Vicdan Dinin Yerini Tutar mı? (125)
Vicdan Dinin Yerini Tutar mı? (125)
“İnsan olmak, ne din işidir, ne eğitim, ne para.
İnsan olmak sadece vicdan işidir” cümlesi
bilinçli olarak kurgulanmış/hazırlanmış, Yüce Allah’ı sevmeyen, O’nun dünyaya müdahalesini
istemeyen, din ile arasına mesafe koyan, keyiflerine göre bir hayat yaşamak
isteyen “hümanist, agnostik, deist, ateist, nihilist, natüralist, hedonist, vs.”
kimselerin ürettiği, yaygın hale getirdiği alıcısı bol bir söylemdir. Bu
palavraya hiç düşünmeden anında inanan ve hemen dolaşıma sokan müslümanlar da
azımsanamayacak kadar çoktur.
Oysa Yüce Allah, kullarından “insan
olmalarını” değil, “mütakkî/muhsin/muslih birer mü’min olmalarını” istemiş ve
bunu nasıl başaracaklarını da gönderdiği kutsal kitaplar ve peygamberler aracılığıyla
bildirmiştir. Dolayısıyla mesele “insan olmak” meselesi değil, “inanan ve
şükreden bir kul olmak”, böylece Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak
meselesidir. Nitekim Yüce Allah Hz. Nûh hakkında “ne iyi bir insandı” dememiş “ne
kadar da çok şükreden bir kuldu” demiştir. (İsrâ, 17/3) Hz. Dâvud hakkında “ne
iyi bir insandı” dememiş “ne iyi bir kuldu, daima Rabbine yönelirdi” demiştir. (Sâd,
38/17, 30) Hz. Eyyüb hakkında “ne iyi bir insandı” dememiş “ne iyi bir kuldu,
daima Rabbine iltica ederdi” demiştir. (Sâd, 38/44) Aynı şekilde Hz. İbrahim
hakkında da “ne iyi bir insandı” dememiş “ne kadar çok merhametli, şefkatli bir
kuldu, daima Rabbine yönelirdi” demiştir. (Hûd, 11/75)
Görüldüğü üzere Yüce Allah kullarından “iyi bir insan” olmalarını değil
“sabreden, şükür eden, sorumluluklarının bilincinde olan, kendisine yönelen,
O’nu hakkıyla takdir eden kâmil mü’minler” olmalarını istemiştir.
Nitekim İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy da “Ne irfandır veren
ahlâka yükseklik, ne vicdandır. Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” derken “irfana” veya “vicdana” değil “takvaya
(sorumluluk bilinci)” vurgu
yapmıştır.
Şurası bir gerçektir ki “iyi mü’min”
olmak, öyle “vicdanla” elde edilecek bir şey değildir. İyi mü’min olmak, Yüce Allah’ın
koyduğu ölçülere uygun davranmakla, son hak din İslâm’ı doğru öğrenmekle, ilke
ve amaçlarını içselleştirmekle, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koymakla mümkün
olabilir. İddia edildiği üzere “iyi insan olmak” Kur’ân ve sünnetten hiçbir
delile dayanmayan, aydınlatıcı ve yol gösterici bir rehber olduğuna dair elde hiçbir
bilgi/belge/kanıt olmayan “vicdanla” başarılacak bir şey değildir.
Nitekim her insanın nefsine kodlanmış
fucûr programı (kötülük yapabilme özelliği/ donanımı/potansiyeli) ve takvâ
programı (iyilik yapabilme özelliği/donanımı/potansiyeli) vardır. Bu
programlardan hangisine yatırım yapıp geliştireceği, ilerleteceği, çalıştıracağı
kişinin kendi elindedir/iradesindedir. Şeytan, her zaman ve her fırsatta insanoğlundan
fücur programını aktive etmesini ister; bunun için ona ilginç öneri ve
tekliflerde bulunur. Ama insan bütün bunlara rağmen İblis’i değil de ruhunda
bulunan psikonlarından sadece biri olan ve zihinsel atıklarla henüz kirletilmemiş/bozulmamış
“vicdanının sesini/melekânî sesi” dinlerse takva programını (iyilik yapabilme
özelliğini) kısmen harekete geçirebilir ve böyle bir insan “agnostik, deist, ateist,
nihilist, natüralist, vs.” olsa da ara sıra bazı iyi/güzel şeyler yapabilir.
Ancak bu, onun Allah katında “iyi kul”
olduğu anlamına gelmez. İnsanların çoğunluğunun ona “iyi insan” demeleri de sonucu
hiçbir şekilde değiştirmez. Zira Allah Teâlâ “iyi bir insan” olmamızı değil
“iyi bir mü’min” olmamızı ve O’nun rızasını kazanacak davranışlar yapmamızı
ister. Kaldı ki Allah Teâlâ’nın rızasını
kazanmada ölçü “vicdanın rehberliği” değil “İslâm’ın kılavuzluğudur.” İslâm’ın
ortaya koyduğu temel kaide ve kurallardır. İnsanı Allah katında değerli/muteber
yapan, sağlıklı tefekkür sonucu ulaştığı tahkiki imanı, teslimiyeti, sadakati
ve Yüce Allah’ın emir ve nehiylerine bağlılığıdır.
Dolayısıyla yapılması gereken her insanın
ruhunda bulunan vicdanını dinin/İslâm’ın ilkelerine göre geliştirmesi/şekillendirmesi,
onu şeytanın ve şeytanlaşmış insanların telkin, tavsiye ve yönlendirmeleriyle bozmaktan,
kirletmekten, taşlaştırmaktan, uyarı görevini yapamaz hale getirmekten kaçınmasıdır.
Kaldı ki vicdanın “inkâr, isyan, şirk ve küfürle” taşlaştırılması/bozulması/çürütülmesi
halinde hiçbir işe yaraması söz konusu değildir. Zira vicdanını taşlaştırıp
işlemez hale getiren birisi kötülük yaptığında kalbinde hiçbir acı ve üzüntü
duymaz. Çünkü yaptığının yanlış olduğunu ona söyleyecek vicdanını taşlaştırmış,
katılaştırmış, karbonlaştırmış ve nihayet işlevini yapamaz hale getirmiştir.
Bununla beraber ister taşlaştırılmış/sesi
boğulmuş isterse taşlaştırılmamış/sesi boğulmamış olsun “vicdan” asla ve kat’a “dinin/İslâm’ın”
yerini tutamaz. Çünkü vicdanın doğru düzgün çalışıp uyarı görevini yapabilmesi ancak
ve ancak Kur’ân ve sünnetin rehberliğiyle geliştirilmesi ve salih amellerle
desteklenmesiyle mümkündür.
Diğer taraftan henüz tam olarak taşlaşmamış/bozulmamış
vicdanının sesini dinleyen ve iyilikler yapan bazı hakikat inkârcıları yaptıkları
iyiliklerin karşılığını bu dünyada alır. Ancak Allah’a ve ahiret gününe iman
etmedikleri için söz konusu güzel davranışlar ahirette onlara hiçbir fayda
sağlamaz; amelleri boşa gider ve böyle biri derece derece olan cehennemde daha
hafif bir azapla karşı karşıya kalabilir. Zira bütün kâfirler eşit derecede
olmadıkları için azapları da farklıdır ve hepsinin cezası da aynı şiddette değildir.
(Nitekim mü’minler de eşit derece olmadıkları için ödülleri farklıdır; dünyadaki
çabalarına göre gidecekleri cennet de derece derecedir ve herkes hak ettiği seviyedeki
cennete gidecektir.)
Dolayısıyla “iyi insan olmanın” ölçüsü hiçbir
şekilde “vicdan” değildir. Tekrar ifade edelim ki insanlardan istenen “iyi
insan” olmaları değil “iyi mü’min” olmalarıdır. İyi bir mü’min olmak ise “vicdan”
işi değildir. İyi mü’min olmak, “tahrif edilmemiş din” işidir; “doğru anlaşılıp
uygulanan İslam” işidir, kaliteli bir eğitim ve öğretim işidir; şeytanı ve
şeytanlaşmış insanlarını iyi tanıma, kapasitelerini bilme, onları etkisiz hale
getirebilecek donanıma sahip olma, bunu geliştirme/ilerletme/güncelleme, nihayet
muttaki/muhsin/muslih bir mü’min olma ve böylece Allah Teâlâ’nın rızasını
kazanma işidir.
İnsan ruhunun psikonlarından biri olan vicdanı
yaratan Yüce Allah’tır. Ancak sadece bu vicdanın sesini dinlemek hiçbir zaman yeterli
değildir. İslâm’ın rehberliğiyle geliştirilmeyen bir vicdan insanı bu dünyada
gerçek anlamda mutlu edemez ve ahirette de ebedi azaptan kurtarmaya yetmez. Zira
tek başına vicdan, insanoğluna dünya ve ahiret mutluluğunu kazandıracak yeterli
bilgiyi sunamaz, ona rehberlik edemez. Kur’ân ve sünnet ışığında emek verilerek
özenle geliştirilmeyen “vicdan yetisi/psikonu” bozulur, taşlaşır, katılaşır ve nihayet
yok olur. Bir başka ifadeyle “melekânî ses” de diyebileceğimiz “vicdan” artık
duyulmaz olur. Kendisi gider adı kalır; böyle bir vicdan insana hiçbir şekilde yol
gösteremez.
Şurası iyi bilinmelidir ki, “vicdan” asla “dinin/İslâm’ın”
alternatifi değildir ve olamaz. Vicdanı dine alternatifmiş gibi sunmak iyi
niyetli bir yaklaşım değildir. Eğer vicdanla her şey halledilecek olsaydı,
peygamber ve kitap göndermeye gerek kalmaz, herkes vicdanının sesini dinler,
şeytanını yener ve böylece “iyi bir kul” olurdu. Demek ki şeytanı ve
şeytanlaşmış insanları yenebilmek için “vicdana” değil “kutsal kitaba, o kitabı
açıklayan peygambere” ve bu iki kaynağın rehberliğinde aklıselimi kullanarak “muttaki
mü’min” olmaya ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak “iyi mü’min olabilmek” hiçbir
zaman “vicdan” işi değildir; aksine iyi mü’min olmak “doğru anlaşılan ve
uygulanan İslam” işidir. Son hak din İslâm’ın yol gösterici ilkelerine uygun
hareket etmeyen kişi “iyi mü’min” olamaz. Böyle biri Allah’a ve ahiret gününe iman
etmediği ve yeniden diriliş gününde inanmadığı için de Yüce Allah’tan cenneti isteyemez.
Zira bu dünyada her insanın en önemli vazifesi Yüce Allah’ı arayıp bulmak, O’nu
tanımak, O’na iman etmek, O’na kulluk etmek, O’nun rızasını ve mağfiretini
kazanacak salih amellerde bulunmak ve cenneti elde etmektir. (10.07.2009)
Yorumlar
Yorum Gönder