“Bu Zamana Kadar Kimse Bilemedi de Sen mi Bildin?” Safsatasına Cevap (307)
Bir sahanın uzmanının uzun yıllar üzerinde kafa patlatarak ulaştığı özgün
bir fikri değersizleştirmek için art niyetli bazı müslümanların kullandığı
yöntemler vardır. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz o görüş sahibini susturmak
ve toplum nezdinde itibarsızlaştırmak için “Bu zamana kadar kimse bilemedi
de sen mi bildin?” söylemidir.
İlk bakışta kulağa hoş gelen ve oldukça da etkileyici olan bu retorik
aslında içi boş bir söylemdir. Bu sözü söyleyenlerin tamamı kıskançlık ve haset
duygularıyla hareket ettikleri, cahilce bir tavır sergiledikleri, dünyadaki
gerçeklerin ve değişimin farkında olmadıkları ve Hz. Peygamber’in şu uyarısını
göz ardı ettikleri için böyle konuşmaktadır:
“Allah, benim sözümü işitip kavrayan, sonra da işittiği gibi
başkalarına aktaran kimsenin yüzünü ak etsin (onu cennetine koysun!) Kendisine
sözlerim ulaştırılan niceleri vardır ki, sözlerimi dinleyenlerden daha kavrayışlıdırlar. Yine niceleri
vardır ki, derin bilgili ve anlayış sahibi olmadıkları halde kendilerinden daha derin anlayışlı olanlara bilgi
taşırlar.”[1]
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber kendi sözlerinin gelecek nesillere
ulaştırılmasını tavsiye etmektedir. O, bunu yaparken sözlerini daha iyi anlayıp
yorumlayabilecek, hadisin inceliklerine nüfuz edebilecek, sözünün maksadını
daha iyi kavrayabilecek derin anlayış sahibi kimselerin ilerleyen yıllarda
gelebileceğine dikkat çekmekte ve her dönemde böyle mü’minlerin olabileceğini
ima, ihsas ve işaret etmektedir.
Hâl böyleyken sanki bu hadis hiç söylenmemiş gibi davranmak, Kur’ân ve sünnetin
doğru anlaşılması için gayret gösteren İslam âlimlerine saldırmak, içtihadı
öldürmek, ilmî gelişmelerin önüne set çekmek, körü körüne hatalı/yanlış
düşünceleri sahiplenip savunmaya devam etmek kesinlikle doğru değildir.
Bu itibarla o söyleme sarılan kimselere düşen görev, belden aşağı vurmak
yerine, tutarlı ve ikna edici bilgi, belge ve kanıtlarla düşüncelerini ortaya
koymak, karşıt görüşü çürütmek ve takdiri de kamuoyuna bırakmak olmalıdır.
Dolayısıyla mezkûr hadisi unutarak ya da görmezlikten gelerek farklı
düşünceleri boğmaya çalışmak, âyet ve sahih hadislerin ışığında uzun yıllar
kafa yorarak çağın problemlerine yeni çözümler üreten âlimleri sindirmek İslâmî
bir tavır değildir. Çünkü Hz. Peygamber, yukarıdaki sözüyle bir gerçeği haber
vermekte ve “ilerleyen yıllarda gelecek derin kavrayış sahiplerine hadislerinin
ulaştırılmasını” tavsiye etmektedir. Bu itibarla, her dönemde sağlam muhakeme
yeteneğiyle dinî meseleleri analiz edip çözümler üretecek derin kavrayış sahibi
mü’minler olacaktır.
Çünkü Kur’ân-ı Kerim, “derin anlayış, basiret ve feraset sahibi olmanın”
önemine dikkat çekmekte, tıpkı peygamberlerin yaptığı gibi mü’minlerin de
dualarında bu hususa yer vermelerini ve Yüce Allah’tan böyle bir talepte
bulunmalarını tembihlemektedir.
“Rabbim! Bana (doğruyla eğrinin ne olduğuna)
hükmedebilme bilgi ve (sağlam bir muhakeme) yeteneği bağışla. Beni dürüst ve
erdemli insanların arasına kat. Gerçeği benden sonrakilere ulaştırabilme gücü
ver. Beni nimetlerle dolu has bahçenin varislerinden biri yap!”[2]
Görüldüğü üzere sağlam ve sarsılmaz muhakeme yeteneğine sahip olabilmek ve
bu yetenek sayesinde fikirleri, kişileri ve olayları çok yönlü/boyutlu analiz
edebilmek önemlidir. Bu ise ancak sürekli işletilen bir beyinle, doğru
kaynaklardan beslenmekle, çok okunarak gerçekleştirilen sağlıklı tefekkürle,
karşıt düşünceyi öğrenip ona alternatif düşünceler üretmekle ve çalıştığı sahada
iyice uzmanlaşıp derinleşmekle mümkün olabilir.
Yüce Kur’ân, böyle bir anlayış kapasitesine sahip olabilmek için
yapılması gerekenleri şöyle açıklamaktadır.
“Ey iman edenler! Eğer
Allah’a karşı sorumluluklarınızın bilincinde olursanız, O, size iyiyi kötüden
ayırt edecek bir anlayış kuvveti verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi
bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[3]
“İşte bunda feraset/güçlü
anlayış sahipleri için işaretler vardır.”[4]
Görüldüğü üzere müttakî olanlara keskin bir kavrayış gücünün verileceği
Yüce Allah’ın bir vaadidir/müjdesidir. Dolayısıyla herkesin bu seviyeye
gelebilmesi için öncelikle sağlam iman sahibi olması, sâlih ameller işlemeye
devam etmesi, sonrasında da ihlasla sorumluluklarının gereğini yerine getirmesi
şarttır. Bunu yapmayarak zihin dünyalarını kirleten, anlayış seviyelerini
düşüren, kalplerini taşlaştıran/karbonlaştıran, vicdanlarını karartan, dünyevî
endişelerle hareket eden, sağlıksız kaynaklardan beslenerek anlama, kavrama,
sezme, yorumlama melekelerini dumûra uğratan, kısaca selim aklın rehberliğini
terk edenlerin suçlamaları gereken yalnızca kendileridir.
Sonuç olarak, “Bu zamana kadar kimse bilemedi de sen mi bildin?”
diyerek ihlaslı ve müttakî İslam âlimlerini susturmak, fikirlerini
değersizleştirmek ve gerçeklerin ortaya çıkmasına mani olmak ciddi vebaldir.
Böyle yapanların hatalarından vazgeçmeleri kendi lehlerinedir. Aksi takdirde
Hz. Muhammed’in; “Niceleri vardır ki, derin bilgili ve anlayış sahibi
olmadıkları halde kendilerinden daha
derin anlayışlı olanlara bilgi taşırlar” sözüne karşı gelerek “sünnet/hadis
düşmanlığı” yaptıklarını bilmeleri uygun olacaktır. (05.12.2014)
Yorumlar
Yorum Gönder