İki Müslüman Kavgaya Tutuşursa Yapılması Gereken Nedir? (232)
İnsanlar zaman zaman menfaatleri söz konusu olduğunda, adaletin önemini
tam olarak kavrayamadıklarında, şeytanî sesin esiri olup keyfi ve hissi
kararlar aldıklarında, öfkelerini kontrol edemediklerinde, empatiyi gerçek
anlamda içselleştiremediklerinde, kendilerini çok önceden bazı söz, tavır ve
davranışlarla olumsuz anlamda şartlandırdıklarında, şeytanın yönlendirmelerine
kendilerini açık hale getirdiklerinde derhal kavgaya tutuşabilir ve kendileri
için tehlike gördükleri kimselere sözlü veya fiilî saldırıda bulunabilirler.
Böyle durumlarda bir tarafın haksız olduğu ve tamamen keyfi karar alarak
diğer tarafı ezmeye kalkıştığı açıktır. Zira her iki tarafında haklı olduğu
durumlar çok nadirdir/istisnaîdir. Genellikle bir taraf saldırgandır ve
zalimdir. Diğer taraf ise zulme maruz kalmıştır ve mazlumdur; kendini savunma
çabası içindedir. Böyle bir durumda mü’mine düşen görev, araştırdıktan sonra
mutlaka haklı olan tarafın yanında yer almak ve adaletin gereğini yerine
getirmektir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’in emri açıktır. Âyet-i kerîmeyi birlikte
okuyalım.
“O halde, mü’minler içinden iki grup çatışırsa onlar arasında barışı sağlayın;
ama sonra, iki [grup]tan biri diğerine haksız şekilde davranırsa, [davranışı]nı
Allah'ın buyruğuna uygun hale getirinceye kadar, haksızlık yapan taraf ile
mücadele edin. Eğer (yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde
aralarını bulun ve [onlara] eşit davranın: çünkü Allah, eşit davrananları
sever! Sadece ve sadece mü’minler kardeştir. O halde, [her ne zaman araları
açılırsa] iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun
bilincinde olun ki O'nun rahmetine nail olasınız.”[1]
Görüldüğü üzere iki mü’min grup kavgaya tutuşursa yapılması gerekenler
bellidir. Tüm mü’minler bu iki grup arasında barışı sağlamakla ve adaleti yeniden
tesis etmekle görevlidir.
“Bana ne! Bana dokunmayan yılın bin yıl yaşasın”, “Ben karışmam, onlar
zaten bizim gruptan, bizim mezhepten, bizim tarikattan, bizim aşiretten
değildi” yahut “Oh oldu.
O da çok konuştuydu” deme hakkına kâmil mü’min sahip değildir ve
olamaz. Zira haksızlık yapana karşı
ortak tavır takınmak, bu tavrı sonuna kadar savunmak ve kararlılıkla uygulamak
gerekir.
Öte yandan saldırgan tarafa zaman kazandırmak amaçlı oyalama taktikleri
ise son derece yanlıştır ve bu da olgun bir mü’mine asla yakışmaz.
Nitekim Yüce Allah’ın koyduğu hukuk ilkelerine uyuncaya kadar haksızlık yapan
zalim tarafla gerektiğinde savaşın bile
emredilmesi çok önemlidir. Ayrıca bu âyette barışın tesis
edilmesine ve İslâm kardeşliğine vurgu yapılması da mühimdir. Demek ki mü’minler
haksızlıklar karşısında susmayacak ve hatasında ısrar eden ve zulme devam eden tarafı
etkisiz hale getirinceye kadar en güzel mücadele metodunu sergileyecektir. Eğer
saldırgan taraf barışa yanaşmıyorsa gerektiğinde onlarla da doğru yola
gelinceye kadar savaşacaktır.
Buradan anlaşılmaktadır ki mü’minlerin de kendi aralarında zaman zaman anlaşmazlıklar
yaşanabilir; kavgalar olabilir. Yapılması gereken bu kavgaları seyretmek değil,
tedbir alıp kavgaya, itişip kakışmaya, saldırıya ya da savaşa son vermektir.
Aksi takdirde mü’minlerin gücü zayıflar, zaman ve enerjileri boşa harcanmış
olur.
Mesela bir örnekle konuyu
açıklamaya çalışalım.
Herhangi bir kurumdaki bir amir
keyfi olarak emri altındaki bir memuru, kıskançlık, çekememezlik veya başka bir
nedenle ezmeye kalkıyorsa orada bulunanlar haklı olan tarafın yanında yer alıp
zalime karşı ortak tavır takınmak zorundadır. Eğer onlar ilkenin değil, gücün, yetkinin,
paranın ve silahın yanında yer alıyor, mazlum memurun ezilmesini
seyrediyorlarsa, üstelik yalancı şahitlikle ve iftirayla bu amire destek
oluyorlarsa bu mü’mince tavır değil apaçık münafıklıktır.
Bu münafıkça tavrı takınan zavallılar yalancı şahitliği yaptıktan,
iftiraya ortak olduktan, sahte tutanakları imzaladıktan, gerçekleri
çarpıttıktan, doğruları gizledikten sonra, aradan yıllar geçip sular durulunca,
utanmadan mazlum memurun yanına gelip; “Hakkını helal et, korkumuzdan öyle demek,
yapmak, imzalamak ve susmak zorunda kaldık” diyorlarsa bu asla ama
asla ahlâkî bir davranış olmayacaktır. Zira alenen işlenen günahın tövbesi
alenen olmak zorundadır. Zulme uğramış memur tüm haklarını almalı ve toplum da
bunu bilmelidir. Bu sorun, tıpkı aklanmadan zindandan çıkmayı reddeden ve bunu onuruna
yediremeyen Hz. Yusuf’un örneğindeki gibi halledilmelidir.[2]
Kimsenin onuruyla oynanmasına müsaade edilmemelidir.
Öte yandan sadece bu âyette değil başka âyetlerde de haksızlıklara engel
olma tavsiyeleri yer almaktadır. Şu âyeti birlikte okuyalım:
“Erkek ve kadın mü’minlere gelince, onlar birbirlerinin yakınlarıdırlar:
[hep] iyi ve doğru olanın yapılmasını özendirir, kötü ve zararlı olanın
yapılmasına engel olurlar. Ve onlar namazlarında kararlı ve devamlıdırlar,
arındırıcı (her türlü) yükümlülüklerini yerine getirir, Allah'a ve O'nun
Elçisi'ne yürekten bağlılık gösterirler. İşte bunlardır, Allah'ın rahmetiyle
kuşatacağı kimseler: muhakkak ki, doğru hüküm ve hikmetle yargılayan en yüce
iktidar sahibidir Allah!”[3]
Görüldüğü üzere erkek ve kadın mü’minlere düşen görev, toplumda kötü ve
zararlı olan şeyleri engellemektir. Yüce Allah’ın rahmetine nail olmak
isteyenlerin yapması gereken budur. Zira âyet-i kerîme gayet açıktır.
İyiliklerin yayılması için çabalamayan, zalimlerin yaptığı zulmü
utanmadan seyreden, üstüne üstlük bir de zalime destek olan, evrensel hukuk ve
ahlâk ilkelerinin değil gücün, paranın, makamın, şöhretin ve silahın yanında
yer alan, mazluma bir tekmede kendisi
vuran, garibi kendi haline terk eden bir müslüman, bu görevlerini ihmal etmesi nedeniyle
Yüce Allah’ın rahmetinden uzaklaşacağını bilmelidir.
Zira Yüce Allah’ın rahmetine nail olmanın kriteri, Kur’ân-ı Kerîm ve
sahih sünnetin ilkelerine derin bağlılık göstermektir; din kardeşliğini tesis
edip onu devam ettirmektir; iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır; yaptığı
işi mükemmel yapmaktır; namazında devamlı ve duyarlı olmaktır. İçindeki şeytanî
sesin ayartmalarına, bencil, egoist, çıkarcı ve süflî yönlendirmelerine teslim
olmamaktır; sürekli kötü şeyleri fısıldayan şeytanî sesi kontrol altına almak
ve onu etkisiz hale getirmektir. Şeytanlaşmış insanların sinsi
yönlendirmelerinden uzak kalmayı başarmaktır.
İşte sayılan tüm bu özellikleri kişiliğinin/karakterinin bir parçası
haline getiren mü’minleri Yüce Allah rahmetiyle kuşatır. Dolayısıyla Allah’ın
rahmetine nail olmak isteyenlerin yapması gerekenler bellidir. Âyette verilen
tüm bu mesajları görmezden gelmek asla doğru değildir.
Sonuç olarak, iki müslüman grup ya da iki kişi kavgaya ya da savaşa tutuşurlarsa
yapılması gereken daima barış ve adaletin tesisi için çalışmaktır. Haklının
yanında yer almaktır. Barışa yanaşmayan tarafa gerektiğinde haddini
bildirmektir. Bu uğurda gerekirse savaşı göze almaktır. Zira böyle bir savaş
hem Allah adına hem de Allah yolunda yapılacak bir savaştır. Çünkü bu emri Kur’ân-ı
Kerîm’de veren bizzat Yüce Allah’ın kendisidir ve ilgili âyet gayet açıktır. Bu
âyet sanki hiç inmemiş gibi davranmak, zulme seyirci kalmak, zalimi savunmak,
çıkarı gereği zalimle ortak hareket etmek, “şeytanla birlikte olmak” ve “şeytanlaşmış
insanlar arasındaki yerini almaktan” başkası değildir. (02.11.2012)
Yorumlar
Yorum Gönder