İmam Nikâhı Diye Bir Şey Yoktur! (195)
Bu makalenin başlığına bakarak yazının tamamını okumadan ve anlamadan
yorum yapacak ya da şahsımıza doğrudan saldıracak ve hakaretlerde bulunacak
olanlara şöyle söyleyerek başlamamız yerinde olacaktır: Bu zavallılar kul hakkı
ihlali yaptıkları için ahirette onların gözlerinin yaşına hiç bakmadan
sevaplarını alacağımı; sevapları yoksa da günahlarımın onların omuzlarına
yüklenmesini zevkle seyredeceğimi bilmelerini isterim. Öte yandan, yapıcı ve
olumlu eleştiriye açık olduğumuzu, duygusal olmayan mantıklı, bilimsel,
objektif ve tutarlı öneri ve teklifleri ciddiye alıp değerlendireceğimizi de
ifade etmek isterim.
Yazının girişinde bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konuyu açıklamaya geçebiliriz.
Böyle bir yazıyı kaleme almamızın ve bu şekilde dikkat çekici bir başlık seçmemizin
temel amacı, toplumda bu konuda
gördüğümüz ciddi bilgi eksikliği ve kafa karışıklığıdır. Bu konunun emekli ya
da halen görevde olan çoğu din görevlisi tarafından doğru, tutarlı ve mantıklı
bir şekilde değerlendirilememiş ve halen de yanlışlar yapılıyor olmasıdır.
Nikâh gibi ciddi bir konuyu gizli kapaklı ya da “iki yalancı (!) şahidin”
şahitliğiyle yapan, bunu topluma ilan etmeyen, kaydı kuydu olmayan, bu tür bir nikâhla
güya vicdanlarını rahatlatan “zavallı kadın ve erkeklerin” sayılarının hızla
artmakta oluşudur.
Bu tür nikâhların kıyılmasına alet olan “sözde hocaların/hoca
müsveddelerinin” kendilerini bu konuda ehil görerek büyük bir sorumluluğun
altına bilinçsizce girmeleri ve “az bir para karşılığında” “imam nikâhı” diye adlandırılan komediye ortak
olmalarıdır.
Bu büyük hatayı/yanlışı
düşünmeksizin yapan tipleri ve bunlara aracılık eden emekli ya da görevde
olanları uyardığımızda da almış olduğumuz düzeysiz, seviyesiz, bilgi ve
birikimden yoksun, ahlak ve edep dışı söz ve davranışların şahsımıza pervasızca
sergilenmiş ve sergileniyor olmasıdır.
Şunu açıkça ifade edelim ki, hukuki bağlayıcılığı ve yaptırımı olan resmi
ve geçerli nikâh olmaksızın “göstermelik basit bir dinî törenle” ve bunun da “kapalı
kapılar arkasında” gizlice yapılmış olması “asla sahih nikâh akdi” değildir;
olsa olsa tarafların kendilerini kandırmaları/aldatmalarıdır. Böyle bir nikâh
sadece züğürt tesellisidir. Dolayısıyla bu şekilde yapılan nikâh sonucu cinsel
birliktelik yaşayanlar kesinlikle “zina ettiklerini” bilmelidir.
Zira nikâhın asli iki temel unsurundan birisi bu nikâhın resmen “kayıt altına alınması ve hukukun güvencesi altında”
bulunmasıdır. Bir diğeri ise “aleniyettir.”
Yani bu nikâhın içinde yaşadıkları topluma ilan edilmesidir. Bir başka ifadeyle böyle bir nikâhın
gerçekleştiğini erkek ve kız tarafının anne, baba, akraba, arkadaş, eş, dost ve
tanıdıklarının bilmesi ve öğrenmesidir. Bu iki önemli şartı içermeksizin kıyılacak hiçbir nikâh doğru, geçerli,
muteber ve makbul değildir. Gizli kapaklı yapılan bütün nikâhlar boş ve geçersizdir.
Mesela, üniversite öğrencilerinin kendi aralarında gizli kapaklı nikâh
kıyıp cinsel ilişki kurmaları zinadan başka bir şey değildir. Böyle gençlere aracılık ederek “sözde imam nikâhı”
kıymak ise tam bir rezalet ve komedidir. İslam dininin nikâh konusundaki
temel esprisini ve yaklaşımını anlamaktan aciz kimselerin yaptıkları bu eylem
tam bir aymazlıktır/tiyatrodur.
Böyle bir nikâhı kıymak isteyenlere alet olmak ise ciddi bir vebali
üstlenmektir.
Karısından ve çocuklarından habersiz, anne, baba ve yakın çevresine
duyurmadan gizlice ikinci bir kadınla “sözde imam nikâhı” ile evlenmek de aynen
böyledir. Birinci eşin gönlü, rızası ve onayı alınmadan yapılacak bu tür bir nikâh
asla geçerli değildir.
Ayrıca belirtilmelidir ki, kız ve erkek taraflarının yakın çevresinin
habersiz olduğu bu tür nikâhların geçerli ve makbul olduğunu iddia edenler fena
halde yanılmaktadırlar. Bu kişiler eğer o kadar dürüst ve samimi iseler,
kendilerine güveniyorlarsa bunu açıktan, cesur ve korkusuzca yapmalı, herkese
ilan etmeli ve bütün sorumluluğu da almalıdırlar.
İkinci eş olarak evlendiği kadının bütün hak ve sorumluluğunu almaktan
çekinen ve “sözde imam nikâhı” şaklabanlığının arkasına sığınarak “yaptıkları
bu komediye” dini kılıf bulmaya
çalışanlar da asla “gerçek mü’min” değildir. Bunlar kendi kızına
yapılmasını istemediği bir yanlışı başkasının kızına -hiç vicdanı sızlamadan-
yapan alçaklardır, namus yoksunlarıdır, hedonist, gösterişçi, şekilci ve dindar
geçinen ahlaksızlardır.
Nitekim Nisa Sûresi 21. âyetin ruhunu/maksadını kavrayanlar ne demek
istediğimizi doğru anlayabileceklerdir. Lakin kavramak istemeyenler ise körü
körüne yanlış gelenekleri savunmaya devam edebileceklerdir. Rabbimiz bu âyette
evliliğin “sağlam bir taahhütle”
yapıldığını/yapılması gerektiğini açıkça ifade etmektedir.
Ancak bahsettiğimiz şekilde yapılan ciddiyetten yoksun “sözde imam nikâhlarının”
hiçbir bağlayıcılığının olmadığı, sağlam bir taahhüt içermediği ve sonunda
kaybedenlerin genellikle kadınlar olduğu ortadayken, gerekli yasal tedbirleri
almayarak bu tür nikâhları yapanlar, yaptıranlar, bunların doğruluğunu
savunanlar ve milleti yanıltanlar ahirette kesinlikle sorumlu olacaklarını
bilmelidirler. Zira “sağlam taahhüt”,
sadece sözle yapılan değil, güvenilir şahitlerin bilgisi dâhilinde, kayıt
altına alınan ve yaptırımı da olan “resmi bir sözleşmedir.”
Biz bu âyete ve Kur’ân’ın geneline bakarak kendi adımıza “nikâhın sağlam bir sözleşme ve müeyyideleri
de olan kat’î bir anlaşma” olması gerektiğini düşündüğümüzden şimdi bu
satırları kaleme alıyor ve tüm müslümanları uyarıyoruz.
Zira bir konuda kesin söz vermek çok önemli olup gereğinin mutlaka yerine
getirilmesi elzemdir. Nitekim kesin söz vermek, ama sonrasında da sözünden
dönmek konusunda Rabbimizin ciddi uyarılarını görmek ve ders almak isteyenlerin
dipnotta verdiğimiz âyetlere yakından bakmaları ve bunlar üzerinde derin
tefekkür etmeleri kendi faydalarına olacaktır.[1]
Özetle biz bu köşe yazısında kısaca şunu ifade etmeye çalışıyoruz:
Bu kadar önemli olan bir taahhüdün/sözleşmenin
gizli kapaklı ve kapalı kapılar ardında herkesten habersiz şekilde yapılması,
tarafların yakınlarının “böyle bir evliliği (!)” hiç bilmemeleri ve devletin
güvencesiyle bunun kayıt altına alınmaması “Kur’ân’ın genel ilkeleriyle” hiçbir
şekilde bağdaşmamaktadır/örtüşmemektedir.
Durum böyle olunca bu tür nikâhları onaylamak, bunları meşru görmek ve göstermek kanaatimizce mümkün değildir.
Kayıt altına alınmayan ve ispatlanması zor olan konularda insanların
menfaatleri gereği nasıl olumsuz tavırlar takındıklarını, işledikleri suçları
inkâra yöneldiklerini, sorumluluklarından kaçtıklarını, mükellefiyetlerini
yerine getirmemek için kırk dereden su getirdiklerini, zeytinyağı gibi üste
çıkmaya çalıştıklarını, iftiraya yeltendiklerini, vaatlerini tutmadıklarını
bilmemek ve geçmişin bu acı tecrübelerinden faydalanmamak, apaçık akılsızlık ve
ahmaklık olacaktır. Tüm bu zaaflarla malul insanoğlunun ne kadar aşağıların
aşağısına düşebildiğini ve hak yoldan sapabildiğini en iyi bilen Rabbimiz
düşünen ve akıl eden insanlar için Kur’ân’da gereken uyarıları doğrudan ve
dolaylı olarak yapmıştır.[2]
Dolayısıyla bize göre geçerli nikâh,
topluma ilan edilen ve hukukî yaptırımları da olan bir akit olmak zorundadır. “Nikâhı
def (davul) çalarak ilan ediniz!” diyen Hz. Peygamber’i doğru
anlamayarak, dediğinin tam tersine nikâhı gizli kapaklı kıymak, çevresine
duyurmamak acaba ne kadar İslamîdir bunun üzerinde ciddiyetle durulması ve düşünülmesi
gerekmektedir.
Bu itibarla, şeffaflıktan
ve hesap verebilirlikten uzak, kapalı kapılar arkasında iki sahtekâr/uyduruk/kıytırık
şahitle, yalancı, paracı, din tüccarı “sözde hocalar” tarafından gizlice
kıyılan, devletin kayıtlarına girmeyen, hiçbir bağlayıcılığı olmayan nikâh, adı
her ne kadar “imam nikâhı” veya “dini nikâh”
da olsa boş, anlamsız, geçersiz ve hükümsüzdür. Kanaatimizce böyle bir “imam nikâhı”
yoktur ve bu tür bir nikâh merasimi de yok hükmündedir. Yani,
“keenlemyekün”dür. (Dikkat ediniz “nikâh
diye bir şeye yok” demiyorum, böyle bir “sözde imam nikâhı” ya da böyle bir “dini nikâh” yoktur diyorum.)
Öte yandan “dinî nikâh” ve “imam nikâhı”
gibi kavramlar sonradan ortaya çıkmış garip uygulamalardır. Zira nikâh, adı
üstünde nikâhtır. Dinî olan ve dinî olmayan diye bir ayrım yapılması da doğru değildir
ve olmamalıdır.
Çünkü nikâh, asırlardır dünyanın
her yerinde, her toplumda dinî, millî ve kültürel unsurları da içinde
barındıracak şekilde muhteşem bir törenle yapılır ve coşkuyla kutlanır. Böylece
o toplum, o çiftlerin evli olduklarını bilir. Kayıtlar tutulur. Bağlayıcılığı
olur. Nesiller sağlıklı şekilde tespit edilir. Miras ve benzeri konularda bu nikâhın
sonuçları esas alınır.
Dolayısıyla içinde yaşanılan
toplumda bir takım zorunluluklar nedeniyle ortaya çıkmış bu tür kavramları (dinî
nikâh, imam nikâhı) hemen sahiplenip bilinçsizce onları savunmak, İslam’ın maksadını,
amacını, gayesini, hedeflerini, özünü ve ruhunu kavramamaktır.
Diğer taraftan ikinci kadınla evlenmenin kanunen yasak olduğu ortamlarda,
böyle bir yasal zorunluluk nedeniyle toplumun ve evlenecek tarafların
yakınlarının bilgisi dâhilinde, gerekli mehir tam olarak ödenmek ve diğer hukukî ve ahlakî sorumluluklar da eksiksiz yerine getirilmek kaydı şartıyla “yapılacak ikinci evlilik” mümkün olabilir.
Lakin bunu söylemiş olmamız bizim hiçbir meşru ve geçerli mazerete dayanmaksızın
sadece cinsel arzuları tatmin amacıyla yapılacak böylesi ikinci evlilikleri
onayladığımız ve kabul ettiğimiz anlamına da kesinlikle gelmemektedir.
Biz Yüce Allah’ın açıkça ifade ettiği üzere “adaletten ayrılmama ilkesinin” göz önünde bulundurulmasını
önemsediğimizden yıllardır “tek eşliliği” savunduk, savunuyoruz ve savunmaya
devam edeceğiz. Dörde kadar evliliğin
bir ruhsat/izin olduğunu ve kesinlikle bunun “bağlayıcılığı olan bir emir”
olmadığını tekrar tekrar ifade ediyoruz. Zira bunu algılamaktan
ve anlamaktan uzak insanların çoğaldığı bir ortamda bunların sık sık tekrar
edilmesi zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır.
Sanki İslam, dört kadınla evliliği teşvik ya da emrediyormuş
gibi âyeti anlamak, yorumlamak ve de
insanlara öyle anlatmak çok büyük bir sorumluluğu üstlenmek demektir.
Zorunlu hallerde bir çıkış yolu olarak gösterilen bu ruhsatı “kesin emir”
gibi sunarak İslam’ı yanlış tanıtmak son derece sakıncalıdır. (Hemen burada yanlış anlayacaklar için
gerekli uyarıyı yine yapalım. Biz teaddüd-ü zevcâtı yani, bir erkeğin dört
kadınla evliliğini reddediyor ve bu âyete karşı geliyor değiliz. Bu âyette
ifade edilen dörde kadar evliliği kabul ediyor, ancak bunun “kesin emir” değil, zorunlu hallerde uygulanacak
“bir ruhsat/izin” olduğunu
ve “herkes için geçerli olamayacağını” ifade etmeye çalışıyoruz.)
Zira Hz. Peygamber kendi kızı Fatma’nın üzerine kuma getirmek isteyen Hz.
Ali’ye şiddetle itiraz ederken; “Fatma’yı
üzen beni de üzer” demiştir. Bu durum, aslında bize bir gerçeği
öğretmekte ve esas olanın “tek eşlilik” olduğunu, Kur’ân’ı çok iyi anlayan Hz.
Peygamber’in muradının da bu yönde olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Ama Hz. Peygamber’in bu
uygulamasını/tavsiyesini görmek ve anlamak istemeyerek hâlâ nefsani duygularını
tatmin amacıyla ve de adaleti sağlayamayacakları açık ve aşikâr olduğu halde,
çok eşliliği sanki Kur’ânî emirmiş gibi savunmak İslam’ı anlamamaktır. Bu
hususta direnmek ve hatayı savunmak ise başlı başına bir problemdir.
Tekrar ifade edelim ki, elbette
çok eşlilik zorunlu durumlarda uygulanabilir. Ama bu kesin emir değildir. Bunu maksatlı
olarak kesin emir gibi göstermek İslam’a yapılmış büyük bir iftiradır. İslam’a
olumlu gözle bakmayan çevrelerin sürekli olarak bu âyet üzerinden İslam’a
saldırdıkları unutulmamalıdır. Müslümanların âyetleri yanlış anlayarak,
anlatarak ve uygulayarak yanlış anlamalara sebebiyet vermeleri ise doğru
olmamaktadır. Zira bu şekilde yapmak, İslam’ı kötü, sevimsiz, itici, çirkin, karşı
cinsler arasında ayrımcılık yapan, kadını dışlayan, kadına hak ettiği değeri
vermeyen, kadını ezen, kadını hor gören bir dinmiş gibi tanıtanların eline
büyük bir koz vermektir ki bu da doğru değerlendirilmelidir.
Öte yandan, İslam’ı dünyaya tebliğ ve temsil gibi önemli bir vizyonu ve
misyonu olan müslümanların hâlâ bu tür nikâh ve çok eşlilik gibi konuları
çözememeleri ve bu konularda ciddi kafa karışıklığı içinde olmaları ise oldukça
üzücü, düşündürücü ve manidardır. Bu yanlışlardan bir an önce kurtulmak
mecburiyeti vardır. Zira yapılacak bir sürü görev dururken, “dünya İslam’a,
adalete ve barışa susamışken”, hâlâ bunlarla uğraşmak son derece yanlıştır. Bu
sorunları ortadan kaldırmak ve elini taşın altına koymak için gayret etmeyen ve
hatada ısrar edenlere Yüce Allah bunun hesabını ahiret günü mutlaka soracaktır.
Özetle, nikâh vardır; ancak açıktan ve aleni olarak yapılan ve kayıt
altına alınan bir nikâh makbul, geçerli ve muteberdir. “İmam nikâhı” ve “dini nikâh”
gibi kavramlar sonradan ortaya çıkmıştır. Özellikle İslam’ı doğru anlamak
isteyenlerin ve bunun sorumluluğunu yüreklerinde ve derinden hissedenlerin
toplumda yaygın olan bu terimlerin içeriklerini doğru algılaması ve iyi analiz
etmesi şarttır. Bu itibarla, mezkûr nikâhlarda figüran olmayı kabul eden ve çok
büyük bir yükün altına az bir paha/para karşılığında giren “sözde hocaların/ hoca
müsveddelerinin/merdivenaltı din tüccarlarının/çakma ilahiyatçıların”
kulaklarını çınlatmayı bir görev bilmekteyiz.
Sonuç olarak, nikâhın “dinî”
ya da “imamla” yapılanı diye bir şey yoktur. Nikâh toplumun bilgisi dâhilinde ve hukuken kayıt altına alınarak yapılan
bir evlilik sözleşmesidir. Esas olan bu iki şartın gerçekleşmiş olmasıdır.
Ancak, nikâhın nasıl, nerede, ne şekilde, hangi kıyafetlerle, kaç gün ve kimler
tarafından kıyılacağı ise ülkeye, coğrafyaya, bölgeye, örfe, âdete ve geleneğe
göre değişkenlik gösterebilir. Bu bakımdan, şekle takılıp özü ihmal etmek asla
doğru değildir. Elbette usul önemlidir, ama meselenin esasını/ruhunu devre dışı
bırakarak usule/şekle odaklanmak ve buradan yanlış yollara sapmak, kişileri ve
toplumları yanlış yollara ve doğru olmayan sonuçlara sürüklemiştir ve bundan
sonra da sürükleyecektir. (08.07.2011)
Yorumlar
Yorum Gönder