“Zaman Sana Uymuyorsa Sen Zamana Uy!” Saçmalığı (235)
Zaman zaman ilahiyatçı kimliğini ön plana çıkartarak belirli medya
organlarına konuşturulan bazı insanlar, “zamanın ve şartların değişmesiyle ahkâmın da
değişeceği” kaidesini keyfî şekilde yorumlamakta ve bazı gayr-i ciddi teklifler
öne sürmektedir. Onların bu tekliflerinin çoğunluğu dinin temel ilkelerine
taban tabana zıttır ve bilimsellikten uzaktır.
Bununla birlikte onlardan bazıları zaman zaman bir takım doğrular da
ifade etmektedir. Mesela, onlardan birisi “Şekli ve lafzı ön
plana çıkartmaktan daha ziyade meselenin özüne, ruhuna ve maksadına bakmak
lazım” dediğinde bir doğruyu ifade etmektedir. Zira işin esası ve
maksadı geri plana itilir, görüntü ve şekil ön plana çıkartılırsa buradan bazı
yanlışlıklara gidileceği açıktır. Elbette şeklin özden ayrılmayacağı durumlar
vardır. Usul de önemlidir. Ama öncelik/ağırlık her halükarda işin özünde, ruhunda,
hedefinde, maksadında ve amacında olmalıdır.
Öte yandan, İslâm dininde kıyamete kadar değişmeyecek kurallar olduğu
gibi zamana, şartlara ve ihtiyaçlara göre değişecek kurallar da vardır. Bu
bakımdan toplumda zaman zaman işitilen “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın”
şeklindeki söz, câhilâne söylenmiş bir sözdür. Bu sözün iler tutar bir tarafı
yoktur. Tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Bu söze göre hareket edenler er ya
da geç sırat-ı müstakimden ayrılırlar. Zira bu söz her şart ve durum için
geçerli olmayan bir laftır.
İslâm dini, her çağ ya da dönemi kendi koyduğu kurallara uygun hale
getirmek için vardır ve insan hayatının her alanına müdahale eder; kurallar
koyar. Zira İslâm’ın insan hayatında
geçerli kılmak istediği değerler (din), kıyamete kadar bâkî kalacak evrensel
ilkelerdir. Ancak bu değerleri taşıyan araçlar ve biçimler (şeriat) zamanla
değişebilir. Zaten bunların da hangilerinin, nasıl ve ne ölçüde
değişeceği Kur’ân ve sahih sünnette ifade edilmiştir. Bu nedenle gerçek İslâm
âlimleri, ortak aklı kullanarak her dönemde yeni yorumlarla (ictihad) müslümanların
sorunlarına çözümler bulmakla mükelleftirler.
Diğer taraftan içki, kumar, uyuşturucu, faiz, zina, yalan, iftira, zulüm,
hırsızlık, rüşvet vs. şeyler kesinlikle haramdır ve kıyamete kadar da bu hüküm
değişmeyecektir.[1] Bunların haramlığının değiştirilmesi
hiçbir zaman mümkün değildir ve böyle bir şeyin teklifi dahi söz konusu olamaz.
Müctehidlerin de bu değişmez kuralları değiştirme hak ve yetkisi yoktur. Zira
bunlar kıyamete kadar geçerli “dinin ilkeleri”dir; bunlar dogma değil,
insanlığa huzur ve mutluluk sunan reçetelerdir. Bu nedenle “İçki, kumar artık dünyada
yaygın hale geldi, dinî
kuralları esnetelim, bunları da zamana uyduralım” demek asla ve
kat’â mümkün değildir. Çünkü hırsızlığı, cinayeti, kumarı vs. vicdanını
kirletmemiş bir insanın doğru bulması imkânsızdır. Bunları normal görmeye ve
göstermeye çalışanlar kalbi taşlaşmış, vicdanı kararmış, hakikate karşı kör,
sağır ve dilsiz kesilen, kalplerinde hastalık olan şeytanlaşmış insanlardan
başkası değildir.[2]
Benzer şekilde, “Artık nikâhsız birliktelikler çoğaldı,
insanlar da bunu normal görmeye başladılar, ayıplayan ve kınayan da kalmadı.
Artık nikâh kavramını ve şartlarını yeniden gözden geçirelim ve bunları
değiştirelim, herkes özgürce (hayvanlar
gibi) istediğini yapsın” denilemez. Zira bu durum, İslâm’a
göre resmen zinadır; çok kötü bir yoldur ve iffetsizliktir.[3] Çıkartılan
gelip geçici bazı beşerî kanunlar zinayı yasak saymasa da nikâhsız
birliktelikler İslâm’a göre haramdır. Bunu normal karşılamak ve savunmak mümkün
değildir. Dolayısıyla nikâhsız birlikteliği “özgürlük kılıfıyla” pazarlamak ve
toplumu dejenere etmek isteyenlerin hevesleri kursaklarında bırakılmalıdır. Bir
müslümana düşen görev bunları değiştirmeye gücü yetmiyorsa hiç olmazsa kalbiyle
bu iffetsizliği onaylamamak ve düzeltmek için hâl çareleri aramaktır.
Aynı şekilde “Herkes kendi bireysel zevk ve mutluluğunu
esas almalı, başkaları yüzünden eziyet çekmenin zamanı geldi de geçti, gemisini
kurtaran kaptan!” diyerek bireysel ve egoist yaşam tarzını savunmak,
kimsesizlere ve muhtaçlara yardım eli uzatmamak İslâm’ın koyduğu kurallara
aykırı davranmaktır. Nitekim hiçbir kimsenin Kur’ân ve sahih sünnetin yetim ve
muhtaç insanlara sahip çıkılması tavsiyesini[4] değiştirebilmesi
mümkün değildir.
Benzer şekilde, “Ezan Türkçe okunsun, ibadetler Türkçe
yapılsın”, (Dikkat edin bu zâtlar “dua” demiyorlar “ibadet”
diyorlar, zira “dua” Türkçe de olabilir ama “ibadet” Türkçe olamaz. Zira müslümanlar
arasındaki ibadetin ortak dili Arapçadır), “Namaz iki ya da üç vakte
indirilsin”, “Oruç sadece15 gün olsun ve o da her zaman kış aylarına sabitlensin.”
Ya da “Hac yılda 12 defa olsun ve herkes rahatlıkla hacca gitsin”, “Kadınlar
başı açık olarak namaz kılsınlar”, “Kadınlar camide erkeklerle aynı safta
karışık namaz kılsınlar” veya “Hayvanlar kurban edilmesin onun yerine
sadaka verilsin, öğrencilere ayakkabı alınıp dağıtılsın” veya “Horozdan da kurban olur” gibi
gayr-i ciddi teklifler de öne sürebilmektedirler.
Kanaatimizce bu tür lakırdıların iyi niyetli ve samimi teklifler olmadığı
açıktır ve bunlar İslâm’ın değiştirilemez kurallarını tahrif etmeye, hafife
almaya ve insanların kafalarını karıştırmaya yönelik bilinçli söz ve
eylemlerdir. Bu sözleri tekrarlayanların iyi niyet ve samimiyetten uzak olduklarında
şüphe yoktur. Onların dinin değiştirilebilen hükümleriyle değiştirilemeyen
hükümleri konusunda kafalarının iyice karışık olduğu[5] ve
İslâm konusunda yeterince bilgi ve birikimlerinin olmadığı da açıktır/ortadadır.[6]
“Namaza gerek yok yoga var”, “Oruç yerine diyet yapmak da yeterlidir”, “Zekât
ve sadaka yerine zaten vergi veriyoruz, bir de bunları fakirlere vermeye gerek
yok”, “Hacca gidip Araplara para yedirmektense okul yaptırın” gibi
sözler söylemek suretiyle mü’minlerin ibadetlerini alaya alanların, İslâm
dininin namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, kurban vb. gibi ibadetlerini tahrif
etmeye kalkışanların “iyi niyetli olduklarına” ancak kuş beyinliler kanabilir.
Zira bu kimselerin asıl amaçları kafaları karıştırmak ve zihinleri
bulandırmaktır. Gizli gizli İslâm düşmanlığı ve din aleyhtarlığı yapmaktır.[7]
Bunlar maalesef şeytanın tesiri altına girmiş kimselerdir. Kanaatimizce bu
kimseler, dünyada özgürce/hayvanca yaşamalarını engelleyecek tek gücün İslâm
olduğunu gördükleri, bu nedenle de dinî değerleri toplumsal hayattan dışlamak
istedikleri için böyle konuşmaktadır. Bu tipler; “Zaman sana uymuyorsa sen
zamana uy” diyerek İslâm’ın emir ve nehiyleri keyiflerince
değiştirmeye yeltenmektedirler.
Özellikle belirli televizyon kanallarına bilinçli olarak çıkartılan ve
konuşturulan bu çakma ilahiyatçıların/hoca müsveddelerinin laflarına kanan elbette
kendine yazık eder. Zira farklı amaçlara hizmet eden bu tür kimselerin iyi
niyetli olmadıklarını yine Kur’ân-ı Kerîm bildirmekte ve bu tür kimseleri
tasvir edip bazı özelliklerini haber vermektedir.[8]
Özetle ifade edecek olursak, “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy”
sözü bilinçli olarak üretilmiş psikolojik
harp taktiğidir. Dolayısıyla bu söze dayanarak birileri İslâm’a
saldırırken ciddi ve ihlaslı İslâm âlimlerine düşen görevler vardır. Onlar bu
tür şarlatanlara karşı dinin değişmez değerlerini ve kurallarını savunmak ve
gerçekleri ortaya koymak zorundadırlar. Hiçbir şey olmamış gibi duran ve
gençlerin zehirlenmesini seyreden İslâm bilginleri büyük bir yanılgı
içerisindedirler. Gerçek bir İslâm
âlimi kafaları bulandırmaya ve dini tahrif etmeye çalışanlara karşı dik durmak
ve onların hezeyanlarına mantıklı ve tutarlı cevaplar vermek zorundadır. (Bu
arada “Adı üstünde hezeyan işte, cevaba ne gerek var” diyenler
fildişi kulelerinde oturmaktadır ve onlar toplumdan çok uzaktırlar. Zira
onların bu tür hezeyanların gençlerin
zihin dünyalarında oluşturduğu kırılmalardan, çatlaklardan,
tahribattan ve travmalardan haberleri yoktur ve olamaz. Zira o tiplerin başka
türlü dertleri ve hesapları vardır. Onlar hem bireyselleşmenin hem de dünyevîleşmenin
derin girdabı içinde sürüklenmektedir ve uyarılarımızı da anlayabilmeleri kesinlikle
mümkün değildir.)
Sonuç olarak, sorumluluk bilinciyle hareket etmek ve art niyetli bu
kimselerin maskelerini düşürmek gerekir. Yaşadığı çağdaki her türlü probleme
çözüm önerileri sunmayan, teklif edilen bu tür önerilere yapıcı eleştirilerle
katkı sağlamayan, mantıklı görüşleri desteklemeyen “din anlatıcıları” büyük
vebal altında kaldığını bilmek durumundadır. Toplumda görülen yozlaşmalara,
kokuşmalara ve çürümelere karşı dik ve vakur bir duruş sergilemeyen kimsenin İslâm’ı
da Hz. Peygamber’i de yeterince tanıdığını ve sevdiğini söylemek mümkün
değildir. (14.12.2012)
[1] el-Mâide 5/90; el-Bakara 2/275-279; en-Nahl 16/105; el-Mümtehine 60/12; en-Nur
24/24.
[2] el-Bakara 2/7; en-Nahl 16/108; el-Münafıkun 63/1-3; Muhammed 47/16; ez-Zümer
39/22; el-Mü’min 40/35; el-Casiye 45/23.
[3] el-İsrâ 17/32; el-Furkan
25/68; el-A’raf 7/80.
[4] el-Bakara 2/177, 215; en-Nisâ 4/36, 75; el-İnsan 76/8; el-Fecr 89/17; el-Beled 90/11-17.
[5] el-Bakara 2/10; el-Enfâl 8/49; Muhammed 47/29.
[6] el-Müddessir 74/31.
[7] ez-Zuhruf 43/80.
[8] et-Tevbe 9/67; el-Ahzâb
33/60-61; el-Münâfıkûn 63/1-8; el-Hadid 57/13-14.
Yorumlar
Yorum Gönder