Naipaul, Sömürge Aydınları ve İfade Özgürlüğü (180)
Naipaul, Sömürge Aydınları ve İfade Özgürlüğü (180)
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın
desteklediği, 25-27 Kasım 2010 tarihleri arasında İstanbul'da yapılan Avrupa Yazarlar Parlamentosu
toplantısına “onur konuğu” olarak V.S. Naipaul’un
davet edilmesi son derece yanlış bir karar olmuştur.
Çünkü Mr. Naipaul, İslam’ı aşağılayan
(eleştiren değil) ve müslümanlara nefret dolu ifadelerle hakaret eden bir zavallıdır.
Ona göre İslam “bütünüyle yararsız coşku uyandıran bir bağnazlık dinidir.”
İslamiyet'te yalnızca olumsuzluklar ve kötülükler vardır. Müslümanlar ise “geri zekalı”, “aptal”, “yaratıcı özellikleri
olmayan”, “geri kalmış insan türünün en utanç verici örneği” ve “hiçbir şeyi başaramayan beceriksiz
bir güruhtur.”
Bu sözde aydın 17. yüzyılda Hindistan'da
gerçekleşen ve sayısız müslümanın ölmesine sebep olan Babür Camii’nin
bombalanması katliamından “yaratıcı
tutku” (creative passion) diye bahsedecek kadar İslam’dan ve müslümanlardan
nefret eden aşağılık ve gözü dönmüş bir
yazardır.
Böyle düşündüğü ve yazdığı için olsa gerek Nobel Ödülü’yle ödüllendirilmiştir. İşte böyle
bir zavallıyı “onur konuğu” olarak ülkeye çağırmak büyük bir hatadır. İslam’ı
aşağılayan ve müntesiplerine nefret dolu sözlerle hakaret eden bu pespaye adam yüz
bin tane Nobel Ödülü de alsa “nefret suçu işleyen”, “kültürel ırkçılık yapan faşist
biridir” ve ona ancak hak ettiği kadar değer verilmelidir.
Naipaul aşağılık kompleksiyle malul tipik
“sömürge aydınıdır”; Trinidad'a göç etmiş Hindistan kökenli bir ailenin
çocuğudur. Oxford’da okumuş “bir İngiliz centilmenidir”; İngiltere Kraliçesi'nden soyluluk unvanı almış ve
ona “Sir Vidiadhar” diye hitap
edilmektedir.
Mr. Naipaul, sadece İslamiyet’e karşı
nefret duygularıyla dolu biri olmanın ötesinde kolonyalist ve emperyalist kimliğe
de sahiptir. Kısaca Naipaul, devşirilmiş bir “sömürge aydınıdır.” Onun böyle el
üstünde tutulmasının temel nedeni “içinden çıktığı toplumun değerlerine sırf
efendilerini mutlu etmek için” kuyruğunu sallayarak ve önüne atılacak kemiği
bekleyerek “alçakça, adice ve küstahça” saldırmasıdır.
O, kendi yerli ve
mağdur kimliğinden nefret eden, kimliğini emperyalist Batı'nın kimliğiyle
özdeşleştiren ve Batılılar tarafından ezilmiş ve sömürülmüş milletlere neredeyse
tiksinerek ve iğrenerek bakan biridir. (Maalesef ülkemizde de bunun gibi aydınlardan
bol miktarda vardır ve hepsinin zihniyeti Naipaul’la tıpa tıp aynıdır.)
Naipaul'un “normal bir yazar” değil de “onur
konuğu” olarak davet edilişini “hoşgörü”
adına savunanlar aslında “hoşgörüyü” zerre kadar anlamamış “sözde liberallerdir.”
Zira İslam’a ve onun müntesiplerine hakaret eden birini “onur konuğu” yapıp ülkeye
davet etmek hoşgörü değil halkın dini değerlerine saldırı, aşağılama, tahkir ve
alay etmeyi normal görme, gösterme ve onaylama gayretidir.
Oysa İslam, beş şeyin korunmasını emretmektedir;
bunlardan birisi de “dinin korunması” ilkesidir.
Bu prensibi göz ardı etmek ve hoşgörü ilkesinin arkasına sığınarak “dini
değerlere savaş açılmasına göz yummak” doğru değildir.
Hz. Peygamber ile
alay eden karikatürler çizen Danimarkalı karikatürist ile Naipaul’un yaptıkları
arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de İslam’a ve onun sembollerine alenen hakaret
etmişlerdir. Bunun düşünce ve ifade özgürlüğüyle de alakası yoktur. Çünkü ortaya
koydukları yapıtlarında her ikisi de inananların kutsal bildiği değerlere alçakça
saldırmış, karalamış, aşağılamış, tahkir etmiş ve “nefret suçu” işlemişlerdir.
Zaten müslümanlara bu kadar ağır hakareti
reva gören Naipaul’la aynı masada oturmak, onu onur konuğu yapmak veya
alkışlamak hazmedilecek bir durum değildir. Zira o, İslam dini ve müslümanlarla
ilgili görüşlerini hiç değiştirmemiştir. Naipaul, bilinen eski Naipaul’dur; yazıları
ve görüşleri tamamen aynıdır; asla tövbe edip pişman olmamıştır.
Bazıları “onun gelişini protesto ederek
programa katılmaktan vazgeçen “onurlu ve ilkeli yazarlarla” alakalı: “Onlar programa katılıp, Naipaul hakkında
konuşup düşüncelerini orada ifade etmeliydiler" demişlerdir ki bu
görüşe hiçbir şekilde katılmamız mümkün değildir. Çünkü davete katılmaktan
vazgeçen ve bu sömürgecilerin uşağını protesto eden münevverlere bu sefer katılmaları
ve Naipaul’u eleştirmeleri halinde “aynı sözde aydınlar”; “Sen bunları söylemek için mi buraya geldin? Sen Naipaul’un bu
toplantıya katılacağını biliyordun, madem öyle katılmasaydın, seni buraya
katılmak için zorlayan olmadı; üstelik o bizim onur konuğumuz, buraya onu
sıygaya çekmek için çağırmadık seni!” der, zeytinyağı gibi üste çıkar, o
kimseyi susturur ve de itibarsızlaştırırlardı.
Şunun altını çizelim ki burada mesele
“sevdiklerimizi eleştirenler veya karşıt görüştekiler ülkemize gelmesinler”
meselesi asla değildir. Elbette farklı görüşler ve eleştiriler olacaktır ve de olmalıdır.
Ama olmaması gereken hakarettir, aşağılamadır, küstahlıktır, küçümsemedir,
alaya almadır, nefret suçudur, insanların mukaddeslerine ve dini sembollerine saldırıdır.
Biz biliyoruz ki, şu an dünyada ve
ülkemizde ünlü-ünsüz, yetenekli-yeteneksiz, Nobel ödüllü-Nobel ödülsüz bir sürü
Naipaul vardır ve kıyamete kadar da “paraları ödenerek satın alınmış böyle aşağılık,
kaypak ve dönek tipler” hep olacaktır. Ancak bizim itirazımız şeytanın
taraftarı Naipaul ve benzerlerinin pervasızca İslam’a hakaret etmelerine, sonra
da bu alçakların ülkede baş tacı edilmelerinedir. Bunun “düşünce ve ifade
özgürlüğüyle” de “farklı inanç ve görüşlere tahammülle” de zerre kadar alakası
yoktur.
Çünkü burada müslümanların duruşunu ve
tavrını belirleyen Kur’an’ın ayetleridir. Zira müslümanlar Kur’an’ın ilkelerine
bakarak hareket ederler. Nitekim konuyla ilgili Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“O, size Kitap'ta: 'Allah'ın âyetlerinin
inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze
dalıp geçinceye kadar onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz.'
diye indirdi.” (Nisa, 4/140. Ayrıca bkz. Maide, 5/57-58; En'am, 6/68.)
Görüldüğü üzere Kur'an-ı Kerim, İslam'ın
kutsallarıyla alay edildiği toplantılara müslümanların katılmalarını yasaklamakta,
böyle sohbetlere tanık olanların ise derhal o ortamı terk etmelerini
emretmektedir. Burada yasaklanan faydalı beşeri ilişkiler, gayrimüslimlerle
sohbet, tanışma, fikir alışverişi, seviyeli ve zihin açıcı tartışma programları,
dünya barışına, huzuruna ve refahına katkı sunacak müzakereler değildir. Tam
aksine yasaklanan, Yüce Allah'a, Kur'an’a, Hz, Peygamber'in şahsiyetine, sahâbeye,
İslam'ın sembollerine saldırının olduğu toplantıların protesto edilerek terk
edilmesidir.
Bunun “hoşgörüyle” veya “düşünce ve ifade
özgürlüğüyle” hiçbir ilgisi yoktur. Edep dairesi içinde elbette herkes düşüncesini
dile getirebilir, eleştirebilir. Ama alay, hakaret, tahkir, tezyif, küçük
düşürme ve nefret suçu olmaması gereken şeylerdir.
Nitekim Maide suresi 57-58. ayetlerde “yahudi
ve hıristiyanlardan İslam dinini alay ve eğlence konusu yapanların ve açıktan
inkârcı oldukları bilinenlerin dost edinilmemesi” belirtilmektedir. Bu, gayet
yerinde ve gerekli bir uyarıdır. Zira farklı dinlere mensup insan toplulukları
bir arada, barış ve huzur içinde yaşayacaklarsa grupların birbirlerinin din ve
inançlarına azami ölçüde saygı duyması zorunludur ve burada anahtar terim “saygıdır.”
Zira karşılıklı ihtiram her zaman esastır.
Farklı din mensupları birbirlerinin inançlarına, ibadetlerine, kutsallarına,
hak ve hukuklarına saygı göstermek; can, mal, namus ve nesil emniyetlerini
tehdit edecek davranışlardan sakınmak zorundadır. Müslümanlar öncelikle bu
hassasiyete sahiptir ve başkalarından da aynı hassasiyeti beklemeye hakları
vardır.
Kanaatimizce müslümanlar dinlerini ciddiye
almayan ve kendi dinlerini alay konusu edinenlerle “dostluk” ilişkisi kuramaz. Aksi
halde müslümanlar Yüce Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olmamış olurlar
ki, bu da takvaya aykırı bir durumdur.
"Seni
öldürmeye gelen sende dirilsin"
yöntemini kullanarak müslümanlar arasında da kaliteli entellektüeller
çıkabildiğini ilk elden göstermek tabi ki önemlidir. Ama bu yapılırken İslam’ın
izzetini korumak da esastır. Çünkü Naipaul ve benzeri İslam düşmanları nezaketi/zarafeti,
“zafiyet/pısırıklık/korkaklık/eziklik” gibi algılamakta, daha da şımarmakta,
azgınlıklarını daha da artırmakta, İslam’a ve müslümanlara ağır hakaretlerini sürdürmektedir.
Zira Naipaul benzeri tipler şeytanın
adımlarını takip eden, kalpleri taşlaşmış, katılaşmış ve mühürlenmiş İslam
düşmanlarıdır. Nitekim Kur’an, bunların inkârlarından ve girdikleri yoldan
kolay kolay dönmeyeceklerini haber vermektedir. (Bakara, 2/18, 171)
Sonuç olarak, Naipaul ve o zihniyettekiler
hakaret etmeden de İslam’ı ve müslümanları elbette eleştirebilir. (Nitekim ülkemizde
de Naipaul benzeri epey miktarda “Batı hayranı İslam düşmanı” vardır. Onlar da
eleştiri yerine fırsat buldukça İslam’a saldırmakta ve içlerindeki kini
kusmaktadır.) Dünyanın ilgi odağına dönüşen, bölgesel ve küresel güç olma
yolunda hızla ilerleyen Türkiye'yi Naipaul gibiler için bir “eğitim mekanına”
dönüştürmek elbette önemlidir. Ama bu yapılırken İslam’ın ve müslümanların
onurunu ayaklar altına almak ve azgınları daha da şımartmak asla kabul
edilemez. Müslümanlara düşen her halükarda onurlu, vakur ve dik bir duruş
sergilemek, aşağılık kompleksine kapılmamak ve böylelerine hak ettikleri dersi
her zaman ve her ortamda korkmadan ve çekinmeden vermektir. (27.11.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder