Engellilere Sahip Çıkmak İslâm’ın Emridir (212)

 

Bazı insanlar toplumda bir arada yaşadıkları engelli ve hastalara destek olmayı bir lütuf gibi görmekte, zaman zaman yaptıkları bazı iyilikleri başa kakabilmektedirler ki bu asla doğru değildir. Zira engellilere sahip çıkmak tüm insanlık için bir görevdir.

Engelliye ve hasta olana yardım etmek ve hayata tutunmasını sağlamak, kişinin gönüllü olarak “ister yapacağı isterse de yapmayacağı” bir konu değil tam tersine yerine getirmesi gereken çok mühim bir vazifedir. Yapmadığı zaman sorumlu olacağı bir husustur. Zira mesuliyetin gereği olarak kazandıklarının bir kısmını engelli ve hasta olanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasına harcamayan kimse görevini yerine getirmemiş demektir.

Zaten Hz. Peygamber; “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” derken bu göreve işaret etmiştir. Dolayısıyla her bireyin imkânları ölçüsünde içinde yaşadığı topluma karşı sorumlulukları vardır. Kimsenin bunlardan kaçıp kurtulması mümkün değildir. Nitekim ecdadımız sorumluluklarının gereği olarak hanlar, hamamlar, kütüphaneler, köprüler, aşevleri, çeşmeler, aciz ve düşkünlerin kalacakları mekânlar yaptırmışlardır.

Bu itibarla, engelli ve hasta olanlar sağlıklı insanlara göre dezavantajlı konumda olduklarından onların ellerinden tutmak ve onları topluma kazandırmak sağlıklı insanların sorumluluklarındandır. Karşılığını sadece Yüce Allah’tan bekleyerek bu insanlara sahip çıkan İslâm’ın özünü doğru kavramış ve Hz. Peygamber’i doğru örnek almış olur.

Kur’ân’a baktığımzda görürüz ki, hem sağlıklı olanlara hem de engelli olanlara bir tavsiye ve uyarı vardır. O da şudur:

 “(Ey İnsanlar! Hepiniz insan olmanız nedeniyle birbirinizle kardeşsiniz; bunun içindir ki) gözleri görmeyen için (sıhhatli olan kimselerin onlara yardım edip destek olmalarında ve onların da bu maddî ve manevî yardımı kabul etmelerinde) herhangi bir sakınca yoktur. Topal olan için bir sakınca yoktur. Hasta olan için bir sakınca yoktur…”[1]

Bu âyetin öncesi ve sonrasının mü’mince bir yaşamın nasıl olması gerektiği konusuyla ilgili olduğu düşünüldüğünde ne demek istediğimiz daha net anlaşılır. Kur’ân, bu âyetlerde İslâmî düşünce ve yaşam tarzının ilkelerini vermekte, bizleri tüm insanlığa karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeye ve onlara örnek olmaya çağırmaktadır.

Unutulmamalıdır ki İslâm’ın emir ve talimatları mümkün ve makuldür. İslâm kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez. Âyetlerde ifade edildiği üzere, “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez: kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine.”[2] “…Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiğiyle yükümlü kılar. Allah, güçlükten sonra kolaylık verir.”[3]

İslâm’a göre engelli ve hasta olanlar zor işlere koşulmaz. Böyle olanlara o toplum sahip çıkmak zorundadır. Bu tür dezavantajlı kesimlerin tedavi giderlerini ve insanca yaşayacakları şartları sağlama görevi tüm mü’minler üzerine bir borçtur/vazifedir. Onlara sahip çıkıp ihtiyaçlarını karşılamak için çabalamayan kimse dayanışma ve kardeşlik vazifesini yapmamış, sosyal sorumluluğunun gereğini yerine getirmemiş olur.

Şurası bir gerçektir ki, insanın doğduğu aileyi, anne ve babayı ya da kendi cinsiyetini belirleme hakkı nasıl yoksa doğuştan engelli olmayı ya da olmamayı belirleme hakkı yoktur. Kaldı ki insan dünyaya geldikten sonra da engelli olabilir. Dolayısıyla bütün bunları gözönünde bulundurarak engelli kimselerle bir arada huzur içinde yaşamayı öğrenmek herkesin vazifesidir.

Bu itibarla, toplumda bizimle beraber yaşayan engelli ve hasta bireylerin farkında olmak gerekir. Zira hepimiz her an engelli olmaya adayız. Bu nedenle toplum, engellilere bazı hakların verilmesini bu konudaki yasal düzenlemelere gerek bırakmadan kendisi halletmek durumundadır.

Engellileri birer angarya/yük olarak görmek son derece yanlıştır ve bu mantık Cahiliyye mantığıdır. Kim bilir, belki de onlar bizlere Yüce Allah’ın bir lütfudur. Buradan bizim de alacağımız dersler vardır. Zira engelliler bizler için bir imtihan vesilesidir. Onlar kendileri imtihan olurken aynı zamanda bizler de onlarla imtihan oluyoruz ki, bunun farkında olmamız gerekir. Bu imtihanı hep birlikte başarmamız şarttır. Kısaca, engellilere verdiğimiz değer ne kadarsa bizim “müslümanlığımızın/ dindarlığımızın kalitesi” de ancak o kadardır.

Şunu her sağlıklı insanın sürekli hatırında tutması gerekir ki, insanoğlu kendi kaderinin tamamında her zaman söz sahibi değildir. Zira herkes her an engelli konumuna düşebilir, çok ağır hastalıklara maruz kalabilir. Dolayısıyla aşırı bencil olmak, sırf kendini düşünmek ve engellilere tepeden bakmak son derece çirkin ve yanlıştır. Zihnindeki bu tür engelleri aşamayan ve yanlış düşünceleri kaldıramayan kimse kendine yazık eder.

Diğer taraftan engelli olmak ya da olmamak bir üstünlük vesilesi değildir ve olamaz. Zira bizler yaptıklarımızla, ürettiklerimizle, ortaya koyduğumuz değerlerle ve müslümanlığımızın kalitesiyle Allah katında üstünlük elde ederiz. Doğuştan gelen bedenî eksikliklerimiz bizim kusurumuz değildir. Bu kusurlar nedeniyle insanları hor gören kişi içindeki şeytan tarafından ele geçirilmiş ve ne dediğini bilmeyen bir sefihtir.

Sonuç olarak, engelli ve hasta olanlara sahip çıkmak ve desteklemek İslâmî bir vazîfedir. Yüce Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez. Sorumluluklarının gereğini yerine getiren kimse Yüce Allah’ın rızasını kazanır. Bencil, fırsatçı, açgözlü ve sadece kendisini düşünen narsist tipler ise kısa vadede kazançlı çıksalar da uzun vadede mutlaka kaybederler. (11.03.2012)



[1] en-Nûr 24/61.

[2] el-Bakara 2/286.

[3] et-Talak 65/7.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evlilik Kader midir? I (361)

Evlilik Kader midir? II (362)

Torpil Yapan da Yaptıran da Melundur!