Fetva Verenlerin Dikkat Etmesi Gerekenler! (182)
Fetva Verenlerin Dikkat Etmesi Gerekenler! (182)
Bilindiği üzere ülkemizde yayın yapan
yüzlerce yazılı ve görsel medya organı vardır. Buralarda dini konularla alakalı
yapılan programlar çoğunlukla insanların ilgisini çekmektedir. Bu nedenle de pek
çok medya organı dini konuları zaman zaman ekranlarına taşıma eğilimindedir.
Zira onlarda da reyting/izlenme ve daha çok kazanma kaygısı vardır. Hal böyle
olunca kendi aralarındaki rekabet nedeniyle bazen haberlerin içeriğini
saptırmakta veya çok ilgisiz başlıklar atmaktadırlar.
Bir haber elbette farklı dil ve başlık
kullanılarak okuyucunun da dikkatini çekecek şekilde sunulabilir. Basın
mensuplarının bunu yapmaya hakları vardır; ancak haberin asla saptırılmaması ve
gerçeğin eğilip bükülmemesi gerekir. Zira gerçeği gizlemek, sadece bir kısmını
söylemek veya söylenmemiş şeyi söylenmiş gibi aktarmak gazetecilik ilkeleriyle/
ahlakıyla bağdaşmaz. Bu itibarla, medya mensupları “ilgi çekici manşetler
atacağız” derken söz konusu kuralları göz ardı edemez.
Öte yandan dini konularda görüş açıklayanlar
da sözlerinin nerelere çekilebileceğini önceden hesap etmek durumundadır. Buna
dikkat etmedikleri halde sözlerinin çarpıtıldığından şikâyetçi olanlar biraz da
dönüp kendilerini sorgulamalıdır. Zira onlar da röportaj yaparken seçici
davranmamış ve uzatılan her mikrofona konuşarak hata etmişlerdir.
Konuyu bir örnekle açıklamaya çalışalım.
Mesela geçmiş yıllarda gazeteciler Papa’yı gittiği şehrin havaalanında karşılamış,
uçaktan iner inmez ona şöyle bir soru yöneltmişlerdir: “Papa hazretleri! Genelevini de ziyaret etmeyi düşünüyor musunuz? Papa
bu soruya başka bir soruyla karşılık vermiş ve “Burada genelevi var mı
bilmiyorum” demiştir. Ertesi gün gazetelerde şu manşet yer almıştır: “Papa
uçaktan iner inmez ‘burada genelev var mı?’ diye sordu.”
Görüldüğü üzere Papa’nın bu tuzak soruya
verdiği masum cevap çarpıtılmış, Papa’nın imajı çizilmiş ve hakkında “yanlış
bir algı” oluşturulmuştur. Elbette söz konusu tuzak soruyu soran muhabir
görevini yapmıştır ama Papa’nın niyetinde böyle bir şey olmadığı halde varmış
gibi sunmak da ahlâkî/etik olmamıştır.
Bu itibarla mezkûr olaydan gereken dersi
çıkartan din adamları ve politikacılar son derece dikkatli davranmak zorundadır.
Masum gibi görünen maksatlı soruları hemen cevaplamaya kalkışmak hem o kimseye
hem de temsil ettiği kuruma/makama zarar verebilir ve saygınlığının
yıpratılmasına yol açabilir.
Şimdi de ülkemizden örneklerle konuyu açıklayalım.
Mesela bazı din adamları zaman zaman kendilerine sorulan; “Yılbaşında kırmızı iç çamaşırı giymenin
uğur getirdiğine inanılıyor siz ne dersiniz?”, “öpüşmek orucu bozar mı?”, “tavuk
veya horozdan da kurban olur mu?”, “sarhoşken sahura kalkıp oruca niyet edilir
mi?” veyahut “jetskiye binmek günah mıdır?” gibi tuzak sorulara karşı “Lütfen bana ciddi konularda sorular
sorunuz. Gayr-i ciddi konularda sorular sormayınız. Ben böyle sorulara cevap
vermiyorum. Halkımız bu tür soruların sorulmasından rahatsız. Bu soruların
cevabını merak edenler özel olarak gider ve ilgili yerlerden bunun cevabı
alabilir” demek suretiyle seviyesiz/basit sorulara cevap vermemelidir.
Muhabirlere bu şekilde karşılık vermek yerine “kendilerini her soruya cevaplamak
zorunda hissedenler” bunun olumsuz sonuçlarına da hazır olmalıdır.
Özellikle meslekte belirli bir kıdeme gelmiş akademisyen, müftü,
vaiz veya imamlar son derece dikkatli olmalı, muhabirin veya editörün böyle bir
çarpıtma yapabileceği ihtimalini önceden kestirerek soruları cevaplamalı veya cevap
verme zahmetine bile katlanmamalıdır.
Zira her haber ajansına konuşmak ve açıklama yapmak gibi bir
zorunluluk yoktur. Elbette her soruya dini açıdan cevaplar verilmelidir; ancak
herkesin iyi niyetle soru sorduğunu zannetmek de saflıktır. Bu bakımdan açıklama
yapmanın zaruri olduğu hallerde bile sorular “yazılı olarak” alınmalı ve cevabı
da “yazılı olarak” verilmelidir. Böyle yapmak her türlü saptırmaya karşı bir ön
tedbir olarak görülmelidir.
Kaldı ki temsil ettiği dinin saygınlığını düşünenler gayri
ciddi ve maksatlı sorular karşısında susar veya hiç cevap vermezlerse bu durum,
“muhabir ve toplum nezdinde” onları küçültmez aksine değerlerini daha da artırır.
Bir mikrofon ya da kamera görünce yelkenleri suya indirip kendilerini her
konuda konuşmak zorunda hissedenler biraz da kabahati kendilerinde aramalıdır. Zira
o tür sorular soranlara karşı susma hakkını kullanmak, rahatsız olduğunu
hissettirmek, yüz ifadesini değiştirmek son derece önemlidir ve bu da yapılmalıdır.
Nitekim müftünün keçisinin çalınmasını “Müftü keçi çaldı” şeklinde çarpıtarak haber yapan bir medya
ortamında seviyesiz ve düzeysiz sorulara cevap vermemek en iyisidir.
Çünkü yaşanan bütün bu acı tecrübeleri unutarak pespaye
adamların eline malzeme vermemek ve çarpıtılmış fetvalarla duyarlı müslümanları
üzmemek gerekir. Nitekim insanımız bu tür sorulardan rahatsız olmakta ve din adamlarının
bunlara cevap vermelerini yadırgamaktadır. Görüldüğü üzere engin ferasetiyle
bunu anlayan milletin hassasiyetlerini görmek ve böyle münasebetsiz sorulara hiç
cevap vermemek en iyisidir.
Siz her ne kadar maksatlı sorulmuş “yılbaşında kırmızı iç
çamaşırı giyme” sorusuna “Giysilerde uğur
ve bereket aramak hurafedir” şeklinde güzel bir cevap verseniz bile dini
değerleri alay konusu etmekten hoşlanan basın mensupları bu cevabı kamuoyuna “müftüden
kırmızı iç çamaşırı açıklaması” şeklinde sunabilir, sizi ve temsil ettiğiniz
makamı itibarsızlaştırabilir. Dolayısıyla bu tür tuzak sorulara karşı dikkatli
olmayanların sonradan “dini kurumların ve müftülük makamının itibarı sarsılıyor”
şeklinde “yazılı açıklamalar” yapmaya ve sızlanmaya hakları yoktur.
Bu bakımdan basın ahlakını ve dini duyarlılıkları hiçe sayan
ve reyting kaygısıyla hareket edenlere karşı din görevlilerinin çok daha dikkatli
ve temkinli olmasında fayda vardır.
Dini konular dâhil pek çok bilgiyi haberleştirirken duyarlılık
göstermeyen böyle kimselere karşı gereken tedbirleri zamanında almayan ve aynı
delikten defalarca ısırılan din görevlileri de masum olmadıklarını bilmelidir.
Sonuç olarak, dini konularda görüş ve kanaat belirten kimseler
İslam’ın izzet, vakar ve onurunu göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu konuda
basın mensuplarından önce kendileri dikkatli/duyarlı olmalı, özeleştiri yapmalı,
seviyesiz sorulara hiçbir şekilde cevap vermemelidir. (20.12.2010)
Yorumlar
Yorum Gönder