Tevazuun Önemi (118)
Tevazuun Önemi (118)
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in övdüğü güzel ahlak esaslarından birisi
de tevazudur. Tevazu, alçak gönüllü olmak demektir. Yüce Rabbimiz: “Rahmân'ın has kulları ki, onlar yeryüzünde
tevazu ve vakar ile yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler
kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm! derler”[1] buyurarak
mütevazı mü’minlerin özelliklerinden bahsetmiş, onların namazlarını saygı ve
tevazu içinde kıldıklarını,[2] ahirette
onlardan razı olacağını[3] ve onların
büyük bir mükâfatı hak edeceklerini bildirmiştir.[4]
Tevazuun zıddı kibirdir. Kibir kendini beğenme ve böbürlenme anlamına gelir.
Kibir toplumsal kaynaşmaya zarar veren ve dostların arasını açan kötü bir
huydur. Bu nedenledir ki Resulullah efendimiz: “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan cennete giremez”[5] buyurarak
bütün mü’minleri kibirden sakındırmıştır. Zira kibirli kimse bencildir; kendisini
üstün ve ayrıcalıklı gördüğü için kimseyi beğenmez ve kesinlikle alçakgönüllü
de olamaz.
Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de insanları küçümseyerek onlardan yüz
çeviren, yeryüzünde böbürlenerek yürüyen ve kendini beğenen kimseleri
sevmeyeceğini ifade etmiştir.[6] Kur’ân’da
anlatıldığı üzere İblis’in kendini çok beğenmesi, kibirlenmesi, insanoğlunu
küçümsemesi ve Yüce Allah’ın secde emrine karşı gelmesi onun bu sevgiden mahrum
kalması sonucunu doğurmuştur.[7]
Nitekim Rabbimiz; “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, kibirlenme ve
gururlanma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla
ululuk yarışına girebilirsin. Bunların hepsi de Rabbinin katında sevimsiz
ve çirkin davranışlardır”[8] derken
kibirlenmenin doğru olmadığını bildirmiştir. Bir başka ayette ise müslümanların
Huneyn gününde çokluklarıyla övünmeleri ve tevazudan uzaklaşmalarının
yanlışlığına işaret etmiş ve bu kötü huydan mü’minleri sakındırmıştır.[9]
İşte bütün bunların farkında olan Hz. Muhammed, kibri hoş karşılamamış ve
kendisi de son derece mütevazı olmaya özen göstermiştir. Nitekim o, şahsına
aşırı derecede iltifat edilmesini doğru bulmamış ve bazen meclislerde boş
bulduğu yere oturmuştur. Tokalaştığı zaman karşısındakinden önce elini
bırakmamış, hastaları, dostlarını, komşularını ziyaret etmiş, zayıflara,
yoksullara, kimsesizlere, engellilere ve yetimlere özel ilgi göstermiştir.
Kendisine hizmet edenlerle birlikte oturup yemek yemiş, satın aldığı
yiyecekleri çarşıdan bizzat kendisi taşımıştır. Hayatı boyunca bu güzel ahlakı müslümanlara
da kazandırmak için uğraşmış ve herkese alçakgönüllülüğü tavsiye etmiştir.[10] Hz.
Peygamber; “Herkesle iyi geçinen, yumuşak
huylu olup insanlara tevazu ve kolaylık gösteren kimseleri cehennem ateşi
yakmaz”[11] buyurarak tevazuun
önemini vurgulamıştır.
Kibir ve kendini beğenmek kabalık ve hamlığın, tevazu ise olgunluğun
işaretidir. Nitekim olgunlaşmamış gök ekinler dimdik dururken, olgunlaşmış bir
başağın boynunun eğri, yönünün ise toprağa doğru olduğu görülür. Bu itibarla,
topraktan yaratılan insanın da toprak gibi gönülsüz ve mütevazı olması icap
eder. Pek tabidir ki, olgun bir mü’mine de ancak mütevazı ve ağır başlı olmak
yakışır.
Bu arada aşırı tevazuun da “gizli bir kibir” içerdiği unutulmamalı ve her
konuda olduğu gibi bu konuda da ölçü ve denge kaybedilmemelidir.
Hz. Peygamber’in mütevazı hayatı müslümanlar için bir örnektir. Görüldüğü
üzere Kur’ân’dan ve Hz. Peygamber’in eşsiz uygulamalarından çıkartılacak ders, mü’minlerin
de mütevazı kimseler olmaları gerektiğidir. Zira Yüce Allah’ın rızasını
kazanmanın yolu mütevazı bir mü’min olmaktan geçer.
Rabbim cümlemizi alçakgönüllü olan, kibirden ve kendini beğenmişlikten uzaklaşan
ve tüm insanlara sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşan ihlaslı kullarından
eylesin. (26.04.2009)
Yorumlar
Yorum Gönder