Kur’an’a Göre Kimlerin Şahitliği Kabul Edilmez?(163)
Kur’an’a
Göre Kimlerin Şahitliği Kabul Edilmez?(163)
Namuslu insanlara iftira atanın başka
konulardaki şahitliğinin de geçersiz kılınarak itibarsızlaştırılması ve bu gibi
kimselere asla güvenilmemesi hususunda Kur’an-ı Kerim’in haber verdiklerine geçmeden
evvel Kur’an’ın “adaletin tecellisi için şahitlik mevzuuna” ne kadar önem
verdiğini ayetlerle ortaya koyalım.
Kur’an-ı Kerim, adaletin yerini bulması
için görgü tanıklarını şahitlik yapmaya söyle çağırmaktadır.
‘Siz ey imana ermiş olanlar! Sizin, ebeveyninizin ve
akrabalarınızın aleyhine de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak
adaleti gözetmeye azmedin. O kişi zengin de olsa fakir de olsa, Allah'ın hakkı
onların her birinin [hakkının] önüne geçer. Öyleyse, kendi boş arzu ve
heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Çünkü eğer [hakikati]
çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’ (Nisa, 4/135)
‘Siz ey imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik
yaparak Allah'a bağlılığınızda sıkı durun ve herhangi bir kimseye karşı
nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun: bu, Allah'a karşı
sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allah'a karşı
sorumluluğunuzun bilincinde olun: şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.’ (Maide 5/8)
Görüldüğü üzere bu ayetler adaletin
ve şahitlik mevzuunun ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte
Kur’an-ı Kerim, başka ayetlerde şahitliği ebediyen kabul edilmeyecek kimselerin
özelliklerine de dikkat çekmekte ve bu kimselerin kendilerini düzeltmeleri
halinde şahitliklerine itibar edilebileceğini ifade etmektedir. Hatasını fark
edip kendisini düzeltmeyen ve ısrarla yalan haber aktararak insanların
şereflerine leke sürmeye çalışan kimselere ise asla güvenilmeyeceğini yine Kur’an-ı
Kerim şöyle haber vermektedir:
‘İffetli kadınları [zinayla] suçlayıp sonra da
[bu suçlamayı doğrulayıcı yönde] dört şahit getiremeyen kimselere gelince,
böylelerine seksen değnek vurun; bundan böyle hiçbir zaman onların şahitliğini
kabul etmeyin; çünkü bunlar gerçekten yoldan çıkmış kimselerdir! Ancak, bundan
sonra (yaptığından ötürü) tevbe edip kendini düzeltenler [bu kısıtlamanın
dışındadır]; çünkü Allah çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.’ (Nur, 24/4-5)
Şunu açıkça ifade edelim ki Kur’an-ı Kerim,
polemikte son derece ustalaşmış, insanları rahatlıkla kandırıp maniple etme
konusunda kendisini geliştirmiş, hakikatleri çarpıtma konusunda kurnazlaşmış,
popülist yaklaşımlarla insanları kendine çekmekte mahir tiplere karşı da mü’minleri
şöyle uyarmaktadır:
‘İnsanlardan öylesi var ki, bu dünya hayatı hakkındaki
görüşleri senin hoşuna gider; (dahası), kalbindekilere Allah'ı şahit tutar,
üstelik tartışmada son derece ustadır. Ancak hâkimiyeti eline alır almaz
yeryüzünde fesat çıkarmaya, [insanın] ürünü[nü] (ekonomi) ve nesli[ni] (içkiyi,
kumarı, uyuşturucuyu, zinayı, homoseksüelliği, lezbiyenliği, satanizmi,
bekâretin gereksizliğini, bencilliği, hedonizmi ve buna benzer her türlü
münkeratı savunmak
suretiyle bozmaya, çürütmeye, yozlaştırmaya ve) yok etmeye çalışır: Allah
fesadı (bozgunculuğu) sevmez. Kendisine ne zaman “Allah'a karşı sorumluluğunun
bilincinde ol!” dense, yersiz gururu onu günaha sevk eder: böylelerinin payına
cehennem düşecektir; ne kötü bir konaklama yeridir orası!’ (Bakara, 2/204-206)
Görüldüğü üzere bu ayetler, spekülasyon
yaparak gerçeği eğip bükenler ile fitne ateşi yakıp ortalığı karıştırmak
isteyen kötü niyetli münafıklara karşı bütün mü’minleri uyarmaktadır.
Dolayısıyla bu ayetlere hiç kulak vermeyerek devamlı yanlış tercihlerde bulunan
birilerinin kıyamet gününde “Bu
ayetlerden bizim hiç haberimiz olmadı ki” diye kendilerini
savunmaya kalkışmalarının hiç bir kıymetinin olmayacağını bilmeleri
gerekmektedir.
Zira böyle yoldan çıkmış, ikiyüzlü, taraflı,
çıkarcı, bencil ve yalancı kimselerin verdikleri haberlere, yaptıkları
şahitliklerine incelemeksizin inanmak, sonra da yanlış kararlar vermek ahirette
kaybetmeyi göze almak demektir.
Öte yandan Kur’an-ı Kerim, yoldan çıkmış bu
tür kimselerin getirdikleri haberlere ve yaptıkları yorumlara inanılmadan önce “araştırma
yapılması gerektiğini” açıkça emretmekte ve son pişmanlığın fayda vermeyeceğini
şöyle ifade etmektedir:
‘Siz ey imana ermiş olanlar! Yoldan çıkmışın biri size
[yalan] bir haber getirirse, muhakemenizi kullanın; yoksa istemeden insanları
incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.’ (Hucurat, 49/6)
Bu kadar açık ve net uyarıya rağmen, hâlâ
yalan haberlere veya çıkartılan söylentilere hemen inanan ve gerçeği
araştırmayan müslümanların düşünmeden hareket etmesi ve bu ayeti adeta yok
sayması, sonra da suçu başkalarına atarak: ‘Herkes inandıydı ben de inandım’, ‘herkes konuşuyordu ben de konuştum’ , ‘herkes yapıyordu ben de yaptım’ diyerek kendini
savunabileceğini zannetmesi kesinlikle doğru değildir.
Çünkü başkalarının itibarını zedeleyecek
asılsız söylentiler çıkartıp bunları yaymak kul hakkı ihlalidir. Bu konuda
duyarsız kalmak ve bunu yapanlara destek vermek suç ortaklığıdır ve savunulacak
hiçbir tarafı da yoktur. Dolayısıyla bu dünyayı birlikte paylaştığımız bütün
bireylerin şeref ve itibarını korumak ahlâkî bir zorunluluktur. Maalesef bu
konuda da müslümanların yeterince duyarlı davranmadıkları ve her söylentiye/dedikoduya
inanıp yanlış kararlar aldıkları görülmektedir ki bunun vebali çok büyüktür.
Zira konuyla ilgili insanları uyaran pek çok ayeti kerime mevcuttur. (İsra, 17/36; Mülk, 10; Fussilet, 20-22;
Nur, 24/52-54)
Şurası unutulmamalıdır ki, insanların çoğunun
duyduklarına sorgulamaksızın hemen inanmaları ve hiç bir araştırma yapmadan,
doğru ve güvenilir kaynaklara başvurup teyit etmeden hatalı tercihlerde
bulunmaları gerçekten büyük bir vebali üstlenmek demektir. Zira bunun sonucunda
bazen telafisi mümkün olmayan büyük yanlışlar yapılmakta, masum insanlar
lekelenmekte, çok büyük iftiralarla onurlu insanlar itibarsızlaştırılmaktadır.
Bu nedenle aklı başında mü’minin bütün bu ayetleri göz ardı ederek adaletten ve
hakkaniyetten uzaklaşması ve şahitliğine güvenilmeyecek basit insanların
verdikleri bilgilere ve yaptıkları değerlendirmelere göre karar vermesi son
derece yanlıştır. Bu tür kimseleri iyi tanıma ve doğru karar verme konusunda
Kur’an’ın verdiği kriterler gayet açıktır ve şu ayetler yoldan çıkmış bu tür
fasıkların temel özelliklerini haber vermektedir:
Siz ey imana ermiş olanlar! Hiçbir insan [başka]
insanları alaya alıp küçümsemesin: belki o [alay edip küçümsedik]leri
kendilerinden daha hayırlı olabilirler ve hiçbir kadın [başka] kadınları
[küçümseyip alaya almasın]: onlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler. Ve
hiçbiriniz başka birini karalamasın, birbirinizi [yaralayıcı, incitici]
lakaplar ile aşağılamayın: [kişi] iman ettikten sonra ona hiçbir şekilde günah
isnat etmeyin ve [bu suçu işleyen, ama sonra] pişmanlık duymayanlar -işte
gerçek zalimler onlardır! (Hucurat,
49/11)
Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim, bu tür
fasıkların bir başka özelliğini de şu şekilde haber vermekte ve konu üzerinde
düşünmeye davet etmektedir:
“Bakın, Allah, bir sivrisineği [hatta] ondan daha küçük
bir şeyi örnek getirmekten kaçınmaz. İmana ermiş olanlara gelince, onun
Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Hakikati inkâra şartlanmış
olanlar ise, “Bu örnek ile Allah ne demek istiyor acaba?” derler. Bu yolla
Allah, birçoğunu saptırırken birçoğunu da doğruya yöneltir, fakat fasıklardan
başkasını saptırmaz, Bu fasıklar o kimselerdir ki, Allah'a kesin söz verdikten
sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın, kurulmasını istediği bağları (İslam
kardeşliği ve akrabalık bağlarını ya da insan, bitki ve hayvan genleri
arasındaki bağlantılarla keyfi şekilde oynamak suretiyle) koparır ve yeryüzünde
fitne ve fesat çıkarırlar. İşte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/26-27)
Sonuç olarak, her dönemde yalan ve yanlış
haberler getiren ve şahitliğine güvenilmeyecek yoldan çıkmış insanlar
bulunmuştur ve kıyamete kadar da bulunacaktır. Mü’minlere düşen görev, bunları
iyi tanımak ve onlara karşı çok dikkatli olmaktır. Ahirette savunamayacağı
sözleri söylememek ve bu zalimlere destek olmamaktır. Hakkın ve adaletin
yanında yer almak ve bu konuda üstün bir çaba sarf etmektir. Söylediği ve
savunduğu her söz ve düşüncenin bir gün önüne konulacağını ve bunun hesabının da
kendisine sorulacağını asla unutmamaktır. (30.04.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder