Dua Kulluğun Özü ve Özetidir (135)
Dua Kulluğun Özü ve Özetidir (135)
Dua, sözlükte “çağırmak, seslenmek, istemek, talep etmek, davet etmek,
yardıma çağırmak” anlamlarına gelir.[1]
Istılâhî olarak ise “Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi,
sevgi ve tazim duyguları içinde O’ndan lütuf ve yardım istemesi” anlamında
kullanılır.[2]
Dua, sınırlı ve aciz olan varlığın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Yüce
Allah ile kurduğu bir diyalog hâlidir. Kul, dua ile durumunu Yüce Allah’a arz
eder ve O’na niyazda bulunur. Dua, “içinde bulunulan sıkıntılı hâlden
kurtulmak, kötü durumlara maruz kalmamak, iyiliklere kavuşmak, bahşedilen
nimetlere hamd ve şükretmek” için yapılır.
Nitekim Yüce Allah duanın önemine şöyle işaret etmektedir:
“[İnananlara] de ki: “Dua ve
yönelişiniz O'na olan inancınız için değilse, Rabbim size niçin değer versin
ki?” [Ve inkârcılara da de ki:] “Gerçek şu ki, siz [Allah'ın mesajını]
yalanladınız: artık bu [günah sizin] yakanızı bırakmayacaktır!”[3]
“En güzel isimler/sıfatlar Allah'a aittir. Öyleyse, o güzel isimlerle
yalnız O'na dua edin ve O'nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları terk
edin!…”[4]
“Öyleyse, Beni anın ki Ben de sizi anayım!...”[5]
“Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarlarsa (bilsinler ki)
Ben çok yakınım; dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm: Öyleyse
onlar da Bana (çağrıma) karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu
bulabilsinler.”[6]
“Rabbiniz buyurur ki: “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim! Bana
kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, mutlaka aşağılanmış olarak cehenneme
gireceklerdir!”[7]
“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün
birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır.
Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı anar
[ve] göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünür (ve şöyle dua
ederler): “Rabbimiz! Sen bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yaratmadın.
Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Kimi ateşe mahkûm edersen kuşkusuz onu
alçaltmış olursun: Ve bu zalimler
hiçbir yardımcı da bulamazlar.”[8]
Hz. Muhammed, sürekli Yüce Allah’a dua eden, O’nunla irtibatını
sağlamlaştıran ve bu konuda da tüm mü’minlere örnek olan bir kimse olarak; “Dua
ibadetin özüdür”[9] demiş
ve duanın önemine dikkat çekmiştir. Nitekim onun duaları özlüdür. O, dualarında
genellikle tefrika, fitne, cimrilik, korkaklık, fakirlik veya zenginliğin
düşüreceği kötü hallerden, ihtiyarlığın sıkıntı ve problemlerinden Yüce Allah’a
sığınmıştır.[10]
Mesela o, Yüce Allah’a şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Ürpermeyen
kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayan duadan
Sana sığınırım!”[11]
“Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim!”[12]
Hz. Peygamber’in dua olarak en çok; “Rabbimiz bize dünyada da güzellik
ver, ahirette de güzellik ver; bizi cehennem azabından koru!”[13] âyetini
okumuş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir.[14]
Görüldüğü üzere Yüce Allah’a içtenlikle yapılan dua,[15]
kulda Allah inancının kökleşmesine/derinleşmesine, Allah şuurunun canlı ve diri
kalmasına imkân sağlar; kişiyi psikolojik olarak rahatlatır; kalbinde huzur ve
itminanın doğmasına, moralinin düzelmesine neden olur;[16]
ahlâkî arınmaya ve yücelmeye yol açar. Çünkü insanoğlu, Yüce Allah’a
yönelişiyle manevî anlamda değer kazanır.
Duanın bu dünyaya yönelik olumlu ve güzel yanları olduğu gibi ahirete
taalluk eden ecir ve sevabı da vardır. Dolayısıyla dua, mü’mini hem Yüce
Allah’a yaklaştırır hem de sevap kazanmasına vesile olur. Nitekim Yüce Allah,
insanlara dünya ve ahiretin güzelliklerini talep etmelerini tavsiye etmektedir.[17]
Hz. Peygamber de; “Akşam temiz duygularla Allah’ı zikrederek uyuyan ve
geceleyin de kalkıp Yüce Allah’tan dünya ve ahiretin güzelliklerini isteyen
hiçbir kimse yoktur ki Allah onun bu dileğini vermesin”[18]
buyurmuşlardır.
Dua edene istediği şey ya bu dünyada ya da ahirette verilebilir. Veyahut
üzerinden bir kötülüğün/zor bir imtihanın kalkmasına veya başına gelebilecek
musibetin daha hafif geçmesine neden olabilir.[19]
Helale ve harama dikkat etmeyen bir kişinin duası kabul edilmez. Çünkü
Hz. Peygamber; “...Adam ellerini kaldırarak: ‘Ey Rabbim, Ey Rabbim!’ diye
dua eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla
beslenmiştir. Böyle birinin duası nasıl kabul edilebilir ki?”[20]
buyurarak haram fiillerin duanın kabulüne mani olduğunu ifade etmiştir.
Duanın kabule şayan olabilmesi için içtenlikle yapılması gerekir.[21]
Nitekim bir mü’min duasının kabul olunacağına bütün kalbiyle inanarak dua
etmelidir. Zira Hz. Peygamber, gafil kalp sahibi (aklı başka şeylerdeyken dua
eden) kişinin duasının Yüce Allah tarafından kabul edilmeyeceğini belirtmiştir.[22]
Nitekim Yüce Allah, Âdemoğlunun niyetine, gayretine, davranışlarına,
eğilimlerine ve samimiyetine bakarak ona yardım etmeyi dilerse “melekleri
vasıtasıyla” o kulun kalbine “yalvarma hissini” ilham edebilir. Böyle bir kulun
yaptığı duayı da kabul edebilir. Çünkü kulluğun alâmeti istemektir. Herhangi
bir kul, Yüce Allah’a içtenlikle dua ettikten sonra “gönlünde bir iç huzuru
hissediyorsa” bu, onun duasının kabul edildiğinin bir alâmeti olarak
görülebilir.
Sadece “sözlü dua” yapmak asla yeterli değildir ve “fiilî duanın” da hakkını
vermek gerekir. “Fiilî dua” yapılmazsa “sözlü dua” eksik kalır ve kabul
olunmayabilir. Nitekim sahâbîlerden bir tanesi Hz. Peygamber’e gelerek; “Ey
Allah’ın Rasûlü! Devemi bağlayıp mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı tevekkül
edeyim?” diye sorunca Hz. Peygamber ona: “Deveni bağla! Sonra tevekkül
et!”[23] buyurmuşlardır. Görüldüğü
üzere her türlü tedbiri aldıktan sonra dua ve tevekkül etmek gerekir.
Diğer taraftan duada “kendi kendine söz vermek, beyne olumlu mesaj
göndermek, böylece kendi kendini motive etmek ve isteklerini gerçekleştirme
konusunda Yüce Allah’ın yardımını talep etmek” de söz konusudur.
Bununla birlikte belli bazı “klişe duaları” şuursuzca tekrarlamak, belli
sayılarda okumak, bir duayı “bir kâğıda yazıp yanında taşımak”, “duayı bir
çeşit sihir tekniği/hap çözüm” olarak kullanmak ve böylece isteklerinin
gerçekleşmesini beklemek kesinlikle doğru değildir. Bu tarz bir dua anlayışı
sakattır. Bütün bunlar İslam’a sonradan sokulan/ilave edilen bid’atlardır ve
her müslümanın bu tür bid’atlardan şiddetle sakınması gerekir.
Sonuç olarak dua, kulun kendi kendine yetmediğinin en kesin ifadesi ve
acziyetin itirafıdır. Bir başka ifadeyle dua, haddini bilmektir.[24] “Dua
edebiliyor olmak, bir aidiyetin göstergesi ve kulun Yüce Allah’ın varlığını
kabul ettiğinin” bir nişanıdır. Bu bakımdan duadan mahrum kalan kişi adeta dinî
açıdan ölüdür. Duanın bulunmadığı bir inanç sadece teorik kanaattir. Duanın
ortadan kalktığı bir yerde dinden söz edilemez ve dua etmeyen kişiye Yüce Allah
hiçbir değer vermez.[25] (18.09.2009)
[1] Fîrûzâbâdî, Mecdüddin
Muhammed b. Yâ’kûb b. Muhammed eş-Şirâzî, Kâmûsu’l-Muhît,
Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, ts., IV, 327-328; Râgıb, el-Isfahânî, Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Kahraman
Yay., İstanbul, 1986, s. 245.
[2] Ayrıca bkz. Cilacı, Osman,
“Dua”, DİA, İstanbul, 1994, IX, 529; Parladır, Selâhattin, Dua”, DİA,
İstanbul, 1994, IX, 530.
[3] el-Furkân, 25/77.
[4] el-A’râf, 7/180.
[5] el-Bakara, 2/152.
[6] el-Bakara, 2/186.
[7] el-Mü’min, 40/60.
[8] el-Âl-i İmrân, 3/190-192.
[9] Tirmizî, Muhammed b. Îsâ, Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yay., İstanbul, 1992, 45/Daavât, 1, (V, 456), nr:
3371.
[10] Buhârî, Ebû Abdillah
Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî,
Çağrı Yay., İstanbul, 1992, 80/Daavât, 38, 40, 56 (V, 158-159, 163-164);
Müslim, Ebu’l-Hüseyin el-Kuşeyrî, Sahîhu
Müslim, Thk.: Muhammed Fuad Abdulbâkî, Çağrı Yay., İstanbul, 1992,
48/Zikir, 73 (III, 2088), nr: 73; Tirmizî, Muhammed b. Îsâ, Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yay., İstanbul, 1992, 45/Daavât, 70 (V, 520-521),
nr: 3484, 3485; Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şu’ayb, Sünenu’n-Nesâî, Çağrı Yay., İstanbul, 1992, 50/İstiâze, 2-7, 12
(VIII, 254-258, 260).
[11] Tirmizî, 45/Daavât, 68
(V, 519), nr: 3482; Nesâî, 50/İstiâze, 18, 65 (VIII, 263, 285).
[12] Müslim, 48/Zikir, 18
(III, 2087), nr: 72; Tirmizî, 45/Daavât, 72 (V, 522), nr: 3489.
[13] el-Bakara, 2/201.
[14] Buhârî, 80/Daavât, 55 (V,
163); Müslim, 48/Zikir, 9 (III, 2070) nr: 26.
[15] “Gerçek dua ancak
O’nadır…” er-Ra’d, 13/14.
[16] “Onlar ki, inanmışlar
ve Allah'ı anmakla kalpleri huzur bulmuştur. Çünkü bilin ki kalpler, gerçekten
de, ancak Allah'ı anarak huzura erişir.” er-Ra’d, 13/28. “Kendisini
kötülüklerden arındıran, Rabbinin adını anıp hayatının her anında Allah’tan
yana bir bilinç ve duyarlılık içinde olan kimse felaha erer.” el-A’lâ,
87/14-15.
[17] el-Bakara, 2/201. Ayrıca
bkz. en-Nahl, 16/122.
[18] Ebû Dâvud, Süleyman b.
Eş’as, Sünenu Ebî Dâvud, Çağrı Yay.,
İstanbul, 1992, 40/Edeb, 96, (V, 296) nr: 5042.
[19] İbn Hanbel, Ahmed b.
Muhammed, Müsned, Çağrı Yay.,
İstanbul, 1992, III, 18.
[20] Tirmizî, 44/Tefsîr 2
(Bakara sûresi), (V, 220), nr: 2989; İbn Hanbel, II, 328.
[21] İslamoğlu, Mustafa, Hac
Risalesi, Düşün Yay., İstanbul, 2013, s. 59.
[22] Tirmizî, 45/Daavât, 65
(V, 517-518), nr: 3479.
[23] Tirmizî, 35/Kıyâmet, 60
(IV, 668), nr: 2517. Yahyâ b. Saîd el-Kattân (ö. 198/813) bu rivayete “münker”,
Tirmizî (ö. 279/892) ise “garib” hükmünü vermiştir.
[24] İslâmoğlu, Hac
Risalesi, s. 58.
[25] Ayrıntılar için bkz. Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu’l-Hasan el-Harakānî'nin Öğretisini
Takip Edenlere Yaptığı Özel Dualar Üzerine Bir Değerlendirme”, Kafkas
Üniversitesi Harakani Dergisi, Kars, Yıl, 2014, C. 1, Sayı: 2, (ss.
35-68).
Yorumlar
Yorum Gönder