Mültecilere Sahip Çıkmak ve İslâm (227)
Toplumumuzun büyük bir kesiminin dünyadaki zayıf, çaresiz ve korunmasız
insanlara nasıl davranılacağına ilişkin Kur’ân-ı Kerîm’in açık ve sarih
emirlerinden habersiz oldukları ve son derece yanlış değerlendirmelerde
bulundukları görülmektedir. Bu itibarla böyle bir makale yazarak dikkatleri hatalı
anlayış ve bilgi eksikliğine çekmeyi ve bunları düzeltmeyi amaçlıyoruz. Zira
böyle yanlış bir yaklaşımın ivedilikle düzeltilmesi ve Kur’ân ışığında meseleye
bakılması gerekmektedir. Bunun için de söz konusu âyetlerin bilinmesi uygun
olacaktır.
Nitekim Nisa Suresi’nin 74 ve 75. âyetleri gayet açıktır. Birlikte
okuyalım.
“Öyleyse, bu dünya hayatını ahiret ile takas etmek isteyenler Allah yolunda
savaşsınlar! Allah yolunda savaşan herkese, ister öldürülmüş olsun ister zafer
kazansın, zamanı geldiğinde büyük bir mükâfat ihsan edeceğiz. Nasıl olur da
Allah yolunda savaşmayı ve “Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu topraklardan
kurtar[ıp özgürlüğe kavuştur] ve rahmetinle bizim için bir koruyucu ve destek
olacak bir yardımcı gönder!” diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve
çocuklar için savaşmayı reddedersiniz? İmana ermiş olanlar Allah yolunda
savaşırlar, hakikati inkâra şartlanmış olanlar ise şeytanî güçler uğrunda. O
halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; Şeytanın hile ve tuzakları kesinlikle
zayıftır.”[1]
Görüldüğü üzere şartlar oluştuğunda hem Allah yolunda hem de zayıf ve
çaresizlerin temel haklarını korumak maksadıyla savaşmak müslümanlara yüklenen bir görevdir.
Bu kadar açık ifadeler göstermektedir ki, temel insan haklarından mahrum
bırakılan ırkı, inancı, mezhebi ne olursa olsun her mazluma sahip çıkmak,
ezilmiş bu insanların haklarını savunmak ve bu uğurda gerekirse ölmeyi göze
almak “mezkûr âyetlere imanın ve Yüce Allah’a itaatın” bir gereğidir. Aksine
davranış bu âyetleri doğru anlamamak olacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm ezilmiş, yurtlarından sürülüp çıkartılmış ve yaşam hakları
tehlikede olanlar için “savaşın bile göze alınmasını” müslümanlara emrederken, geçici
barınaklar inşa edip “ekmeğini ve suyunu mültecilerle paylaşmamamak” ve yardıma
muhtaç olanlara maddî ve manevî yardım eli uzatmamak doğru değildir. Sadece
kendi çıkarlarını düşünmek ve bu âyetlere gereken değeri vermemek için türlü türlü
bahaneler aramak İslâm’ı anlamamak ve Yüce Allah’ın emrine açıkça karşı gelmektir.
Bilinmelidir ki, zalimler tarafından ezilmiş ve ezilmekte olan insanlara
sahip çıkmak ve mazlumlar adına her türlü mücadeleyi vermek müslümanlar için
bir ödevdir/imtihandır. Böyle bir durumla karşılaşan müslüman, imtihan olduğunu
bilmek ve nerde durduğunu gözden geçirmekle mükelleftir. Bununla beraber işin kolayına kaçarak
kendilerine Yüce Allah’ın yüklediği bu görevi tekrar “fiili duayı” yapmadan “sözlü
duayla” Yüce Allah’a havale etmek de tembellik, aymazlık ve acizliktir.
Bu itibarla, Allah yolunda savaşmanın göründüğü kadar kolay ve ucuz
olmadığı anlaşılmalıdır. Bu görev ciddi özveriler ve fedakârlık gerektirir. Şu âyeti
birlikte okuyalım:
“Kendilerine “Ellerinizi (şimdilik savaştan) çekin, namazlarınızda
dikkatli ve daim olun, arındırıcı (malî) yükümlülüğünüzü yerine getirin!”
denilenlerden haberdar değil misin? Ama onlara [Allah yolunda] savaşmaları
emredilir edilmez, bazısı, Allah'tan korkması gerektiği gibi -hatta daha da
büyük bir korkuyla- insanlardan korkmaya başlar ve “Ey Rabbimiz! Neden bize
savaşmayı emrettin? Keşke bize biraz mühlet verseydin!” derler. De ki: “Bu
dünyanın keyfi ve rahatlığı çok kısa ömürlüdür -ama ahiret, Allah'a karşı
sorumluluklarının bilincinde olanlar için en iyisidir- çünkü hiç biriniz, kıl
kadar haksızlığa uğramayacaksınız.”[2]
Bu âyetten anlaşılacağı üzere haklı bir dava uğrunda canını fiziksel
tehlikeye atmakta gösterilecek bir isteksizlik, kişinin imanın derecesini
göstermesi bakımından önemlidir. Sadece belli bazı “malî ve bedenî ibadetleri”
yaparak cennete gireceğini zanneden insanların bu âyetler üzerinde düşünmeye
başlamaları yerinde olacaktır.
Zayıf ve çaresiz insanların hakları için savaşmayı reddetmek hem
bahsettiğimiz bu âyete hem de başka âyetlere[3] karşı
gelmektir. Bırakın savaşmayı böyle insanlara “ufacık maddî yardımın”
yapılmasını engellemeye çalışanların ikiyüzlüler olduklarını bizzat Kur’ân-ı Kerîm
haber vermektedir.[4]
Diğer taraftan Allah Teâlâ, bahsettiğimiz bu görev ve sorumluluğu şu âyetlerde
ifade edildiği üzere zaten mü’minlere yüklemektedir:
“(Ey mü’minler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber'i (yurdundan) çıkarmaya
kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı
savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) mü’minler
iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır. Onlarla savaşın
ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi
onlara galip kılsın ve mü’min toplumun kalplerini ferahlatsın. Ve onların (mü’minlerin)
kalplerinden (sıkıntıya düştükleri) o gayzı (huzursuzluk,
endişe, korku, bunalım, stres, depresyon, üzüntü vs.) gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul
eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”[5]
Âyetlerden anlaşılacağı üzere Yüce
Allah, mü’minlerin elleriyle zalimleri cezalandırmayı istemektedir. Ama müslümanlar
bu vazifeyi tekrar Yüce Allah’a havale etme kolaycılığı yapmaktadır. Bu
konu üzerinde de ciddiyetle düşünülmesi ve doğru bir dua anlayışına sahip
olunması gerekmektedir. Zira müslümanlar yeryüzünde baskı ve zulüm ortadan
kalkıncaya kadar savaşmakla emrolunmuşlardır.[6] Ancak
bu âyetleri hiç duymamış, bu âyetler sanki hiç inmemiş, onlardan habersizmiş
gibi davranmak da doğru değildir.
Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetin öngördüğü bir İslâm
toplumu olmak için yapılması gerekenler bellidir. Sadece belli bazı ibadetleri
yaparak kurtuluşa ereceğini, Yüce Allah’ın rızasını kazanacağını ve cenneti
elde edeceğini zannetmek hatalı ve yanıltıcıdır. Dünya ve ahiret saadeti için mü’minlerin
İslâm’ın diğer emirlerini de öğrenmeleri ve uygulamaları gerekir. Kısaca zulme
uğrayan masumlara ve korunmaya muhtaçlara sahip çıkmak İslâm’ın bir emridir.
Gerekirse bu uğurda savaş bile göze alınmalıdır. Kaldı ki savaşmak gibi en zor görev
emrediliyorsa ondan çok daha kolay olanı, yani “mültecilerle ekmeğini ve suyunu
paylaşmak” zaten yapılması gerekendir. Ancak bırakın savaşıp şehit olmayı
dünyanın başka coğrafyalarında açlık ve kıtlık çeken insanlara maddî yardım
etmeyi, yurtlarından kovulanlara kucak açıp destek olmayı, katliamdan kaçanlara
maddî olarak el uzatmayı bile çok gören kimselerin gerçek anlamda iman
etmediklerini ve bu âyetleri ciddiye almadıklarını söylemek yanlış olmasa
gerektir. (07.09.2012)
Yorumlar
Yorum Gönder