Sünnete Uymak Nasıl Olur? -1 (128)
Sünnete Uymak Nasıl Olur? -1 (128)
Köşe yazımıza başlamadan evvel hemen şunu ifade edelim ki sünnete uymak,
Hz. Peygamber’den gelen her şeyi hiçbir ayrıma tabi tutmaksızın, bağlayıcılık
açısından hepsini aynı kategoride değerlendirerek harfi harfine ve adeta robot
gibi uygulamak/taklit etmek demek değildir.
Ancak günümüzde birçok müslüman, “bağlayıcılık açısından farklılıklar arz
eden sünneti” hiçbir ayrıma tabi tutmaksızın bir bütün olarak değerlendirmekte
ve bu tür bir sünnet anlayışından hareketle Hz. Peygamber neyi nasıl yapmışsa
onu aynen taklit etmeyi “sünnet” zannetmektedir. Bu tür bir sünnet anlayışına
sahip kimseler, “sakal bırakmayı, sarık sarmayı, cübbe/fistan/şalvar giymeyi,
yerde yemek yemeyi, elle yemeyi” sünnet zannetmekte, böyle yaptıkları zaman Hz.
Peygamber’e ittibâ ettiklerini düşünmekte, esas yapmaları gereken sünnetleri
ise “ihmal ettiklerini” bir türlü fark edememektedirler. Görüldüğü üzere bu
anlayışın düzeltebilmesi için sünnet anlatılırken veya uygulanırken, sünnetin
bağlayıcı olan ve olmayan türlerinin bulunduğu, bunların birbirinden kesinlikle
ayırt edilmesi gerektiği müslümanlara açık ve anlaşılır bir dille ifade edilmelidir.
Her müslüman, kendi kişiliğine, konumuna, durumuna ve içinde bulunduğu
şartlara göre sünnete tabi olabilir. Sünneti sadece “şekle/lafza bağlı sabit ve
dar bir kalıba” hapsetmek, onun alanını ve sınırlarını daraltmak anlamına
gelir. Böyle bir anlayış İslâm’ın son ve evrensel din olma özelliğine zarar
verir. Nitekim sünnet, temel amaç ve ilkeleri itibarıyla zamana ve şartlara
göre şekillenerek yeni ve daha zengin anlamlar kazanabilecek bir potansiyele
sahiptir. Bu gelişme ve şekillenme tarihi bağlamından koparılmadan ve amacından
saptırılmadan yapılabilir. (Şeker, Necmettin, “İslam Kültürü ve Değişim
Bağlamında Sünnet Algısı”, Ekev
Akademi Dergisi, (Bahar, 2011), Yıl 15, Sayı: 47, s. 185)
Başta sahâbe olmak üzere ilk asırdaki müslümanlar, Kur’ân ve sünnetin
arka planını çok iyi bildikleri için bazı sünnetlerin değişen şartlara göre
yorumlanıp uygulanabilir olduğunu göstermiş, onu Hz. Peygamber’in dönemine
hapsetmemiş ve “yaşayan bir gelenek” hâline getirmişlerdir. Nitekim ilk
dönemlerde Kur’ân ve sünnet yorumlarının, sahâbe ve tabiûn fetvalarının,
ümmetin uygulayageldiği İslâmî örf ve âdetlerin “sünnet muhtevası içinde
değerlendirildiği” bilinmektedir. Bunların Hz. Peygamber’in sözleriyle yan yana
hadis kitaplarına geçirilmiş olması ve Medinelilerin amelinin dinde delil kabul
edilmesi gibi tarihi gerçekler, sünnetin o dönemde “yaşanan ve değişen şartlara
rahatlıkla cevap verebilen dinamik bir gelenek” olarak algılandığının ispatı
durumundadır. (Polat, Selahattin, “Hz. Peygamber’in Sünneti ve Değişim”, Sünnet
Sosyolojisi, Editör: Mustafa Tekin, Ankara 2013, s. 238)
Bir kısım sahâbe ve tabiûnun Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini sadece
şekil açısından okumadıkları, “temel ilke ve amaçları” da gözettikleri,
özellikle illet ve sebepleri çok iyi kavradıkları uygulamalarından anlaşılmakta
olup bu konuda birçok örnek mevcuttur. (Şeker, Necmettin, “İslam Kültürü ve
Değişim Bağlamında Sünnet Algısı”, Ekev
Akademi Dergisi, (Bahar, 2011), Yıl 15, Sayı: 47, s. 188)
Bu bakımdan sahâbe ve tabiûnun uygulamalarını bilmek, Hz. Peygamber’in
söz ve fiillerinin arkasındaki temel ilke ve amaçları göz önünde bulundurmak ve
yaşanan kafa karışıklıklarından kurtulmak gerekir. Zira tüm dünyaya model
olması gereken müslümanlar, öncelikle Hz. Peygamber’i örnek almanın onu “taklitle”
değil davranışlarının arkasındaki “maksadı/amacı/hikmeti” doğru anlamakla
mümkün olabileceğini artık idrak etmelidir. Ne demek istediğimizi birkaç örnekle
şöyle açıklamamız mümkündür:
Örneğin “misvağın kendisini kullanmak” sünnet değil, misvak kullanmanın
amacı olan “ağız ve diş temizliği” sünnettir. Çünkü ağız ve diş sağlığı için
kullanılan âletler kültüre, örfe, âdetlere ve teknolojik gelişmelere göre
değişkenlik gösterebilir. O dönemde Hz. Peygamber bu temizliği misvakla
yapmıştır ve bu da gayet normaldir. Günümüzde de dileyen misvakla diş
temizliğini yapmaya devam edebilir. Ancak bu temizliğin sadece misvak ile
olması gerektiğini, bunun “sünnet” olduğunu söylemek doğru değildir. Esasen periyodik olarak diş doktoruna gidip dişleri temizlettirmek,
dişlerin sağlığı ve temizliği için diş macunu ve diş fırçası kullanmak
sünnettir. (Şeker, a.g.m., s. 190)
Aynı şekilde “günümüzde halı veya kilim üzerinde
çorapla namaz kılmak” sünnetken, Hz. Peygamber’in döneminde olduğu gibi “toprak
zeminde ve ayakkabı ile namaz kılmayı savunmak” sünnet değildir. Uçakla veya
hızlı trenle hacca gitmek sünnet iken, “deveyle hacca gitmeyi savunmak” sünnet
değildir. Defi hacetten sonra su ve tuvalet kâğıdıyla o bölgeyi temizlemek
sünnet iken, İslâm coğrafyasının bazı bölgelerinde algılandığı ve uygulandığı şekliyle
“üçtaş ile istinca yapmak/taharetlenmek” sünnet değildir. (Ünal, Yavuz,
“Gelenek-Sünnet İlişkisi”, OMÜİFD, Samsun 1999, Sayı: 11, s. 95. Ayrıca
bkz. Erul, Bünyamin, Hadislerin Dili, İlk Hadis Belgesi, Hemmâm’ın Sahîfesi,
Tertip-Terceme-Yorum, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2016, s. 270)
Ezan okurken “sesi en uzağa ulaştırmak için”
mikrofon ve hoparlör kullanmak sünnet iken, “mikrofonsuz ve çıplak sesle
minareye çıkıp ezan okumak” sünnet değildir. (Mikrofon ve hoparlör gibi
ses cihazlarına bid’at olduğu gerekçesiyle karşı çıkmak doğru değildir.
Ayrıntılar için bkz. Sakallı, Talat, “Sünnet’in Bağlayıcılık Açısından
Taksimi”, SDÜİFD, Isparta 1995, Sayı: 2, s. 96-97).
Yemeğe besmele ile başlamak, sağ elle ve masada
yemek sünnet iken, “yerde oturarak ve kaşık kullanmadan üç parmakla yemek”
sünnet değildir. Kendi örf, âdet ve geleneklerine göre hazırlanmış tesettüre
uygun kıyafetler giymek sünnet iken, kadınlara “siyah çarşaf veya ferace”,
erkeklere de “sarık, şalvar ve cübbe” giymeyi dayatmak sünnet değildir. (Ünal,
Yavuz, a.g.m., s. 96) Çünkü böyle bir sünnet anlayışına
göre eğer Hz. Peygamber, soğuk bir iklimde yaşayan Eskimoların arasından
çıksaydı tüm müslümanlara “Eskimoların kıyafetlerine benzer kürklü elbiseler
giymeyi dayatmak” sünnet kabul edilecekti.
Bu nedenle belli bir kıyafeti sünnet olarak
önermek yerine değişik coğrafyalarda yaşayan insanlara o bölgenin iklimine,
örfüne, âdetine ve geleneklerine uygun fakat “tesettürü yerine getiren”
kıyafetler giyebileceklerini söylemek sünnettir. Aynı şekilde fakirleri
fakirlikten kurtaracak projeler gerçekleştirmek, balık tutmayı öğretmek,
mesleki ehliyet kursları düzenlemek, girişimciliği özendirmek, yeni istihdam
alanları oluşturmak, üretimi artırmak, kaliteli üretim yapmak, markalaşmak ve
tüm dünyaya bu malları ihraç edecek ortamlar hazırlamak sünnet iken, fakir ve
dilencilere sadaka vermeyi “sünnet” zannetmek doğru değildir.
Dolayısıyla Hz. Peygamber’in yaptığı her şeyi veya söylediği her sözü “sünnet” olarak tanımlamak
isabetli değildir. Çünkü sünnet, eylemlerin şeklinden ziyade onlara hayat veren
özü, ilkeyi, amacı ve maksadı yakalayıp bunu çağa taşımak, bu ilkeler sayesinde
kendi döneminin ihtiyaçlarına ve problemlerine yeni çözümler üretmek ve “Hz.
Peygamber gelseydi acaba bugün nasıl davranırdı?” düşüncesiyle hareket
etmektir.
Nitekim günümüzde müslümanların karşılaştıkları
sorunlara çözümler üretmeleri onlar için bir fantezi değil adeta bir
mecburiyettir. Kaldı ki Kur’ân-ı Kerîm, dinî ilimlerle meşgul olanlara yaşanan
değişimler karşısında yeni çözümler üretmelerini ve bunu gelecek nesillere
öğretmelerini bir görev olarak yüklemektedir. (et-Tevbe 9/122)
Bu nedenle bir müslümanın yapması gereken, sosyal
değişimlere ve gelişmelere direnmek değil, bunları İslâm’a uygun hale getirecek
çalışmalar yapmak, üretilen içtihatları çok yönlü değerlendirmek ve isabetli
olanlarına uymaktır. Nitekim âyetlerde boşanmış kadınlar konusunda erkeklere
yüklenen sorumluluklardan bahsederken geçen “uygun bir şekilde” (Bakara, 2/233; Nisâ, 4/6) ve “güzel
bir şekilde” (Bakara,
2/236) imkân
sağlamayı belirten ifadeler bazı uygulamaların “zamana, şartlara ve toplumların
örf ve adetlerine göre değişebileceğini” göstermektedir ki böyle bir durum,
İslâm’ın cihanşümul/evrensel olduğunun bir başka delilidir. Kaldı ki
âyetlerdeki söz konusu ifadeler “marufun, örfün, âdetlerin ve teamüllerin
dikkate alınmasının gerekliliğini” ve bunun da “yaşanılan zamana, şartlara ve
coğrafyaya göre değişebileceğini” ortaya koyması bakımından da oldukça önemlidir.
Sünnete uymanın nasıl olacağı konusuna bir sonraki
köşe yazımızda devam edelim. (31.07.2009)
Yorumlar
Yorum Gönder