Kürtaj, Özgürlük Sorunu ve Yaşam Hakkı (223)
Kürtajı bir özgürlük meselesi olarak gören ve öyle ifade edenler olduğu
gibi insanın yaşam hakkının elinden alınması olarak gören ve öyle
değerlendirenler de vardır. Biz ikinci grupta yer almakta ve kürtajı “insanın yaşam hakkına” müdahale
olarak görmekteyiz.
Bir birey, “kendi hayatıyla
ilgili” her türlü kararı kendi özgür iradesiyle elbette alır ve almalıdır. Zira
dünyadaki imtihanın da anlamı budur. Kaldı ki ahirette bu tercihlerinin hesabını
verecek ve sonuçlarına da katlanacaktır.
Ancak cinsel ihtiyaçlarını karşılarken gerekli tedbirleri almayarak
hamile kalan bir kadının karnında taşıdığı “o canı, o cenini, o fetusu, o
insanı” aldırmaya, öldürmeye ve onu yok etmeye hakkı ve yetkisi asla yoktur.
Zira karnında taşıdığı o can onun malı değildir ve o can ona emanettir. Onu
kendi malıymış gibi göremez ve gösteremez. O canlının dünyaya gelmesini
sağlamak görevi, hem kadına hem erkeğe hem de o topluma düşer. Zira savunmasız
yavruyu meşru mazaret yokken anne karnındayken öldürmek cinayetten farksızdır.
Dolayısıyla kürtaj yaptırmayı “özgürlük”
olarak görmek mümkün değildir. Zira işin içine artık “bir canlı (insan)” dâhil olmuştur ve o canlının yaşam
hakkının elinden alınması ise suçtur, cinayettir ve bu asla bir “özgürlük
sorunu ve tercih hakkı” değildir ve olamaz.
Burada doğum kontrolü yapmayan ve önceden gereken tedbirleri almayanlar
suçludur. Suçlu, masum o cenin değildir. Onu suçlu görüp ortadan kaldırmak vahşettir. İşin kolayına kaçmaktır.
O canlıyı kurtarmak ve yaşamasını sağlamak tüm insanlığın ortak ödevidir.
Öte yandan kürtajı sadece “dindarların sorunu” gibi gösteren yaklaşımlar
sorunludur. Zira bu tüm insanlığı ilgilendiren bir meseledir.
Kürtaj, bir insanın yaşam hakkının alenen elinden alınmasıdır. Nasıl aklıselimi,
sağduyusu ve bozulmamış vicdanı olan insan suçsuz ve savunmasız birisinin
öldürülmesine tepki gösterir, bunu kabul edemezse aynı şekilde masum bir
embriyonun/ceninin öldürülmesine de karşı çıkar ve bu vahşeti onaylayamaz.
Özellikle şunun altını çizelim ki,
kürtaja karşı çıkmanın dindarlıkla ilgisi yoktur, aksine “adaletle” ilgisi
vardır. Vicdanını kirletmemiş, kalbini taşlaştırmamış, adalet duygusunu kaybetmemiş
bir birey ister ateist, ister deist, ister agnostik olsun bu vahşete karşı
sesini yükseltmek zorundadır. Korunmasız, zayıf, masum, suçsuz, gühahsız o ceninin yanında yer
almak ve onun yaşam hakkını sonuna kadar savunmak mecburiyetindedir.
Bu itibarla, kürtajı sadece dindarların sorunu gibi görmek ve göstermek
yanlıştır.
Tüm insanlığın ortak sorunu kürtajı “özgürlük meselesi/tercih hakkı” gibi
göstermeye çalışmak da kesinlikle doğru değildir. Zira bu özgürlük sorunu değil
savunmasız bir bireyin yaşam hakkının zorla eliden alınıp alınamayacağı
meselesidir.
Aklını ve sağduyusunu yitirmemiş, vicdanını karartmamış ateist/deist/putperest/müşrik
vs bir insanın anne karnındaki o ceninin yaşam hakkını savunması gerekir. Zira
bu bozulmamış fıtratın tabiî bir sonucudur. Ancak hayvandan daha aşağı derekelere sürüklenmiş ve şeytanlaşmış kimseler
aksini savunabilir. Samimi ve sağduyu sahibi bir insan, durduğu yeri çok
iyi belirlemeli ve neyi savunduğuna çok dikkat etmelidir.
Bu nedenle kürtajı savunanların o
ceninin yerine kendilerini koyarak düşünmeleri gerekir. Eğer onlar da anne
karnında ve savunmasızken, yapayalnızken, yardıma ve korunmaya muhtaçken
ebeveynleri tarafından istenmedikleri için parçalanarak hunharca öldürülselerdi
bugün hayatta olabilecekler miydi?
Bir ceninin (insanın) dünyaya gelip yaşamasına karar verme hakkı “anne ve
babanın” insafına terk edilebilir mi? Bu olacak şey midir? Bu adalet midir? Bu
nasıl bir hukuk anlayışıdır? Bu nasıl bir özgürlük anlayışıdır? Suçu günahı
olmayan bir ceninin yaşam hakkına keyfi olarak son vermek savunulacak bir şey
midir?
O nedenle kürtajı savunanların bu
empatiyi yapmaları ve doğru düşünmeleri kendi lehlerinedir. Söz konusu bir
insanın yaşam hakkı olunca “kürtajdan/onu öldürme özgürlüğünden” söz edilemez.
Zira böyle bir özgürlük kimseye verilemez. Bunu özgürlük adına yapan kişi ister
kadın ister erkek olsun kesinlikle canidir, katildir, fıtratına yabancılaşmış,
şeytan tarafından gemleri ele geçirilmiş bir canavardır.
Bugün ısrarla kürtajı savunan, “Bu
beden benim!” diyen, o çocuğun yaşam hakkını hiçe sayan, bir insanı
öldürdüğünü, bir bebeğin yaşam hakkını elinden aldığını bir türlü anlamak
istemeyen hedonistlerin tavırlarını
düşüncesizce savunan kişi bu cinayete ortaktır.
Tekrar ifade edelim ki, bu bir “özgürlük sorunu” değil, “insanın yaşam
hakkının elinden alınıp alınmaması” meselesidir.
Nitekim eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, “hukuka göre hayat hakkının devredilebilen,
vazgeçilebilen bir hak olmadığını”,
anne karnındaki ceninin/bebeğin “kendisine ait bir hayat hakkı” olduğunu açıkça
belirtmiştir.
Görmez: “Ne annesinin ne de
babasının cenin üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde
vazgeçme ve onu sonlandırma yetkisi de yoktur. Bu yüzden gebe olan anne; 'beden
benim değil mi, ben onu istediğim gibi kullanırım, bebek de yaparım, istersem
onu da atarım' deme hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü karnındaki bebeğin
gerçek anlamda sahibi/maliki o değildir. Keyfi olarak onu terk edemez,
öldüremez. Ona bakmak, korumak ve yaşatmakla görevli bir emanetçidir”
demektedir.
Bu bakımdan dini ve dindarlığı bir kenara koyup “fıtratını bozmamış bir insan
olarak” düşünmeye başlamak bile bazı gerçeklerin anlaşılmasına katkı
sağlayabilir. Dokuz ay on gün sonra dünyaya “insan” olarak geleceği “kesin olan
bir yavrucağa” kıymak ve onun yaşamına son vermek şeytanî bir davranıştır. Bunun
özgürlükle hiçbir alakası yoktur. Kürtaj apaçık yaşam hakkı ihlalidir. Kim
bilir belki de o canlı ileride insanlığa çok büyük yararlar sağlayacak bir
kimse olabilir. Böyle bir yavrunun yaşamını sonlandıran ancak bir cânîdir.
Sonuç olarak, anne karnındaki ceninin öldürülmesine seyirci kalmak ve
kürtajı savunmak bir akıl tutulmasıdır. Meseleye hukuk, adalet, fıtrat, hikmet,
bilim, akıl ve ma’ruf açısından bakan gerçeği görür. Ancak çıkarı, menfaati,
hazzı, zevki önceleyen sonra da özgürlük kılıfının arkasına saklanarak cinayeti
savunan ise “şeytan tarafından ele geçirilen bir kimse” olduğu için asla
gerçeği göremez, idrak edemez ve kaçınılmaz olarak ahirette cehennemi boylamayı
da hak eder. (13.07.2012)
Yorumlar
Yorum Gönder