mantığı, evrensel hukuk ve ahlak ilkelerini bir kenara koyup duygularıyla hareket etmişlerdir.

Kur’ân ve sünnetin ilke ve esaslarına uygun farklı görüş ve düşünceleri “İslam ümmeti için bir rahmet” olarak değerlendiren Hz. Muhammed’in uyarısını dikkate almayan böyle ham ve kaba müslümanların İslâm’ı hakkıyla temsil edebilmelerine imkân ve ihtimal yoktur.

Çünkü dinî ve ahlâkî değerleri tam olarak anladığı, uyguladığı ve savunduğu iddiasındaki bu kimseler karşıt fikri tenkit edip çürütmek yerine hemen hakareti, nefret söylemini, itibarsızlaştırma ve değersizleştirme gibi basit ve ucuz şeyleri tercih etmişlerdir.

Dindar olduğunu iddia eden bu kimseler muhataplarına cevap veremeyince halkı yanlarına çekebilmek için gerçek İslam âlimlerini “bidatçılık, sapıklık ve tekfirle” suçlamışlardır. Bu tür bağnaz, yobaz ve fanatik kimselerin düşünce ve ifade özgürlüğüne saygı göstermemeleri onların dindarlıkları hakkında yeterince fikir vermektedir.

Farklı düşünceyi anlamaya çalışmak ve ikna edici cevaplar vermek yerine o düşünceyi seslendirenin kişiyi, “sarhoş, ayyaş, kâfir, münafık, mecûsî, ateist, komünist, zındık, ehl-i sünnet düşmanı, hadis düşmanı, tasavvuf düşmanı, İslam düşmanı, itikadı bozuk, sapık vs.” olmakla suçlamak asla ikna edici değildir. Zira böyle yapmak, orta sahada top çevirmek, laf ebeliği ya da topu taca atmak gibidir. Böyle yapanlar “varsa eğer güçlü fikirlerini/tezlerini öne sürmeli” ve herkesi ikna edecek tespitlerini “delilleriyle” birlikte paylaşmalıdır.

Bir kâfir bir konuda hakaret etmeden bir şey söylemişse ve onun söylediği o şey sizin düşünce ve inançlarınıza aykırıysa size düşen görev, bu fikri “ilmî veriler ışığında tenkit etmek” ve gerçeğin ortaya çıkartılmasına katkı sağlamaktır.

Bir müsteşrik bir konuda bir şey söylemişse ve onun söylediği o şey sizin düşünce ve inançlarınıza aykırıysa size düşen vazife, bu fikri çürütecek fikirler üretmektir.

Bir ateist hakaret etmeden bir konuda bir şey söylemişse, kafa karıştıracak sorular sormuşsa ve onun söylediği o şey sizin düşünce ve inançlarınıza ters geliyorsa size düşen, sorulan sorulara muknî cevaplar vermek ve hakikatin ortaya çıkartılmasına katkı sağlamaktır.

Bir müşrik bir konuda bir şey söylemişse ve onun söylediği o şey sizin görüşlerinize aykırıysa, size ters ve anlaşılmaz geliyorsa size düşen vazife, bu fikri tenkit etmek ve hakikatin ortaya çıkartılmasına yardımcı olmaktır.

O kâfire/müsteşrike/ateiste/müşrike hakaret ederek “haklı çıkacağını zannetmek, bu tür kolay yolları seçerek sonuç alacağını sanmak, o kimselerin özel hayatlarındaki hatalarına dikkat çekmek” çocuksu şeylerdir.

Bunun yerine muhataplarına ikna edici bilgiler vermek ve düşünmeye sevk edecek güzel sorular sormak gerekir. Nitekim Hz. Hûd, Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve diğer bütün peygamberler bunu yapmışlardır. Kur’ân, bunun sayısız örneklerini haber verir. Böyle yapmak yerine “sözel, fiziksel ve psikolojik şiddete” başvurmak çözüm/İslâmî değildir.

Çünkü ortaya atılan fikri çürütecek yegâne şey, o fikirden daha güçlü, sağlam, sahih, güvenilir, mantıklı, tutarlı ve ikna edici bir başka fikirdir.

Bu nedenle ortaya güçlü fikirler koyamayan, karşı tarafa bu tür hakaret ve saldırılarla mukabele eden yanlış yapar. Zira Kur’ân-ı Kerim, sesi yükselterek,[1] hakaret ve iftirayı seçerek[2] ve atalarının gittiği yanlış yolda gitmekte ısrar ederek[3] karşıt düşünceyi susturmaya çalışmayı “cahillerin sığındığı ve sarıldığı kısa vadeli çözümler” olarak görür.

Kanaatimizce bu tür basit, seviyesiz, çocuksu ve popülist tavırlar uzun vadede hiçbir zaman etkili olamaz, olamamıştır ve bundan sonra da olamayacaktır.

Konunun uzmanı kişilerin uzun yıllar üzerinde kafa patlatarak ulaştıkları sonuçları görmezlikten gelmek ya da bir çırpıda bunları kaldırıp atmak, bunu yaparken de belden aşağı vurmak ahlâkî bir davranış değildir.

Sonuç olarak, zalimler istese de istemese de “mantıklı ve tutarlı fikirler zamanla kabul görecek”, er ya da geç tüm dünyaya yayılacak ve İslam’ın doğru anlaşılmasının önündeki engeller teker teker kaldırılacaktır. O yüzden mü’minlere düşen görev, “içinde öneri olan her türlü eleştiriye dikkat kesilmek, sağlam muhakeme yeteneğiyle konuları analiz etmek, suhulet ve sükûnet içinde İslam’ı tanıtmak” ve bunu yaparken de en güzel metot ile hareket etmektir. Böyle yapmak yerine fikirlerin tartışılmasına karşı çıkmak, kıt akıllıların yanında yer almak, sağduyuyu elden bırakmak, gerçeğin öğrenilmesini engeleyen veya geciktirenlere destek olmak ve sağlıklı tefekkürü rafa kaldırmak büyük bir vebali üstlenmektir. (28.11.2014)



[1] Lokmân 31/19.

[2] el-Ahzâb 33/58; el-Kalem 68/10-12; el-Hümeze 104/1.

[3] el-Bakara 2/170; el-A’râf 7/28, 70-71, 173; Yûnus 10/78; Hûd 11/62, 87, 109; Yûsuf 12/40; İbrahim 14/10; en-Nahl 16/35; el-Enbiyâ 21/53-54; el-Mü’minûn 23/24; eş-Şuarâ 26/74-76; el-Kasas 28/36; es-Sebe 34/43; ez-Zuhruf 43/22-24.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!

Evlilik Kader midir? II (362)

Uydurma Rivâyetler ve Mehmet Akif Ersoy’un Uyarısı (236)