Sünnetullah Nedir? -3- (201)
Sünnetullah kavramının kaderle ilişkisini âyetlerle açıkladığımız yazı
dizimizin bu son bölümünde diğer bazı âyetleri de zikrederek konuyu nihayete
erdirelim.
“İman edip iyi ve yararlı işler
yapanların mükâfatlarını Allah, tamı
tamına ödeyecek, hatta lütfundan onlara hak ettiklerinden daha fazlasını da
verecektir. Kulluktan kaçınıp kibirlenenleri ise can yakıcı bir azaba sokacak
ve onlar Allah'tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı
bulacaklardır.”[1]
Bu âyette Yüce Allah, inanıp
dürüst ve erdemli davranışlar sergileyenlere yaptıklarının karşılığını
fazlasıyla vereceğini haber vermektedir ki bu da başka bir sünnetullahtır.
Kanaatimizce “şartlı olarak ifade
edilen tüm bu ilkeleri” göz ardı eden ve hâlâ suçu “kadere” atanlar büyük bir
yanılgı içerisindedir. Yüce Allah’ın “Yaparsanız
yaparım” şeklindeki uyarılarını dikkate almayanların suçu “kadere, feleğe,
zamana, çevreye, şeytana, anaya, babaya vs. yüklemeleri” züğürt tesellisinden
ve kolaycılıktan başka bir şey değildir.
“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği
kadar kuvvet hazırlayın. Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah'ın
düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de,
ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları
korkutup yıldırasınız. Allah
yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık
yapılmaz.”[2]
Bu âyette ise Yüce Allah’ın
dinini tanıtma konusunda yapılan her türlü hazırlığın ve harcamaların
karşılığının eksiksiz ödeneceği haber verilmektedir ki bu da, başka bir
sünnetullahtır. Yani, bir insan Allah yolunda gereken her türlü hazırlığı önceden
yapar, sebeplere sarılır, caydırıcı silahlar üretir, düşmanlarını saldırmayı
akıllarına getiremeyecek hale sokarsa dünyada daha az sıkıntı ve problemle
karşılaşacaktır. Ancak tersini yapar, âyete aykırı davranırsa, zalimlerin
elinde oyun ve eğlence aracı olmaktan, ezilmekten, horlanmaktan, sömürülmekten
de kurtulamayacaktır ki, bunun da sorumlusu başka bir âyete göre bizzat kendisi
olacaktır.[3]
Düşmanların saldırısına
uğradığında, hunharca katledildiğinde gerekli tedbirleri zamanında almadığı
için hatayı kendisinde aramak yerine, suçu Yüce Allah’a atmak, “Kaderimizde ölmek varmış”, “Ecel gelmiş biz ne yapalım?” demek ve
bu şekilde hatalarını örtbas etmeye çalışmak, bütün bu âyetleri görmezlikten
gelerek karar vermek anlamına gelecektir ki bunun da ciddi bir vebali olacağı muhakkaktır.
“De ki: “Rabbim, kullarından dilediğine bol
rızık verir, dilediğine az ve başkaları
için ne harcarsanız yerini [daima] doldurur: çünkü O, rızık verenlerin
en hayırlısıdır”.[4]
“Hakikati tasdik eden kadınlara ve
erkeklere ve [böylece] Allah'a güzel
bir borç verenlere gelince, onlara kat kat fazlası geri ödenecek ve
[öteki dünyada] değerli bir mükafat kazanacaklar.”[5]
“Eğer Allah'a güzel bir borç verirseniz, O bunu fazlasıyla size geri ödeyecek
ve günahlarınızı bağışlayacaktır: çünkü Allah, şükrün karşılığını her zaman
verendir, halîmdir.”[6]
“[Ey Peygamber,] İnsanları hidayete
erdirmek senin işin değil, zira ancak Allah, dileyeni hidayete erdirir. Ve yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için
harcamanız şartıyla, başkalarına her ne iyilik yaparsanız bu kendi
yararınızadır: Çünkü yapacağınız her iyilik size olduğu gibi geri
dönecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.”[7]
Bu âyetlerde de başkaları için
yapılan harcamaların karşılığının fazlasıyla ödeneceği haber verilmektedir ki
bu da, bir başka sünnetullahtır. Yani, karşılıksız yapılan infakın mükâfatını
belirleyecek olan Yüce Allah’tır ve O, bunu vaat etmektedir. Burada da “seçim”
insana aittir. Zira insanı sorumlu yapan da zaten bu “bilinçli tercihleri”
değil midir?
“Ve bir de [ey Muhammed,]
(gelecekse gelsin diyerek) onlar azap konusunda sana meydan okuyorlar: fakat
(bilmelidirler ki) Allah vaadinden asla
cayacak değildir ve bilin ki, Rabbinin ölçüsüyle bir gün, sizin hesap ettiğiniz
bin yıl gibidir.”[8]
Bu âyette de Rabbin vaadi
hatırlatılmakta ve O’nun “kendisiyle ilgili koyduğu bir başka ölçü” haber
verilmektedir ki bu da ayrı bir sünnetullahtır.
“Allah kimi doğru yola ulaştırmak isterse, kalbini [O'na] teslim olma
arzusuyla genişletir; kimin de (sapıklığı tercih etmesi sebebiyle) sapmasına
izin verirse onun kalbini daraltır ve sıkıştırır, adeta göklere
tırmanıyormuş gibi: böylece Allah, inanmayanları dehşete düşürür.”[9]
Bu âyette ise hakikati arama azmi
ve kararlılığı, yaptığı hayırlı ve güzel şeyler sonucu hidayeti hak eden kimsenin
kalbinin genişletileceği, İslam’ı bulması ve anlamasının daha da kolaylaşacağı,
ama sapmayı dileyen kişinin ise sapmasına izin verileceği haber verilmektedir
ki, bu da başka bir sünnetullahtır.
Yine şu âyetlerde de Yüce Allah,
koyduğu başka bir sünnetullahı haber vermektedir:
“Siz ey imana erişenler! Eğer Allah'a karşı sorumluluk bilinci içinde
olursanız O size, hakkı bâtıldan ayırmaya yarayan bir ölçü bahşedecek ve kötü
işlerinizi silip örtecek, sizi bağışlayacaktır: Çünkü Allah, bağış ve
cömertliğinde sınır olmayandır.”[10]
“Siz ey imana ermiş olanlar!
Zorluklara sabırla katlanın ve birbirinizle sabırda yarışın, [doğru olanı
yapmaya] her zaman hazır olun ve
Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ki mutluluğa erebilesiniz!”[11]
“Ve O, Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olan herkesin
[bazı] kötü fiillerini örter ve onlara büyük bir ödül bağışlar.”[12]
“Bu dünya hayatı, bir oyundan ve
geçici bir eğlenceden ibarettir: ama eğer [Allah'a] inanır ve O'na karşı sorumluluk bilinci duyarsanız size
(hak ettiğiniz) her türlü ödülü bağışlayacaktır. Dikkat edin! O sizden
sahip olduğunuz bütün varlıkları [kendi dâvâsı uğrunda feda etmenizi] istemez.”[13]
Bu âyetlerde de eğer bir mü’min Yüce
Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyarsa, ona Yüce Allah’ın yardım edeceği,
günahlarını örteceği, onu bağışlayacağı, mutluluğa ulaştıracağı ve her türlü
ödülü vereceği ifade edilmektedir ki bu da, bir başka sünnetullahtır. Yani kul “muttakî
olmayı seçer ve bunun gereğini yerine getirirse” tüm bu mükâfatlara nail
olacaktır. Ancak tersini yaparsa kaybedecektir ki bu da kendi “tercihinin” tabiî bir sonucudur.
Nitekim şu âyette bu hususa işaret vardır:
“Kim haklı bir dâvâ uğrunda üstün çaba gösterirse, onun kazandıracağı nimetlerden
bir pay alacaktır ve kim de haksız bir dâvâ için koşturursa,
sorumluluğunun hesabını verecektir: Çünkü Allah, her şeyi gözetleyicidir.”[14]
Görüldüğü üzere İslam davası
uğrunda çalışıp üstün gayret gösteren kimse bunun karşılığını hem bu dünyada
hem de ahirette alacaktır. Ancak haksız bir dava peşinde koşarsa bunun da
hesabını Yüce Allah’a ahirette mutlaka verecektir ki bu da bir başka
sünnetullahtır.
Şu âyette de bir diğer sünnetullaha işaret vardır:
“Erkek ya da kadın, inanmış olması yanında bir de dürüst ve erdemli
davranan kimseye hiç şüphesiz arı-duru, hoş bir hayat tattıracağız ve
yine şüphesiz böylelerini, yapageldikleri en güzel şey neyse ona göre
ödüllendireceğiz.”[15]
Bu âyette Yüce Allah, kadın olsun
erkek olsun eğer inanıp salih amellerde bulunursa, hem bu dünyada hem de
ahirette böyle olanlara çok hoş bir hayat yaşatacağını vaat etmektedir ki bu da,
bir başka sünnetullahtır. Böyle bir hayatı elde etmek ise yine “şarta”
bağlıdır. Kişi özgür iradesiyle bu şarta uygun hareket eder ve Yüce Allah’ın
dediklerini yaparsa kendi iyiliği için yapmış olacaktır.
Toparlayacak olursak, bütün bu âyetler
göstermektedir ki kişinin bizzat kendisi yaptığı tercihlerle Yüce Allah ile
olan ilişkisinde ve kaderinin şekillenmesinde büyük oranda kendisi belirleyicidir.
İnsanoğlu pasif nesne değil tersine aktif bir öznedir. Zira o imtihan
olmaktadır. Dünyadaki ortam da buna göre hazırlanmış ve şartlar ona açıkça
bildirilmiştir. Eğer o Yüce Allah’a yakın olursa Yüce Allah da ona yakın
olacaktır. O, Yüce Allah’tan isterse, Yüce Allah ona verecektir. Allah yolunda
canı ve malıyla çaba gösterirse hem bu dünyada hem ahirette çalışmasının
karşılığını alacaktır. Dolayısıyla kişinin kaderini büyük ölçüde belirleyen
yine kendi yapıp ettikleridir. Kaderi böyle anlamak istemeyen, tüm bu
bahsettiğimiz âyetleri doğru ve gerektiği şekilde idrak etmeyen ve sünnetullahı
farklı yorumlayan kişi maalesef kendisine yazık edecektir.
Diğer taraftan Hz. Peygamber de bu duruma zaten işaret etmiş ve: “Sizden birisi kendisinin Allah katındaki değerini
bilmek istiyorsa, kendisi Allah’a ne kadar değer veriyor ona baksın”
diyerek bu gerçeğe işaret etmiş ve bu konuda sağlıklı düşünmemizi istemiştir. Eğer biz Yüce Allah’ın bize vaat ettiği ve “şarta
bağladığı hususları” yaparsak bu kendi iyiliğimize olmakla beraber Yüce Allah’a
olan bağlılığımızın ve O’na verdiğimiz değerin de bir göstergesi olacaktır.
Bu şartlara uygun davranmayan ve O’nun ilkelerini devre dışı bırakanlar ise O’nu
tanımadıklarını göstermiş olacaklardır ki böyleleri de kendi sonlarını bizzat
kendileri hazırlamış olacaktır.
Kısaca ifade etmek gerekirse Yüce
Allah, kullarını kendi özgür iradeleriyle baş başa bırakmış, onlara
sünnetullahı (kendisinin bizzat uymayı taahhüt ettiği yasalarını) açıklamış, verdiği
sözüne sadık olduğunu ve vaadine aykırı davranmayacağını da haber vermiştir.[16]
Görüldüğü üzere insanoğluna düşen görev, Yaratıcıyla olan ilişkisini
sağlamlaştırmak ve imanının gereğini yapmaktır; “sünnetullahı ve kaderi” doğru
anlamaktır. Yaptığı hataların sorumluluğunu üstlenmek yerine suçu, “Kaderimmiş ne edeyim?” diye Yüce Allah’a atmamaktır. “Şöyle yaparsanız ben de böyle davranırım”
diye açıkça yasalarını ortaya koyan Rabbe karşı saygısızlık etmemektir. Özgür
iradesini, şeytana ve şeytanlaşmış insanlara teslim edip Rabbin çağrısına kulak
tıkamamaktır. İnanıp dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koymaktır ki bunun da
mükâfatını alacağı Yüce Allah’ın
bir vaadidir. Zira Allah Teâlâ, arınmayı isteyeni arındıracak;[17] kim de arınırsa yalnız
kendisi için arınmış olacaktır.[18]
Sonuç olarak sünnetullahı doğru
anlayan ve gereğini yapan iki cihanda da mutluluğu yakalar, kulak tıkayan ve
anlamak istemeyenler ise sadece kendi sonlarını kendileri hazırlar ve
gidecekleri yeri şimdiden kendi özgür iradeleriyle kendileri belirlerler. (17.09.2011)
[1] en-Nisâ 4/173. Ayrıca bkz. el-Fatır 35/30,
34.
[2] el-Enfal 8/60.
[3] el-Mümtehine 60/5.
[4] es-Sebe 34/39.
[5] el-Hadid 57/18.
[6] et-Tegabun 64/17.
[7] el-Bakara
2/272.
[8] el-Hac 22/47.
[9] el-En’âm 6/125.
[10] el-Enfal 8/29.
[11] Ali
İmran 3/200.
[12] et-Talak 65/5.
[13] Muhammed
47/36.
[14] en-Nisâ 4/85.
[15] en-Nahl 16/97.
[16] Rum 30/6; el-Hac 22/47; el-Bakara 2/80; Ali İmran 3/194; en-Nisa
4/87, 122; ez-Zümer 39/20; er-Ra’d 13/31.
[17] en-Nûr 24/21; en-Nisâ 4/49; Ayrıca
bkz. Âl-i İmrân 3/77; el-Cum’a 62/2.
[18] el-Fâtır 35/18.
Yorumlar
Yorum Gönder