Kimin Doğruyu Söylediğini Nereden Bileceğiz? (155)
Kimin Doğruyu Söylediğini Nereden Bileceğiz? (155)
İnsanlar alıştıklarının dışında “kafalarını
karıştıran farklı bir görüşle” karşılaştıklarında kime inanacaklarını ve kimin
yanında yer alacaklarını bilmediklerini iddia eder ve “Peki kimin doğruyu söylediğini nereden bileceğiz?” diyerek
kendilerini haklı göstermeye çalışırlar. Bu soru, asırlardır insanların
üzerinde düşündükleri ve çözüm aradıkları bir husustur.
Kanaatimizce kafa karışıklıklarını
gidermenin en etkili yöntemi “belli ölçülere” göre hareket etmektir.
Gerçekten de insanlar hayatlarının her
anında bazı konular ve kişiler hakkında sürekli kararlar almakta; nerede durdukları,
neyi destekledikleri ya da neye karşı çıktıklarıyla ilgili sürekli görüş beyan
etmektedirler. Pek tabiidir ki bu değerlendirmeleri ölünceye kadar yapmak
durumunda olan insanların belli kriterlere göre hareket etmeleri gerekir. Bu
ise ön yargılarla değil, aklıselimle ve evrensel hukuk ve ahlak ilkeleriyle
yapılmalıdır.
Bu itibarla herhangi bir konuda görüş belirten
kimse bunu yaparken sağlam karinelerine dayanmalı, doğru analizler yapabilmek
için beslendiği her türlü kaynağın temiz, güvenilir, arı, duru, sapasağlam
olmasına ve belli şartlar taşımasına büyük önem vermelidir.
Kanaatimizce kul hakkını ihlal etmemek (Hucurat
49/12; Necm 53/28) ve verilen hükümlerde isabet kaydedebilmek için bütün
insanların uyması gereken bazı hususlar vardır. Bu bakımdan insanlar kime kulak
vereceklerini, neleri okuyup neleri seyredeceklerini çok iyi tespit etmeli,
dinledikleri ve görüşlerine itimat ettikleri kimselerde bazı özelliklerin
bulunup bulunmadığına çok iyi bakmalıdır.
Bize göre takip edilecek ve görüşlerine değer
verilecek kimselerde şu özellikler mutlaka olmalıdır:
1. Bir konuda konuşan/kanaat belirten
kimse, gerçekten o bilim alanının (tıp, ilahiyat, ekonomi, hukuk, eğitim,
iletişim, siyaset, diplomasi, askerlik, emniyet, sosyoloji, psikoloji, felsefe,
astronomi, tarım, hayvancılık, sanat, spor vs.) otoritesi/mütehassısı/uzmanı
olmalıdır.
2. Alanıyla alakalı sağlam ve derinlemesine
bilgi, birikim ve tecrübeye sahip olmalıdır.
3. Söz söylediği sahanın uzmanlarının
eğitiminden geçmeli, liyakat sahibi olduğu test edilip onaylanmalı, o konuda
bilgi, mal, hizmet ve ürün üretebileceği, görüş açıklayabileceği ve bunları
bütün dünyayla paylaşabileceği yönünde elinde geçerli diploması/belgesi olmalıdır.
4. Alanıyla ilgili bilimsel gelişmeleri
yakından takip etmeli ve sürekli kendini yenilemelidir.
5. Söylediklerini uygulayan ve bunlara göre
hayatını şekillendiren bir kimse olmalıdır. Zira söylediklerinin tam tersini
yapan birine kimse itibar etmez ve etmemelidir.
6. Yaptıklarında ve söylediklerinde samimi
olmalıdır. Çıkar amacıyla gerçekleri çarpıtan, sıkışınca yalan söyleyen,
yaptıklarını ve söylediklerini inkâr eden kimselerden uzak durulmalıdır.
7. Kanaatini ortaya koyarken tarafsız,
adil, objektif, ilkeli, tutarlı olmalı ve meselelere ideolojik yaklaşmamalıdır.
8. Uzman olduğu sahada konuşurken sağlam
muhakeme yeteneğiyle konuları ele almalı ve incelediği konuya parçacı değil,
bütüncül bakmalıdır.
9. Bütün dünyaya örnek olabilecek “güzel ahlak
sahibi” olmalıdır.
10. Kendisi için istediğini başkaları için
de isteyebilme erdemine sahip olmalıdır.
11. Takip edilecek kimselerin sadece
unvanlarına, titrlerine, rütbelerine, makam veya mevkilerine bakılmamalıdır. Zira
bazı kimseler vardır ki hak etmedikleri halde o makamlara getirilmişlerdir.
Onlar bu makamların hakkını vermek yerine unvanlarını başka amaçlar için kullanmaktadır.
Dolayısıyla bu konuda belirleyici olan, peşinden gittiği ve sözüne değer
verdiği kimsenin bazı unvanlar taşıması, çok meşhur olması veyahut yüksek
makamları işgal etmesi değildir; aksine sağlam muhakeme yeteneğine, basiret ve
ferasete sahip olup olmaması, mantık kurallarına, akla, sağduyuya ve bilimsel
esaslara uygun hareket edip etmemesidir. Ortaya koyduğu düşüncelerinde/hükümlerinde
ya da yazdığı eserlerde sağlam, objektif, tutarlı, dengeli, derinlikli, kapsayıcı
ve kuşatıcı olup olmamasıdır.
12. Takip edilecek kimse eleştiren,
sorgulayan, kritik-analitik düşünen, sürekli sağlıklı tefekkür yapan, diğer
disiplinlerden de faydalanan, orijinal fikirler/kavramlar üretip açıklayan,
bunu da tam bir tutarlıkla başaran, tahlil ve analiz kabiliyeti yüksek birisi olmalıdır.
İşte bütün bu özellikleri haiz birisinin
uzman olduğu sahada konuştukları, yazdıkları ve yaptıklarının bir değeri/anlamı/kıymeti
vardır ve bunlar diğer insanlara yol gösterebilir.
Herkes tarafından artık kabul edilmektedir
ki, günümüz dünyasında bir insanın her şeyi bilebilmesi imkânsızdır ve
branşlaşma kaçınılmazdır. Gelişmiş ülkelerde sahanın uzmanlarının kanaatlerine kulak
verilmektedir. Gelişmemiş ülkelerde ise herkes her konuda ahkâm kesmekte ve
üzerine vazife olmayan konularda rahatça kalem oynatmaktadır. Mesela bir kentin
tabip odası “Türkiye’de İslam ve İslam’ın Sorunları” konulu panel
düzenleyebilmekte, konuşmacıların tamamı da tıp doktorlarından oluşmaktadır. Bu
toplantıya konuşmacı olarak katılan “uzman tıp doktorları” kendi alanlarında
konuşmak yerine, eleştiri sınırlarını da aşarak “dine ve dini değerlere açıkça
hakaret” edebilmektedirler. Bu gerçekten traji-komik bir durumdur ve
yazdıklarımızı özetleyen çok güzel bir örnektir.
İşte bütün bu kafa karışıklıklarından
kurtulabilmenin yolu, herhangi bir konuda görüş belirten kimselerin yukarıda
saydığımız özellikleri taşıyıp taşımadıklarına bakmaktır. Bu özellikleri taşımayanlara
danışmak, onları takip etmek ve onların gösterdiği yoldan gitmek gelişmenin,
kalkınmanın ve gerçeğe ulaşmanın önündeki en büyük engeldir. Zira böyle yapmak zaman
ve enerji kaybına yol açacağı gibi toplumsal huzur ve istikrarın bozulmasına da
neden olur.
Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim, emanetin ehline
verilmesini, (Nisa, 4/48) uzman kimselere danışılmasını (Nahl, 16/43; Enbiya,
21/7) salık verir; nitekim Hz. Peygamber’in de tavsiyeleri bu yöndedir. Ancak hâlâ
her duyduğuna sorgulamadan inanan, güven telkin etmeyen insanların peşinden
giden, onların sözlerini araştırmadan her yerde anlatan müslümanlar vardır ve
bunlar çok büyük hata yapmaktadır. Zira Allah’ın kendisine verdiği aklı kullanmayan
insan sorumluluklarından kurtulamaz. Bir insan bu dünyanın geçici güzellikleri
için bu kadar kolay ve ucuz şekilde kendi kendini aldatıp mahvedemez ve mahvetmemelidir.
Çünkü aldatılmak isteyenleri aldatacak birileri mutlaka bulunur.
Dolayısıyla toplumdaki bireyler barış ve
huzur içinde yaşamak ve sonra da bütün dünyaya örnek davranışlar sergilemek istiyorlarsa
“ehliyet ve liyakat sahibi uzmanlara” kulak vermeli ve onların fikirlerine saygı
duymalıdır.
Bunu bir misalle açıklarsak şunları ifade
edebiliriz:
Mesela beyin ameliyatı olması gereken bir
hasta binlerce ameliyat yapmış tecrübeli “beyin cerrahını” tercih etmek yerine “Nasıl olsa o da doktor” diyerek “pratisyen
hekime” ameliyat olmaya kalkışırsa, kendisi hakkında doğru karar vermemiş olur.
Pratisyen doktor değil de “sağlık meslek lisesi mezunu bir sağlıkçının” da bu
ameliyatı rahatlıkla yapabileceğini kabul eder ve uzman olmayan kişiye o
ameliyatı olursa ameliyat masasından kalkması imkânsızdır. Zira görünen köy kılavuz
istemez. Veya aynı kimse, “Beyin cerrahı
şart değil canım, bir kadın doğum doktoru da bu ameliyatı yapsa olur, nasıl
olsa o da doktor, ne fark eder ki!” dese ve “o kadın doğum doktoruna” beyin
ameliyatı olsa yine doğru bir iş yapmamış olur.
Bu itibarla nasıl tıp alanındaki branşlaşma
beden ve ruh sağlığı için önemli ve zaruri ise aynı şekilde ilahiyat alanında
da branşlaşma dinî/uhrevî hayat açısından son derece önemlidir. Yukarıda
sayılan özellikleri haiz ehliyet sahibi kimselerin kanaatlerine, ürettikleri
sağlam bilgilere kulak vermek şarttır; din konusunda oluşturulmak istenen bilgi
kirliliğini ve kafa karışıklıklarını en aza indirmek için bu zaten gereklidir. “O da ilahiyatçı”, “O da hoca” diyerek
uzmanı olmadığı sahada konuşan ya da kendisini geliştirmemiş, muhakeme yeteneği
zayıf, anlama, kavrama ve sezme melekeleri çökmüş ve söz söylerken samimi de
olmayan kimselere kulak veren kişinin durumu “sağlık konusunda yanlış tercih
yapan hastanın” durumuna benzer. Nitekim böyle birisi dini doğru
kavrayamayacağı gibi bu din tüccarlarının, çakma ilahiyatçıların elinde oyuncak/kobay
olmaktan ve istismar edilmekten de kurtulamaz.
Ayrıca şunun da altı çizilmelidir ki, bir
meslek mensubunun giydiği kıyafete, cübbeye, üniformaya ya da resmi elbiseye
bakarak o kimsenin o konuda ehil olduğu düşüncesine kapılmak da son derece
yanlış ve tehlikelidir. Bu, kolaycılık ve şekilciliktir; sadece bu
kıyafetlere bakarak karar veren ve bu kişileri ehil zannedenler sorumluluktan
kurtulamaz. Zira mesleği icra eden “kişinin giydiği kıyafet ya da kisvesi
değil” bizzat kendisidir. Ehliyet ve liyakat sahibi kimse cübbe veya üniforma
giymese de onun söyledikleri ve yaptıkları önemlidir. Zira önemli olan
aklıselim, sağlam muhakeme, basiret, feraset, uzmanlık, ehliyet, liyakat, sağlam
bilgi ve tecrübedir. Kişiyi giydiği kıyafetlere göre değerlendiren anlayış
kolaycı, ucuzcu, şekilci ve sakat bir anlayıştır. Nitekim “Hocalık sarık ve cübbe ile değil, kafa iledir” sözü ne demek
istediğimizi çok güzel özetlemektedir. Kanaatimizce bu veciz söz sadece hocalık
için değil diğer tüm meslekler için de aynen geçerlidir.
Sonuç olarak, herkes hayatının her anında
kendisi ve başkaları hakkında karar verirken faydalandığı
ölçülere/kıstaslara/kriterlere çok dikkat etmelidir. Beslendiği kaynakları
yeniden gözden geçirmeli ve uzmanlığa muhakkak saygı göstermelidir. Uzmanlığa
saygısızlık insanı bu dünyada telafisi imkânsız sonuçlarla karşı karşıya
bırakır ve hesap gününde de büyük kayıplara uğramasına neden olur. (Ahzab,
33/67-68; Bakara, 2/165-167; En’am 6/27, 148; Zuhruf, 43/38) Ayrıca kıyamet
günü peşinden gittiği “şeytan ve şeytanlaşmış insanları” suçlaması ona hiçbir fayda
sağlamaz ve onların gittiği yere gitmekten de asla kurtulamaz. (08.02.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder