Engelliler ve İslâm (233)
Rabbimizin hikmeti ve imtihanın bir gereği olarak dünyanın her yerinde olduğu
gibi ülkemizde de engelli insanlar vardır.
Engelli olmak kınanacak bir hal değildir. Çünkü herkes her an engelli
olmaya adaydır. Engelliyi ya da engelli ailesini çeşitli gerekçelerle kınamak
veya suçlamak çok büyük konuşmaktır.
Şurası bir gerçek ki, doğuştan veya sonradan ortaya çıkan engellilik hali
çalışmaya, üretmeye, başarılı işler yapmaya ve nihai hedefe ulaşmaya asla ama
asla mani değildir. Engelli olduğu halde azimle, inançla, kararlılıkla
çabalayan ve tarihe adını altın harflerle yazdıran nice insan vardır. Yeter ki
bu insanların önüne bariyerler konulmasın. Yeter ki gönüller engelli olmasın.
Yeter ki gönüller engel tanımasın.
Engelli olmak hor görülmek, itilip kakılmak, küçümsenmek sebebi de
değildir ve olamaz. Zira insanlar kendi tercihi olmayan durumlardan dolayı asla
kınanamaz. Engellileri kınamak, İslâmî ve ahlâkî değerlerden yoksun olmak
anlamına gelir.
Öte yandan erdemli insan şekle ve görünüşe bakmaz. O, insanın içindeki şeytanî
sesini etkisiz hale getirip getiremediğine bakar. Kaldı ki Yüce Allah da
insanların ırkına, şekline, rengine, parasına, malına, mülküne, makamına ve
rütbesine bakmaz. Peygamberimizin ifadesiyle; “Allah sizin dış görünüşünüze, malınıza, mülkünüze bakmaz; yalnızca
kalplerinize ve amellerinize bakar.”
Dinimize göre gerçek üstünlük, Yüce Allah’ı bilmek, O’nu tanımak, O’nu
sevmek, O’na saygı duymak, O’na karşı sorumluluklarının farkında olmak, O’na
şükretmek, O’na hamd etmek, O’nun sevgisini kaybetmekten korkmak ve O’na yakın
olmaya çalışmaktır. Ahlâkını güzelleştirip tüm insanlığa İslâm’ı temsil ve
tebliğ etmek ve hayırlı işlerde yarış etmektir.
İlahî hikmetlerle dolu Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir ayrım yapmaksızın toplumun
her kesiminden söz edilmektedir. Nitekim Kuran, sağlıklı ve hastalardan,
engelli ve sağlamlardan, bilenlerle bilmeyenlerden, inananlardan ve inkârcılardan,
zenginler ve yoksullardan, şükredenler ve nankörlük edenlerden, kadınlar ve
erkeklerden, yaşlılar ve gençlerden bahseder.
Mesela Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Musa’nın kekeme olduğundan, evlat hasretiyle
döktüğü yaşlar sonucu gözleri âmâ olan Hz. Yakup’tan, yakalandığı amansız
hastalıktan dolayı bîçare hale gelen fakat yine de isyan etmeyen, daima Rabbine
sığınan ve O’na şükreden Hz. Eyüp’ten bahseder.
Öte yandan Peygamberimiz Efendimiz de engellilere değer vermiş, onları
topluma kazandıracak işlere imza atmış ve bizlere bu konuda da örnek ve rehber
olmuştur.
Nitekim Hz. Muhammed, gözleri görmeyen Abdullah b. Ümmi Mektum’u sefere
çıktığı zaman Medine’de kendi yerine defalarca vekil olarak bırakmıştır.
Yine o, ortopedik engeli bulunan Muaz b. Cebel’i genç yaşına bakmaksızın
Yemen’e vali olarak tayin etmiştir. Çünkü Efendimiz bunları yaparken insanların
fiziksel özelliklerine bakmamış tam tersine ehliyet ve liyakati esas almıştır.
O, akla, bilgiye, çalışkanlığa ve tecrübeye önem/öncelik vermiş, her zaman
fazilet ve liyakat esaslı görevlendirme yapmıştır.
Mesela o, Abdullah b. Mesud gibi çok kısa boylu (cüce) birisini yanından hiç
ayırmamış, ona özel iltifatlarda bulunmuş ve vahiy kâtipliği görevine
getirmiştir.
Dinimiz İslâm, görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, konuşamayanın dili,
güçsüzün eli ve kolu olmayı, doğru ve hayırlı bir davranış olarak kabul etmiş
ve öyle ilan etmiştir.
Buna mukabil, engelli birine engel olmayı, engeller çıkarmayı, dalga
geçmeyi, hor ve hakir görmeyi, küçümsemeyi, alaya almayı, tepeden bakmayı ise
yasaklamış ve lanetlemiştir.
Unutmamalıdır ki, asıl engelli olan aklını, mantığını, sağduyusunu, “doğru
dinî bilgiye, şefkate, merhamete, hikmete ve ilahî gerçeklere” kapatıp kendi
insanlığını ayaklar altına alan ve şeytanın taraftarı olan kimsedir.
Diğer taraftan toplumun büyük bir çoğunluğu maalesef engellilere yanlış
bir gözle bakmaktadır. Bu bakış tarzı/anlayış/yaklaşım mutlaka değiştirilmelidir.
Aksi takdirde daha önce engellileri
tanımlamak için kullanılan “sakat” ve “özürlü” gibi kavramlar nasıl hakaret ifadesi
olarak kullanılmış ve tüketilmişse, aynı şekilde “engelli” kavramı da yakın
zamanda bitirilip tüketilecektir. Bu nedenle “engelli” olanları
tanımlamak için yeni kelimeler bulmaya çalışmak yerine toplumdaki bu “yanlış
algıların/sakat bakış açılarının” ortadan kaldırılması ve doğru dinî bilincin/tasavvurun
kazandırılması için gerekli çalışmaların yapılması şarttır.
Bununla beraber doğuştan veya sonradan engelli olan pek çok insan eğer
Hz. Eyüp gibi sabrederse imtihanı başarmış olurlar. Engelli bir kimse ona buna
takılmadan kararlı bir şekilde okur, araştırır, düşünür, sorgular, sonra da
imanını sağlamlaştırır ve ahlâkını güzelleştirirse Allah Teâlâ katında çok
değerli bir kul olma şansını yakalar.
Sonuç olarak, bir insan için asıl önemli olan İslâmî değerlerle donanmak
ve ne olursa olsun bu dünyadaki varoluş gayesini unutmamaktır. Zira herkes bir
şekilde imtihan olmaktadır. Bu süreç aktif sabır ve metanetle değerlendirilirse
bunun dünya ve ahiretteki mükâfaatı Yüce Allah’ın rızası ve sonsuz cennet olacaktır.
(16.11.2012)
Yorumlar
Yorum Gönder