Suçluya Sahip Çıkmak Suç Ortaklığıdır (208)
Her toplumda duygularının esiri olarak yanlış yapan ve suça bulaşan
insanlar vardır. Bu insanların toplumun huzur, güven ve emniyetini bozmamaları
için işledikleri suça uygun cezalara çarptırılmaları akıl ve mantığın
gereğidir.
Eğer cezayı hak eden davranışlara gereken yapılmayacak olursa o toplumda
suç oranlarında ciddi artışlar yaşanması kaçınılmazdır. Dolayısıyla hiçbir suç
cezasız kalmamalı ve hak eden hak ettiği cezaya mutlaka çarptırılmalıdır.
Ülkemizde de zaman zaman suça bulaşan ve hukukun dışına çıkan insanlar olmaktadır.
Bu insanların işledikleri suçlar ciddi delillerle ispatlandığında onlar da hak
ettikleri cezayı almalıdır.
Hiç kimse hukuk önünde kendisine bir ayrıcalık beklememeli ve hak ettiği
ceza neyse onu mutlaka ama mutlaka almalıdır.
Öte yandan topluma da düşen bazı görevler vardır. Toplum da suça ve
suçluya sahip çıkmamalıdır. Bazı aidiyetlere bakarak duygusal kararlar almak ve
ortaya dökülen pislikleri görmezden gelmek yanlıştır ve bunun da İslam’ın hukuk
ve ahlak anlayışıyla zerre kadar bağdaşmadığı açıktır.
Aklı başında samimi bir insana düşen görev, hata yapan kendi babası, annesi,
eşi, oğlu, kızı, kardeşi veya bir yakını bile olsa onun da hukuk önünde yargılanmasını
sağlamak olmalıdır. Zira “Kızım Fatıma da
aynı yanlışı yapacak olsa bu cezayı uygulardım” diyen Hz. Peygamber’i
anlamak ve onu sevmek ancak onun gibi davranmakla mümkün olabilir.
Ancak görüyoruz ki, zamanımızda bazı insanlar suç işlemeye devam ediyor.
Bu kimselerin işledikleri suçlar kamera görüntüleriyle, fotoğraflarla, mahkeme
kararlarıyla dinlenen telefon görüşmeleriyle, teknik ve fizikî takiplerle,
ciddi bilgi ve belgelerle, güvenilir tanıkların ifadeleriyle, olay yerinde
bırakılan ya da unutulan sağlam belge, bulgu ve kanıtlarla, DNA örnekleriyle,
silah ya da suç aletlerinin zanlıların evinden ya da sakladıkları yerlerden
çıkmasıyla ve buna benzer başka delillerle desteklendiği halde, hâlâ bazı
kimselerin suçluları savunarak tüm bu delilleri görmezlikten gelmeleri yandaşlık,
art niyet ya da cehaletin bir sonucudur. Yahut tamamen duygusal alınmış kararlardan
başkası değildir ki her durumda da sorumluluk böyle yapan kişilere ait
olacaktır.
Oysa iyi bir insanın yapması gereken suçlunun işlediği suça sahip
çıkmamak, mağdurların ve hukukun evrensel ilkelerinin yanında yer almak ve her
zaman hakkı ve adaleti savunmak olmalıdır.
Hukukun ilkelerini hiçe sayarak kendi yandaşlarını savunmak en büyük
ilkesizlik ve onursuzluktur. “Kim suç
işlediğiyse gitsin yargı önünde hesabını versin. Masum olduğunu ispat edemiyorsa
da hak ettiği cezayı çeksin” diyemeyen bir insanın gerçek anlamda ahlakî
olgunluğa erişemediği gün gibi aşikârdır.
Ortaya dökülen o kadar bilgi ve belgeye, tanık ifadelerine, teknik
takipler sonucu elde edilen dokümanlara, sesli, görüntülü ve yazılı kayıtlara
rağmen hâlâ suçluyu savunmak ve “Bunlar
birer iftiradır” demek kesinlikle kabul edilebilir bir davranış değildir.
Polisleri, savcıları, hâkimleri ve itiraz halinde bir üst mahkemenin
üyelerini dahi ikna eden bütün bilgi ve belgeleri görmezden gelerek sevdiği
insanları haksız ve adaletsiz yere savunmak doğru ve uygun değildir.
İftira olmadığı delillerle kanıtlanan ve gerçeklerin gün gibi ortaya
çıktığı durumlarda bile çıkıp utanmadan “Bu
resmen iftiradır” demek, yanlışa ve suçluya taraftar olmak ciddi vebal
almak demektir. Ayrıca bu yapılan, apaçık bir suç ortaklığıdır. Adalete vurulan
bir darbedir. Hukukun ilkelerini tamamen göz ardı etmektir.[1]
Sonuç olarak, iyi zan beslemek elbette doğrudur, ancak bütün somut sağlam
delillere rağmen yanlış yapan kimseyi savunmak da yanlıştır. Bu aradaki ince
ayrıntıyı iyi fark etmek gerekir. Bunu yapamayanların kendilerine zulüm
ettikleri açıktır. Bu itibarla, suçluya sahip çıkmanın pasif suç ortaklığı
olduğu akıldan çıkartılmamalıdır. (21.12.2011)
Yorumlar
Yorum Gönder