Cami ve Kadın Eğitimi (II) (258)
Kur’ân ve sahih sünnette ilmin öğrenilmesi ve öğretilmesi konusunda hem
erkeğe hem de kadına yönelik genel ifadeler vardır. Hz. Peygamber, kendisine
vahyedilen Kur’ân’ı herkese ulaştırmakla görevli olduğunu uygulamalarıyla
göstermiştir. O, kendisine vahyedilen ayetleri camide toplanan erkeklere ve
kadınlara okumuş ve anlatmıştır. Kadınlar, onun Cuma ve bayram hutbelerini
değişik konularla ilgili açıklamalarını dinlemiş ve merak ettikleri konuları ona
sorarak bizzat ondan öğrenmişlerdir.[1]
Mescid-i Nebevî’nin kadınlara
tahsis edilen kısmı günümüzde olduğu gibi erkeklerin namaz kıldıkları yerden
duvar ya da perdeyle ayrılmamıştı. Dolayısıyla kadınlar,
kendilerine ayrılan, arada herhangi bir engel bulunmayan bölümde namazlarını
kılar, hutbe, vaaz ve sohbetleri rahatlıkla dinleyip eğitim ve öğretim
faaliyetlerine katılırlardı.
Hz. Peygamber, camide kadınlara özel bir bölüm ayırmanın yanında onların
camide rahat edebilmeleri için bazı tedbirler de almıştı. Öncelikle kadınların
camiye rahat girip çıkmaları için gerekli kolaylığın sağlanmasını istemişti. O
dönemde Mescid-i Nebevî’nin üç kapısı vardı. Başlangıçta kapılardan biri
kadınlara tahsis edilmemişti. Ancak camiye devam eden kadınların sayısında
ciddi artış görülünce Hz. Peygamber: “Keşke şu kapıyı kadınlara ayırsaydık”
buyurarak kapılardan birinin onlara tahsis edilmesi istedi. Ancak onun bu
isteği daha sonraki yıllarda yerine getirilebildi ve Hz. Ömer döneminde
kapılardan biri kadınlara tahsis edildi.[2] Bu bilgiden anlaşılıyor ki Hz. Peygamber,
kadınların camiye gelip cemaate katılmalarını istemekte ve bunu teşvik
etmektedir.
Namazdan sonra kadınların camiden ayrılmaları belli bir düzen ve intizam
dâhilinde olurdu. İbadet bittiğinde camiden önce kadınlar, sonra Hz. Peygamber
ve daha sonra da erkek cemaat ayrılırdı.[3] Konuyla
ilgili Hz. Ümmü Seleme’nin şu açıklamayı yaptığı rivâyet edilmektedir: “Rasûlullah selam verip namazı bitirir
bitirmez kadınlar hemen kalkarlar, Rasûlüllah ise yerinde oturarak onların
dışarı çıkmalarını beklerdi.”[4]
Hz. Peygamber, camiye gelen kadınların durumunu dikkate alarak onların
sıkıntıya düşmemelerine özen gösterirdi. Namaz sırasında bir çocuğun ağladığını duyunca annenin psikolojisini düşünerek
namazı kısaltırdı.[5]
Cami adabıyla ilgili bazı ahlâkî öğütlerde bulunan Hz. Peygamber, camiye gelen kadın ve erkeklerin davranışlarına dikkat
etmelerini, karşı cinsin dikkatini çekecek tutum ve davranışlardan
kaçınmalarını, giyim ve kuşamlarında ölçülü olmalarını,[6]
yatsı namazına gelen kadınların güzel koku sürünmemelerini tembihlerdi.[7]
Yine Hz. Peygamber, erkeklerin avret yerlerinin gözükme ihtimaline karşı
erkekler secdeden doğrulmadan kadınların secdeden kalkmamalarını tavsiye
ederdi.[8]
Hz. Peygamber, camide kız çocuklarının ve kadınların eğitimiyle sadece
kendisi ilgilenmez, özel kadın öğretmenlere de görev verirdi. Özellikle kendi
hanımları, kızların ve kadınların eğitimiyle yakından ilgilenir, evlerine
gelenlere bildiklerini öğretirlerdi.
Camide yapılan sohbetlerde kadınlar sadece dinleyici konumunda değillerdi;
onlar bazen soru sorarak iyice anlayamadıkları konunun açıklığa
kavuşturulmasını ister ve böylece cami sohbetlerine aktif olarak katılırlardı.
Bu gayretlerin sonucu olarak o dönemde toplumda erkeklerle tartışabilen,
onların hata ve yanlışlıklarını çekinmeden eleştirebilen, kendilerine danışılıp
istişare edilen ve insanlara yol gösteren kadın âlimler yetişebildi. Bunlar
arasında Hz. Âişe, Hz. Peygamber’den öğrendiği pek çok bilgiyi diğer sahâbîlere
rivâyet ederek önemli bir hadis râvîsi oldu. Hz. Ömer, Ebû Hureyre, Abdullah b.
Ömer, Ebû Mûsa el-Eş’arî gibi pek çok erkek sahâbe Hz. Âişe’den hadis rivâyet
etti; bazı fıkhî konularda onun görüşlerinden faydalandı.
Diğer taraftan Hz. Âişe, İslâm dünyasında ilmî tenkitçiliğin başlamasına
öncülük edenlerden birisi oldu. O, özellikle kadın haklarıyla ilgili
prensiplerin gelecek nesillere doğru anlatılması konusunda yoğun çaba harcadı.
Başka pek çok kadın sahâbî halifelerin, valilerin ve ilim adamlarının
görüşlerine başvurduğu danışmanlar olarak uzun yıllar hizmet verdi. Hz. Peygamber’in
eşlerinin ve diğer bazı kadınların bu yöndeki ilgi ve gayretlerinin bir sonucu
olarak o dönemde İslâm, kadınlar arasında da hızlı yayıldı. Sahâbe içerisinde
yirmi kadar kadın fıkıh bilgininin yetişmesi, Hz. Peygamber döneminde
kadınların cami eğitiminden ne ölçüde yararlandıklarını göstermesi açısından oldukça
önemlidir.
Elbette kadınların eğitimi sadece dinî bilgiler edinmekle sınırlı
kalmamıştır. Onlar, hayatla ilgili birçok konuyu da camide öğrenme imkânı elde
etmişlerdir. Bazı kadınlar şiir, tıp, tarım ve hayvancılık alanlarında bilgi ve
tecrübe sahibi olmuşlardır. Özellikle Hz. Âişe’nin tefsir, hadis ve fıkıh gibi
ilimlerin yanında neseb, tarih, siyer, tıp, astronomi, şiir, hitabet, eğitim ve
siyaset alanlarında da önemli bir ilmî birikime sahip olduğu bilinmektedir.
Şüphesiz o dönem kadınlarının bu düzeye ulaşmalarında en büyük etken camide
aldıkları eğitimdir. Çünkü onlar genellikle camide yapılan sohbet ortamında bir
araya gelip birbirlerinin bilgi ve tecrübelerinden faydalanmışlardır.
Kadınların cami eğitimi ve ilim öğrenme konusundaki etkinliği, râşit
halifeler döneminde de aynen devam etmiştir. Ancak Emevîler döneminden itibaren
kadınların sosyal, siyasal, ekonomik ve dinî hayattaki yeri tekrar sorun haline
gelmiş bazı rivâyetler, fetvalar ve içtihatlar, onlarla ilgili olumsuz hükümler
içerecek şekilde yorumlanmıştır. Yine fitnenin zuhur ettiği, dolayısıyla
kadınların camiye gelip cemaate katılmalarının mekruh olacağı, ancak yaşlı ve
çirkin kadınların camiye gelmelerinde bir sakınca olmadığı gibi son derece
ilginç yorumlar dinî kitaplardaki yerini alabilmiştir.
Görüldüğü üzere, ilim öğrenmek
kadın-erkek herkese farzdır. Nitekim Hz. Peygamber döneminde kadınlar geceleri
bile camiye gelerek Kur’ân-ı Kerîm dinleyip namaz kılabilmiş[9]
ve orada gerçekleştirilen sohbetlere katılmışlardır. Ancak Hz.
Peygamber’in Medine’de başlattığı bu gelenek, hızla genişleyen İslâm
coğrafyasına aynı ölçüde yansımamıştır. Dinin temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’e
ve Hz. Peygamber’in sahih sünnetine uymayan, İslâm öncesi geleneğin izlerini
taşıyan rivâyet ve yorumların sözlü ve pratik uygulamalara yansıması, İslâm
dünyasında kadınların eğitiminin ihmal edilmesinde önemli rol oynamıştır.
Sosyal ve kültürel hayatın dışında tutulan ve okullara gönderilmeyerek eğitimin
dışına itilen kadınların camiye gidip oradaki ibadet ve eğitim faaliyetlerine
katılmaları da uygun görülmeyince, toplumun yaklaşık yarısını oluşturan bir
kitle asırlarca cehalete terk edilmiştir. Bu açıdan günümüz kadınları, cami
eğitimine en az erkekler kadar muhtaçtır. Kaldı ki, kadınların dinî bilgileri
öğrenme ortamları erkeklere nazaran daha sınırlıdır. Bu nedenledir ki bid’at ve
hurafeler özellikle kadınlar arasında daha yaygın görülmektedir.
Türkiye’de camiye devam eden
kadınların sayısı oldukça düşüktür. Onlar daha ziyade terâvîh namazları, kandil
geceleri ve mevlit programlarında camiye gelmekte, vakit, cuma ve bayram
namazlarına ise neredeyse hiç iştirak etmemektedir. Gündüzleri çarşıya ve pazara
çıkan kadınların vakit namazlarında cemaate gelmedikleri ancak cemaat
dağıldıktan sonra camiye gidip namazlarını kıldıkları görülmektedir.
Ülkemizde cuma, bayram ve vakit namazlarını camide kılmayan kadınların
Ramazan ayında terâvîh namazı için camiye koşmaları ilginçtir. Onların bu
kararlarında dinden ziyade “geleneğin” etkili olduğu açıktır. Bu nedenle kılınması sünnet olan terâvîh namazında cemaate katılmayı gelenek haline
getiren kadınların, “dinen daha bağlayıcı hüküm içeren” Cuma, bayram ve vakit
namazlarında da camiye gelmeleri doğal karşılanmalı, hatta kadınlar bu yönde
teşvik edilmelidir.
Kur’ân’da ve Hz. Peygamber’in uygulamalarında kadınların camiye
gelmelerini engelleyen herhangi bir hüküm bulunmadığına göre onların camiden ve
cemaatten uzak tutulmalarına hiçbir dinî gerekçe gösterilemez. Kaldı ki
kadınları camiden uzak tutmak kadın-erkek herkesi muhatap alan Kur’ân’ın ve sünnetin
ilke ve amaçlarına da aykırıdır. Öyleyse,
“Kadınlarınızı mescitlerden
menetmeyiniz!”[10]
buyuran Hz. Peygamber ve onu takip eden râşid halifeler dönemindeki “kadınların
cemaate katılma geleneği” tekrar canlandırılmalıdır.
Günümüzde kadınların cami eğitiminin ihmal edilmesinde, İslâm’ın
başlangıcında olmayıp daha sonra ortaya çıkan bazı anlayışların etkili olduğu açıktır.
Bazı âlimler, ilim öğrenmenin farz-ı kifâye olduğunu, yani bir toplumda bazı
insanların ilim öğrenmesiyle diğerlerinden bu sorumluluğun kalktığını,
dolayısıyla kadınların ilim öğrenme yükümlülüklerinin bulunmadığını
belirtmişlerdir. Kadınların cami eğitiminden yoksun bırakılmalarında son derece
etkili olan bu ve benzeri anlayışlar dinî olmaktan çok kültüreldir. Çünkü dinin
kadınlarla ilgili hükümleri göz önünde bulundurulduğunda bu tür görüşleri dinen
uygun kabul etmenin mantıklı ve tutarlı olmadığı kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Öyleyse, bazı İslâm bilginlerinin
geçmişte fitneye sebep olacağı endişesiyle ileri sürdükleri ve kadınların
camiden uzaklaşmalarına zemin oluşturan içtihatlarının yeniden gözden geçirilmesi
gerekir. Çünkü günümüzde kadınlar okulda, hastanede, çarşıda, pazarda,
iş yerinde, fabrikada, kısacası sosyal hayatın her kesitinde erkeklerle bir
aradadır. Dinin koyduğu ölçü ve
mahremiyet ilkelerine uyulduğu sürece bunda dinen bir sakınca yoktur.
Kısıtlamanın sadece camiye devam etme ve cemaate katılma konusunda
sürdürülmesi, kadınların dinî konularda bilgisizliğini artırmaktan öte hiçbir
anlam taşımamaktadır.
Kadınların camiden uzak tutulmaları,
müslüman toplumların geri kalmalarına sebep olan etkenlerden biri olarak
görülebilir. Çünkü yaklaşık nüfusun yarısını oluşturan bir kesimin ve en
önemlisi bir toplumun maddî ve manevî mimarları olan annelerin eğitimsiz
kalmaları durumunda yeni nesillerin özgüven, kişilik ve kimlik sahibi,
bilinçli, donanımlı, cesaretli ve girişimci olarak yetişmeleri şansa bırakılmış
demektir. Zira bireyin hayatına yön veren, çocukken onun ruhsal ve fiziksel
ihtiyaçlarını karşılayan, kişiliğinin gelişmesinde etkin rol oynayan annedir.
Çocuk sevgiyi, şefkati, bağışlamayı, yardım etmeyi, adaleti,
doğruluğu, cesareti, güveni ve daha pek çok ahlâkî meziyeti öncelikle
annesinden öğrenir. Çocuğuna bu tür
meziyetleri öğretmek durumunda olan annenin her şeyden önce dinî bilgisinin
yerinde olması gerekir. İşte bu nedenle camilerde verilecek eğitimin
rolü küçümsenmemelidir.
Nitekim çok geniş bir
kitleyi bünyesinde toplayan camilerde hutbe, vaaz, sohbet, cami dersleri ve yaz
kursları gibi etkinliklerle milyonlarca insan bilgilendirilmekte ve yaygın din
hizmeti sunulmaktadır. İşte böyle bir imkândan kadınlar mahrum edilmemelidir.
Günümüz kadınlarının camilere erkekler gibi devam etmemelerinin bazı
nedenleri olabilir. Ancak bu nedenler
arasında dinîn emirlerini göstermek doğru değildir. Çünkü Hz. Peygamber,
camiye devam edebilmeleri için kadınlara her türlü kolaylığı sağlamış ve bizzat
kendisi onlara camide ders vermiştir. Dolayısıyla, kadınların camiye erkekler
kadar devam etmemelerinin nedeni İslâm değil, “hatalı içtihatlar ve İslâm
öncesi kültürlerin izlerini taşıyan geleneklerdir.”
Sonuç olarak, kadınların camideki
eğitim faaliyetlerine katılmaları gerektiğini söylemek yeni bir görüş ortaya
koymak değildir. Tam aksine daha önce Hz. Peygamber döneminde fiilen
gerçekleştirilen bir uygulamayı müslümanlara tekrar hatırlatmaktır. Çünkü
İslâm’ın ilk yıllarında camilere gitmek erkekler için ne kadar önemli ise
kadınlar için de aynı derecede önemli ve gerekliydi. Öyleyse günümüzdeki müslümanların
maddî ve manevî yönden gelişebilmeleri ancak kadın-erkek herkesin bilgilenmesi
ve görevlerini tam anlamıyla yapmasıyla mümkün olabilir. Günümüzde kadınların
camiye devamlarını özendirmek için İslâm’ın “cinsiyet farklılığına dayalı özellikleri” kabul ettiğini, ancak “cinsiyet
ayrımcılığını” kesinlikle reddettiğini müslümanlara anlatmak, toplumu
dinî konularda bilgilendiren herkesin en önemli görevleri arasındadır.
(25.10.2013)
Yorumlar
Yorum Gönder