Davranışlarımızda Adaletli Olmak (120)
Davranışlarımızda Adaletli Olmak (120)
Adalet, “bir şeyi yerli yerine koymak, hak edene hak ettiğini vermek” demektir.
İslam, müslümanlara her zaman davranışlarında adaletli olmalarını, makam,
mevki, bilgi, kültür, cinsiyet, dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün
insanlara karşı adaletli davranmalarını ve haklarını vermelerini emretmiştir.
Bu itibarla hayatının her anında kararlar alan bir insan birileri hakkında
konuşurken, yazarken yahut akrabaları hakkında şahitlik yaparken son derece dürüst,
adaletli, ilkeli ve tutarlı olmak ve gerçekleri çarpıtmamak zorundadır. Zira
bu, İslâm’ın emridir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de: “Siz
ey imana ermiş olanlar! Sizin, ebeveyninizin ve akrabalarınızın aleyhine de
olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetmeye azmedin. O
kişi zengin de olsa fakir de olsa, Allah’ın hakkı onların her birinin
[hakkının] önüne geçer. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki
adaletten uzaklaşmayasınız. Çünkü eğer [hakikati] çarpıtırsanız, bilin ki Allah
bütün yaptıklarınızdan haberdardır”[1] buyrulmuştur.
Hz. Peygamber, hırsızlık suçu sabit görülerek cezalandırılmasına karar
verilen Mekke’nin ileri gelenlerinden zengin bir kadın hakkında yapılan
aracılık girişiminden son derece rahatsız olmuş, bu duruma çok üzülmüş ve “Ey İnsanlar! Geçmiş milletlerin hangi
nedenle yoldan çıktıklarını biliyor musunuz? Onların ileri gelenleri bir şey
çalarsa onu cezalandırmazlar, ancak itibarı az olanları çalarsa onu
cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki böylesine bir suçu bu kadın değil de
kızım Fatıma yapmış olsaydı onu da aynı şekilde cezalandırırdım!”[2] buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber’in bu örnek uygulaması hafızalarda tazeliğini korurken,
bazı kimselerin davranışlarında hak ve adaletten uzaklaşmaları, çıkarlarının
peşinden koşmaları, din ve ahlak ilkelerini görmezlikten gelmeleri, yakınlarına
haksız kazançlar sağlamaları son derece çirkin, düşündürücü ve üzüntü
vericidir.
Bilindiği üzere Hz. Peygamber Kur’ân-ı Kerim’in apaçık emri olduğu üzere[3] insanlar
arasında adaleti tesis etmekle görevlendirilmiştir. Dolayısıyla onun şahsında müslümanlara
düşen görev de aynı şekilde yeryüzünde barış ve adaleti hakim kılmaya çalışmaktır.
Bunun için yapmaları gereken öncelikle kendilerinin bütün davranışlarında adaletli
olmaları, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına saygı göstermeleri ve bu
değerleri sonuna kadar savunmaları ve yaşatmalarıdır.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir insan, bir haksızlığa uğratıldığında,
zulme maruz kalmayan herkes ve özellikle de müslümanlar kanunlar çerçevesinde
demokratik tepkilerini ortaya koymalı, mazlumun yanında yer almalı, zalime karşı
onurlu, dik, vakur ve ilkeli bir duruş sergilemelidir.
Herkes tarafından bilinmektedir ki, Hz. Peygamber konuşmalarında adaletin
önemine dikkat çekmiş, insanlar arasında hak ve adaleti gözeten dürüst ve
erdemli kimselere cennette verilecek nimetlerden bahsetmiştir.[4]
Öyleyse müslümanlar Hz. Peygamber’in bu çağrısına kulak vermeli, konuşmalarına
ve davranışlarına son derece dikkat etmeli, hiçbir kimsenin hakkına ve hukukuna
tecavüz etmemelidir.
Rabbim cümlemizi davranışlarında adaletten ayrılmayan, karşılaştığı problemleri/
sorunları çözmek için en ince ayrıntısına varıncaya kadar araştıran, doğru ve
adil kararlar alan ve bunları uygulayan dürüst ve erdemli kullarından eylesin. (22.05.2009)
Yorumlar
Yorum Gönder