Pasif Müslümanlığı Tercih Etmek Kaybettirir! (168)
Pasif Müslümanlığı Tercih Etmek Kaybettirir! (168)
Hakiki müslüman olduğunu iddia eden acaba dinini
bilinçli bir tercih sonucu mu seçmiştir? Bilerek ve isteyerek mi İslam’a girmiştir?
Yaşadığı toplumun ve ailesinin İslam’ı seçmesinde rolü olmuş mudur? Müslümanlığı
benimsemiş görünmek müslüman olmak için yeterli midir? Kur’an’ın ilkelerinden
habersiz birisi kulaktan dolma bilgilerle İslam’ı ne kadar doğru öğrenebilir, yaşayabilir
ve tüm dünyaya örnek olabilir? Peygamberini yeterince tanıyamamış bir müslüman
ne kadar İslam’ı temsil edebilir? Peygamberi doğru tanımamış, şeklen ona
benzemeyi yeterli gören, ama onun gibi mükemmel ahlakı olmayan birisi nasıl onun
ümmetinden olduğunu iddia edebilir?
Bu ve benzeri sorular elbette çoğaltılabilir.
Ancak söz konusu soruların hepsinin cevabı Kur’an ve sahih sünnette mevcuttur. İnsana
düşen bu iki temel kaynağı doğru anlamak için ciddi çaba göstermektir. Bunun gereğini
yerine getirmeyenin “çevresini, kaderi, dönemi, şartları, zamanı ya da üçüncü
şahısları vs. suçlaması” sadece kendini aldatmasıdır.
Dolayısıyla pasif/cahil müslümanlığı tercih
etmek kişiye kesinlikle kaybettirir. Zira sadece belli bazı ibadetleri yapmayı
yeterli gören ve kulluğun amacını, anlamını ve gayesini öğrenmeyen örnek müslüman
olamaz.
Kur’an’da ifade edilen İslam’ın temel ilkelerinin
amacını, maksadını, gayesini ve hedefini kavramak yerine onu dar anlamda “sadece
belli ibadetlere ya da yanlış, temelsiz ve sağlıksız bir din anlayışına” indirgeyenler
yanılmaktadır. Zira İslam, hayatın bütün alanlarını kuşatan temel prensipleri
muhtevi son mükemmel dindir. (Maide, 5/3)
Bu dinin akaid, ahlak, ibadet, muamelat şeklinde olması gereken değerler
hiyerarşisini ters yüz ederek dini yanlış tanıtmak büyük bir sorumluluğu üstlenmektir.
Bu tür anlayışlar uzun vadede kişiye ve İslam toplumuna kaybettirir; gayr-i müslimlerin
İslam’dan soğumasına/ uzaklaşmasına neden olur. Nitekim hem geçmişte hem de
günümüzde yaşananlar İslam’ın doğru anlaşılıp temsil edilemediğinin bir delilidir.
İslam denilince sadece belli bazı ibadetleri
yapmayı yeterli gören, ubudiyeti ihmal eden, İslam’ın iki temel kaynağının amacını
ve gayesini göz ardı eden “din anlayışı” kesinlikle sakattır.
Geçmiş yüzyılların ihtiyaçları göz önüne
alınarak ve o zamanın şartlarında üretilmiş, günümüz gerçekliğiyle de hiçbir ilgisi
kalmamış “bazı din yorumlarını” ısrarla savunmak, tutarlı içtihatlar yapılmasını
engellemek, günümüze ışık tutmayan ve faydası olmayan bazı ictihatları “din” zannedip
dört elle sarılmak kesinlikle doğru değildir. Dolayısıyla günümüz müslümanlarının
asıl, önemli ve acil ihtiyacı, bu çağın şartlarının esas alındığı
“güncel/aktüel” din yorumlarıdır; bir başka ifadeyle güvenilir dini bilgiye
dayanılarak sağlam muhakeme ışığında üretilmiş sağlıklı içtihatlar ve din
anlayışlarıdır.
Sadece namaz
kılıp oruç tutan, ama çevresinde ve dış dünyada olup bitenleri seyreden, kendi
kendine söylenen “pasif” müslüman tipi yerine, kıldığı namazdan ve tuttuğu
oruçtan ilham ve kuvvet alarak çevresindeki ve dış dünyasındaki olaylara müdahale
eden, harekete geçen ve en üstün mücadeleyi ortaya koyan “aktif” müslüman
modeline geçmek zaruridir. Bunu başarmak dinin
doğru bilgisini sağlam muhakeme ışığında öğrenmekle, öğrenilenleri eksiksiz uygulamakla
mümkün olabilir.
Bu çağda eğer İslam hâkim değil mahkûm ise,
özne değil nesne ise, İslam dünyası ciddi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel
meydan okuma ve tehditlere maruz kalmışsa, bütün bu krizleri aşmanın yolu,
İslam’ı doğru anlamaktan, hakikati ortaya koyan kaliteli çalışmalar yapmaktan
geçer. Kur’an merkezli, Kur’an-sünnet bütünlüğünü ve uyumunu esas alan akademik
yayınlar üretmekten, bunları desteklemekten ve tüm dünyaya duyurmaktan geçer.
İşte bütün bu hedefleri gerçekleştirmek için çaba sarf etmeyen, kılını dahi
kıpırdatmayan, gaflet uykusundaki “pasif müslümanları” bekleyen tehlike çok ama
çok büyüktür.
Pasif müslümanların genellikle akaid-kelam
ve ahlak alanındaki bilgilerinin çok yetersiz olduğu ve bunun doğal bir sonucu
olarak da dinin diğer emir ve prensiplerini doğru şekilde kavrayamadıkları
ortadadır. Zira genel anlamda ağırlığı ibadetlerin yapılış şekline ve gereksiz
detaylara veren bir anlayış ubudiyetin diğer unsurlarını, imanın
sağlamlaştırılmasını ve ahlakın kemale erdirilmesini ihmal etmiştir. Bu durum, İslam
âleminin içinde bulunduğu bugünkü acı durumun en önemli nedenlerinden sadece birisidir.
Oysa İslam, her zaman Yüce Allah’ın koyduğu
sınırlara (hudûdullah) riayet edilmesini (Bakara, 2/229-230; Mücadele, 4;
Talak, 1; Tevbe, 9/112; Nisa, 4/13; Maide, 5/87), bu sınırların doğru anlaşılmasını
ve Allah’ın ayetlerinin (hakikati içinde barındıran şaşmaz ilkelerinin) az bir
pahaya satılmamasını emretmektedir. (Maide, 5/44; Nahl, 16/95; ayrıca bkz.
Bakara, 2/41, 174; Al-i İmran, 3/199)
Âyette geçen “O’nun ayetlerini az bir
pahaya satmak” ifadesini “hafızların Kur’an’ı para karşılığında okuyup
satmaları” şeklinde anlamak ve açıklamak, basit, kolay ve ucuz bir yaklaşımdır;
büyük resmi görmemektir; teferruatla uğraşırken özden uzaklaşmaktır. Burada
Kur’an’ın kast ettiği şey, “Allah’ın koyduğu bütün ilkelere (hudûdullah/adetullah/sünnetullah)
değer verilmemesi ve dünyanın geçici güzellikleri uğruna bunların feda
edilmemesi” gerektiğidir. Bir başka ifadeyle, “O’nun ayetlerini az bir pahaya
satmak” demek, dünyaya dalarak hak ve adaletten uzaklaşmak, insanlar için vaz’
edilmiş bütün ilahi prensiplerine sırtını dönmek ve Yüce Yaratıcıya isyan etmek”
demektir.
Dünyanın geçici güzellikleri uğruna bütün
bu ilkeleri göz ardı eden, emaneti ehline vermeyen, adaleti ayaklar altına
alan, işin kolayına kaçan, sorumluluk almaktan uzaklaşan pasif müslümanların ya
da doğru düşünmeyi terk eden bütün insanların yanlış yaptıkları ortadadır. Kendilerine
gönderilen son ilahi kitabın mesajını doğru kavrayamadıkları, şeytana ve
taraftarlarına uyarak haktan uzaklaştıkları ve böylece Allah’ın ayetlerini az
bir dünyalık uğruna sattıkları açıktır. Görüldüğü üzere âyette bahsedilen husus
sadece müslümanları değil “tüm insanlığı” ilgilendirmektedir.
Sonuç olarak, sağlıklı bir din anlayışının
egemen olması ve “tarihin nesnesi değil öznesi olan genç müslümanların yetişmesi”
için pasif müslümanların yeniden kendilerini sorgulamaları ve İslam’ın temel
ilkelerine dönmeleri kaçınılmazdır. Bu hususta herkes üzerinde düşen vazifeyi
yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde pasif müslümanlığı tercih etmek
kişiye hem bu dünyada hem de ahirette kaybettirir. Çare, İslam’ın şaşmaz
ilkelerini sağlıklı tefekkürün hakkını vererek öğrenmek ve eksiksiz
uygulamaktır. (04.06.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder