Töre ve Namus Cinayetlerinin Perde Arkası (164)
Töre ve Namus Cinayetlerinin Perde Arkası (164)
Töre ve namus cinayeti ne demektir? Bu
cinayetlerin arkasında yatan sebepler nelerdir? Toplumun bu cinayetlere bakışı
nasıldır? Töre ve namus kavramları nasıl istismar edilmektedir? Töre ve namus
cinayetlerini işleyenler akıllarından ziyade duygularıyla mı karar vermektedir?
Namus ve töre cinayetleri işlenirken İslam’ın emir ve nehiyleri göz ardı mı edilmektedir?
Töre ve namus cinayetlerinde Kur’an ayetlerinden habersiz olmanın rolü var
mıdır? Bu ayetlerin göz ardı edilmesi “yanlış bir din algısının” oluşumuna neden
olmuş mudur? Hz. Peygamber’in bu konudaki uygulamaları doğru ve yeterli
anlaşılmış ve aktarılmış mıdır? Bu ve benzeri sorulara cevap aramaya çalışmak, âlimlerin
boynunun borcudur ve cinayetlerin halen devam ettiği günümüzde çözüm üretmek kaçınılmazdır.
Öncelikle şunu ifade edelim ki, günümüzde
işlenen töre ve namus cinayetlerini İslam’ın ortaya koyduğu evrensel ilkelerle
bağdaştırmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Zira bir insanın bir başka insanın
canına haksız/yetkisiz şekilde kıyması Kur’an’a göre en büyük günahtır. (Maide,
5/32; isra, 17/33)
Bu itibarla, töre ve namus cinayetlerinin İslam
ile hiçbir alakası yoktur. Aksine bu kimseler, din zannettikleri “yanlış gelenek
ve göreneklerin” ve “hatalı din yorumlarının” etkisiyle bu cinayetleri
işlemektedir. Bu bakımdan söz konusu katiller doğru olmayan bir din ve namus tasavvuruna
sahiptir. Dolayısıyla töre ve namus
cinayetlerinin esas sebebi “dinin ortaya koyduğu emirler” değil tam tersine “yanlış
geleneklerdir”; İslam’ın ilke, amaç, gaye ve maksadından uzaklaşmaktır; bilerek/isteyerek
bunlardan habersiz kalmayı seçmektir. Nitekim ayetlere yakından bakıldığında
bu yanlışlığı görmek mümkündür.
Şurası bilinmelidir ki, toplumsal
baskıların etkisinde kalarak töre ve namus cinayeti işleyenler, Mekke’de İslam
öncesi diri diri kız çocuklarını toprağa gömen Cahiliyye insanının (vahiyden
uzak yaşam tarzına sahip, dinî öğretilere karşı kapalı, kavrayışsız, mizaç
olarak esneklikten yoksun, kaba/sert
din anlayışıyla hareket edenlerin) yaptığının aynısını yapmaktadır. Töre ve
namus cinayeti işleyenlerin düşünceleri ile Cahiliyye döneminde kız çocuklarını
diri diri toprağa gömenlerin düşünceleri/zihniyetleri aynıdır ve tıpa tıp örtüşmektedir.
Zira her iki kesim de “derin toplumsal baskılara” dayanamayarak, aklı devre
dışı bırakarak, duygularının tesiriyle bu vahşi cinayetleri hunharca işlemişlerdir.
Bu itibarla toplumsal baskının ve kötü geleneğin tesirinde kalarak kadın/kız cinayeti
işleyenler Cahiliye zihniyetindeki kimselerdir ve bunların ahirette kendilerini
savunmaları imkânsızdır.
Şimdi konuyla ilgili ayetlere yakından
bakalım.
‘Onlar, kızları Allah’a nispet ediyorlar -ki
O, bundan uzaktır- kendilerine ise, canlarının istediğini. (O kadar ki,) ne
zaman birine bir kız çocuğu olduğu müjdesi verilse hemen yüzü kararır, içi
öfkeyle dolar; kendisine verilen bu kötü müjdeden ötürü -bu zillete/bu küçük
düşmeye rağmen, şimdi onu acaba tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün [diye
düşünerek]- kıyı bucak insanlardan kaçar. Yazıklar olsun! İzledikleri düşünce
tarzı ne kadar kötü! [Bunun içindir ki,] kötü niteleme(ler) ahirete
inanmayanlara yakışır; en yüce niteleme(ler) ise Allah'a. Çünkü doğru hüküm ve
hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O'dur!’ (Nahl, 16/57-60)
‘Yoksa Allah, yarattıklarından kendisine
kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı? Nitekim onlardan birine,
Rahmân'a kolayca isnat ettiği [çocuğun doğumu] müjdelenirse, yüzü kararır ve
içi öfkeyle dolar: “Ne!” (diye şaşkınlıkla sorar), “[Bir kız sahibi mi oldum-]
[yalnız] süs için var olan bir kız?” Bunun üzerine kendini belli belirsiz bir
iç çatışmanın içinde bulur.’ (Zuhruf, 16-18)
‘Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi
günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman’’ (Tekvir, 81/8-9)
Görüldüğü üzere İslam öncesi Arapların
gözünde kadın, erkeğin hayatını “güzelleştirmekten/süslemekten” başka bir işe
yaramayan eşya/mal gibidir. (Maalesef kadınlar hakkındaki bu yanlış telakki hem
bu ayetlerden hem de halen yaşananlardan da anlaşıldığı üzere günümüzde de
geçerliliğini aynen korumaktadır.) Bu itibarla Cahiliyye mantığı ile meseleye
bakanlar toplumsal baskının etkisiyle bu cinayetleri işlemekte ve onların yaptıklarının
yanlışlığı bu ayetlerle ortaya konulmaktadır.
Öte yandan şöyle bir soru akla gelebilir: “Peki İslamiyet hayasızca davranışlarda
bulunan kadınlarla ilgili nasıl bir yaptırım/ceza ön görmektedir?” “Acaba işlenen namus ve töre cinayetine
dayanak teşkil edebilecek bir ayet-i kerime var mıdır?”
Kur’an’a baktığımızda cinayeti onaylayan böyle
bir ayet bulmamız mümkün olmadığı gibi üstelik karşımıza şu ayetler
çıkmaktadır:
“Bunlar Allah tarafından konulan sınırlardır.
Kim Allah'a ve Elçisi'ne tâbi olursa, Allah onu, mesken olarak içinden ırmaklar
akan has bahçelere koyacaktır; bu büyük bir mazhariyettir. Kim de Allah'a ve
Elçisi'ne isyan eder ve O'nun [koyduğu] sınırları ihlal ederse, onu içinde yerleşip
kalacağı ateşe atacaktır ve onu alçaltıcı bir azap beklemektedir. Hayasızca
davranışlarda bulunan kadınlarınıza gelince, aranızdan onların işlediği suça
şahit olan dört kişi çağırın; bunlar onun için şahitlik yaparlarsa, suçlu
kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara [tevbe etmeleri suretiyle]
bir kapı açıncaya kadar evlerine hapsedin. Sizlerden fuhuş (zina) yapanların
her ikisini de incitip kınayın (cezalandırın). Eğer onlar tövbe edip ıslah
olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul
edendir, çok merhamet edendir. Doğrusu, Allah'ın tevbeleri kabul etmesi, ancak
bilmeyerek kötülük işleyen ve sonra, zaman geçirmeden tevbe edenlere mahsustur.
Allah onlara rahmetiyle tekrar yönelecektir, zira Allah her şeyi bilendir,
hikmet sahibidir. Oysa ne ölüm anına kadar kötülük işleyip duran, ama o an
gelip çattığında “Şimdi tevbe ediyorum!” diyenlerin tevbesi kabul edilecektir
ne de hakikat inkârcısı olarak ölenlerin; Biz, işte böylelerine şiddetli bir
azap hazırlamışızdır.’ (Nisâ, 13-18)
Görüldüğü üzere bu ayetler, hayasızca
davranışlarda bulunan kadınların işledikleri suça bizzat şahit olan dört güvenilir
tanığın çağırılmasını istemekte, bu güvenilir şahitlerin şehadetiyle ve suç delillerle
sabit olursa suçlu kadınlar “kendi ecelleriyle ölünceye” yahut “Yüce Allah
onlar için başka kapı açıncaya” kadar evlerde alıkonulmalarını ve yaşamlarını
sürdürmelerini emretmektedir.
Bu kadınların yaşatılması sorumluluğu, o
kadının/kızın kendi yakınlarına veya insanın en temel hakkı olan “yaşama
hakkını korumakla görevli devlete” düşmektedir. Ama bu sorumluluğu almak
istemeyen kimi aileler, mezkûr âyeti göz ardı ederek her zaman olduğu gibi işin
kolayına kaçmakta ve bu tür kadınları/kızları hunharca katletmeyi namusun/törenin
gereği saymakta, böylelikle adaleti yerine getirdiklerini zannetmektedirler.
Oysa bu cinayetler, Rabbin buyruğuna alenen karşı gelmektir, meydan okumaktır ve
O’nun koyduğu sınırları bilerek ve kasten ihlal etmektir.
Aldığı yanlış bir kararla ve duygularına
yenik düşerek zina etmiş bir kadını, zorla tecavüze uğrayan kız çocuklarını,
ailenin onayı olmadan kaçarak evlendiği için ölümü hak ettiği düşünülen bir genç
kızı yahut bir erkekle konuştuğu gerekçesiyle veya başka sudan sebeplerle
kadınları/kızları “töre ve namus kavramlarının arkasına sığınarak” öldürtmek vahşettir.
Bu ayeti görmezden gelmek, başka ayetleri yanlış yorumlamak ve toplumsal baskı
altında kalarak cinayet işlemek açıkça Kur’an’ın emir ve nehiylerini
reddetmektir; Kur’an’ın dediğinin tersini yapmaktır; onun amaç ve gayesinden
uzaklaşmaktır.
Dolayısıyla bütün bu ayetler bir bütün
olarak değerlendirildiğinde görülmektedir ki, zina suçu sabit olan kadın ve
erkekler “hapis veya yüz sopa vurularak incitilmesi/rezil edilmesi” dışında
ölümle cezalandırılamaz. Hal böyleyken töre cinayetlerini işlemek, işlenmesi
için baskı yapmak, işlemeye teşvik etmek, işlemek istemeyenleri hor ve hakir
görmek, toplumdan dışlamak, onlarla alay etmek Cahiliyye zihniyetiyle meseleye
bakmak demektir. Bu durum Kur’an’ı rafa kaldırmak anlamına gelir ki Hz.
Peygamber bu kimseleri ahiret günü Yüce Allah’a şöyle şikâyet edecektir:
‘Ve [o gün] Rasûl: “Ey Rabbim!” diyecek, “Kavmimden
[bazıları] bu Kur’an'ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü!” (Furkan,
25/30)
Görüldüğü üzere Kur’an’ın emir ve
nehiylerine uymayı dünyevî istek ve tutkularına aykırı bulan, zamanın değişen
şartları karşısında Kur’an’ı “geçerliğini yitirmiş” bir öğreti olarak gören veyahut
gelenekleriyle çeliştiği gerekçesiyle Kur’an’ın emirlerine uymayı reddedenler “Kur’an’ı
adeta rafa kaldıran ve onu gözden çıkaranlardır.”
Nitekim Muhammed Esed bu konuda şunları
söylemektedir: “Kur’an mesajının ulaştığı toplumların çoğu onu
ilahî bir mesaj (vahiy) olarak gördükleri, görmekte oldukları ve dolayısıyla
onun kelimenin en geniş anlamıyla, her bakımdan “tutarlı ve her çağda geçerli”
olduğuna inandıklarına göre, “benim kavmim” ya da “benim gönderildiğim toplum”
ifadesi (kelimenin ne kavmî anlamı, ne de ideolojik anlamı itibariyle) Son
Peygamber'in ümmetinin hepsini değil, fakat yalnızca ismen bu ümmetten olup ama
gerçekte Kur’an’a olan inancını bütünüyle kaybetmiş kimselere işaret ettiği
anlaşılmaktadır.” (Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal Tefsir)
Dolayısıyla Kur’an’ın temel ilkelerinden uzaklaşan
kimselerin töre ve namus cinayetlerine Kur’an’dan delil getirebilmeleri hiçbir
şekilde mümkün değildir. Aksine onlar bu tür eylemleriyle Kur’an’ın ilkelerini
önemsemediklerini göstermiş ve kıyamet gününde Hz. Peygamber’in aleyhlerine
tanıklık etmesine zemin hazırlamışlardır.
Öte yandan bu açık ayetleri göz ardı etmek
ve tam tersini yapmak Rabbe karşı gelmek ve isyan etmek anlamına gelir ki bu
konuda şu ayetlere bakmamız yerinde olur:
“Dolayısıyla bu ayetleri göz ardı etmek Rabbin
buyruğuna başkaldırmak değil de nedir?” (Zariyat, 44)
“….Buna rağmen hak ve adalet sınırlarını bilerek ve
isteyerek ihlal eden için şiddetli bir azap vardır.” (Bakara.
2/178)
“….Bu
söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın
sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara, 2/229, Ayrıca bkz.
Talak, 65/1; Bakara, 2/187)
“Bedevîler [arasındaki (esneklikten yoksun dinî öğretilere/talimatlara karşı
nisbî olarak daha kapalı, daha kavrayışsız ve mizaç olarak kaba/sert) ikiyüzlüler] hakkı tanımaktan kaçınma tavırlarında ve
ikiyüzlü davranışlarında [yerleşik insanlardan] daha ısrarlıdırlar ve Allah'ın,
Elçisi'ne indirdiği öğretinin sınırlarını görmezden gelmek, [başkalarına göre]
onlardan daha çok beklenen bir haldir. (Allah böyle diyorsa, bu böyledir) çünkü
Allah her hükmünde ince-derin bir gerçeğe işaret eden mutlak ve sınırsız bilgi
sahibidir.” (Tevbe, 9/97)
Bu ayet-i kerime, genel olarak töre ve
namus cinayetlerinin işlendiği bölgelerin insanlarının Kur’an’a, hayata ve
insana bakışını ortaya koymaktadır. Bu bakımdan ilahiyatçılar ve sosyologlar, töre
ve namus cinayetlerinin yaygın olarak işlendiği bölgeler ve bu cinayetlerin nedenleri
hakkında çalışırlarken mezkûr ayeti “ilahi bir uyarı” olarak görüp değerlendirebilir.
Görüldüğü üzere zina yapan veya yaptığından
şüphe edilen kızın/kadının aile kararıyla veya aile fertlerinden birinin kendi
başına vereceği kararla öldürmesi, ölenin mezara öldürenin hapishaneye gitmesi,
böylelikle namusun kurtarıldığının zannedilmesi, toplumun; “Helal
olsun adama! Gitti namusunu temizledi, kızını/karısını öldürdü!”
demeleri, öldürmediğinde ise aleyhinde konuşmaları, onur kırıcı dedikodular
yapmaları, bu cinayetleri işleyenlerin (adeta özendirircesine) ceza
indiriminden faydalanmaları (eskiden vardı şimdi çok şükür bu indirim
kaldırıldı) Cahiliyye zihniyetinin devamından başka bir şey değildir ve bu
yapılanlar Kur’an’ın ilkelerine tamamen aykırıdır; bir başka ifadeyle ona karşı
gelmektir.
Yanlış törelere
uyarak bu alçak cinayetleri işlemek, işleyenlere bu dünyada belki “geçici toplumsal
statü, saygı, takdir ve onay” kazandırabilir ancak bu ayetlere karşı gelmek ahirette
insana çok şey kaybettirir. Müslümanım
diyen bir insanın toplumdaki yanlış geleneklerin tesiriyle oluşturulmuş yanlış
algıya dayanarak cinayet gibi büyük bir günah işlemesi ve ayetlere karşı
gelmesi korkunç zulümdür ve vahşettir.
Diğer taraftan namus ve töre cinayeti suçunu
işleyen katil dünyada yaşayan diğer insanların İslam dinine bakışını olumsuz
etkilediği ve müslümanların tamamını töhmet altında bıraktığı/imajlarını zedelediği
için de sorumlu olacağını bilmelidir.
Namus ve töre cinayetinin din ve ahlakta
hiçbir yerinin/değerinin olmadığını belirten İslam Hukuku’nda otorite Hayreddin
Karaman, töre ve namus cinayetlerinin sebep ne olursa olsun “çirkin bir cinayet”
olduğunu, bırakın şüpheyi, dedikoduyu, kişi karısını zina yaparken yakalasa
bile onu öldürme hakkının olmadığını; öldürürse cinayet işleyeceğini ve cezasını
çekeceğini söylemektedir. (Hala inatla ve ısrarla “Peki adam öldürmeyip de ne yapacaktı?” diyen cahillere Kur’an’ın verdiği
cevabı yukarıda zikrettik.) Hayreddin Karaman konu ile ilgili son olarak
şunları söylemektedir: ‘Hem âyetler
hem de hadisler ve uygulama açıkça ortaya koyuyor ki, hiçbir kimsenin, kendi
başına karar vererek namus/töre uğruna insan öldürmesi caiz değildir, öldürürse
cinayettir, günah ve suç işlemiş olur ve cezasını çeker.’ (Hayreddin
Karaman, Yeni Şafak, 16 Temmuz 2006)
Sonuç olarak, töre ve namus kavramlarının
arkasına saklanılarak işlenen cinayetlerin İslam ile uzaktan yakından alakası
yoktur. Bu cinayetler Hz. Peygamber’in sahih sünnetine tamamen aykırıdır.
Yanlış din algısı, eski kültürlerin tesiri, Cahiliyye toplumunun baskısı ve şeytanın
vesvesesiyle işlenen cinayetlerin savunulacak hiçbir tarafı yoktur. Bu
cinayetleri işleyenler en ağır cezalara çarptırılmalıdır ki benzer vahşetleri önlemek
açısından caydırıcı olsun. Ayrıca toplumdaki yanlış algının düzeltilmesi için
herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Bu köşe yazısı kendi adımıza bu sorumluluğu
yerine getirme çabamızın bir ürünüdür. Bu cinayetlere sessiz kalmayarak zulmü
onaylamadığımızı böylece ortaya koymuş olduk. Zira her sorumluluk sahibi âlim, Kur’an
ve sahih sünnete dayalı düşüncesini delilleriyle ortaya koymak ve kötülüğü
engellemek zorundadır. Koymayanların bu sorumluluklarının bilincinde olmadıkları
açıktır. (05.05.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder