Yanlış Allah Anlayışı-1 (36)
Yanlış Allah Anlayışı-1 (36)
Ahmed Bican, Envâru’l-Âşikîn adlı
eserinde aktardığı bazı rivâyetlerde Allah’ı doğru tanıtmamış ve yanlış
bir tanrı tasavvurunun oluşturulmasına ya da devamına sebep olmuştur. Nitekim nakledilen
rivayetlerde “âhirette kullarına Kur’ân okuyan” ve son Peygamber’i
ölünce de ona “cenâze namazı kılan bir Allah anlayışının” sergilenmiş olması, “her
ne kadar iyi niyetle olsa bile” son derece yanlıştır.
Hiçbir kimsenin Yüce Allah’ı antropomorfik
bir tanrı gibi tanıtmaya ne hakkı ne de yetkisi vardır.
Ahmed Bican, söz konusu uydurma rivâyeti şu
şekilde aktarmıştır: “Nakildir ki, yarın kıyâmet gününde kullar
dediler: “İlâhunâ ve Mevlânâ! Dünyada Kur’ân okuduk ve hatim eyledik.” Hak
Teâlâ Hazretleri dedi: “Ey benim kullarım! Siz okudunuz, ben işittim. İmdi siz
oturun, benim cemâlime nazar eyleyin, ben dahi Kur’ân’ı okuyayım, siz dahi
dinleyin!” Pes Tâ’hâ ve Yâsîn sûresini okuya” dedikten sonra, Allah’ın
bu iki sûreyi yerleri ve gökleri yaratmadan bin yıl önce okuduğunu, meleklerin
bu sûreleri işitip; “Gönlünde Kur’ân olana ne mutlu! Kendilerine Kur’ân
nâzil olan Muhammed ümmetine ne mutlu!” dediklerini haber vermiştir.
Herhangi bir eleştiriye tabi tutulmaksızın
nakledilen bu uydurma rivâyet, insanları, Kur’ân-ı Kerim ve sahih
sünnetin tanıtmadığı bir Allah anlayışına götürmüştür. Dolayısıyla böyle
bir anlayış, Peygamber’ine cenaze namazı kılan bir Tanrı tasavvurunu da
beraberinde getirmiştir.
Şöyle ki, nakledilen uydurma rivayette “Hz.
Peygamber ile Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634) arasında geçen diyalog aktarılırken Hz.
Ebû Bekir’in ölüm döşeğindeki Hz. Peygamber’e: “Seni kim yıkasın?” diye
sorduğunu, onun da: “Amcamoğlu Ali yıkasın, Abbas’ın
oğlu Fazl su döksün. Sonra kefenimi sarıp, beni kabrimin üstüne
koyun! Bir zaman orada dursun” dediğini, sonra da şöyle devam ettiğini
bildirmektedir. “Evvel benim namazımı Rabbim kılar. Yani Hak Teâlâ Hazretleri
bana rahmet eder. Ondan sonra feriştehler (melekler) kılar. Ondan sonra Ehl-i
beytim kılsın. Ondan sonra da Müslümanlar kılsınlar…”
Görüldüğü üzere, burada her ne kadar “Rabbim
bana rahmet eder” şeklinde îzah edilmeye çalışılmış olsa da kullanılan
“Benim namazımı Rabbim kılar” ifâdesi son derece tehlikeli ve
çirkin bir ifadedir. Zîra namazı, Yüce Allah’ın rızasını gözeterek “kullar”
kılar. Bîcan’ın naklettiği bu rivâyeti üretenler, âyette ifâde
edilen “salât” kelimesinden yola çıkarak böyle yanlış bir
sonuca ulaşmışlardır. Oysa söz konusu âyette “Rabbin ve meleklerin nebî’ye
salât”ı ona her zaman “yardım etmeleri ve destek olmalarıdır.”
Aynı şekilde inananların da “salât”a teşvik
edilmesiyle verilmek istenen mesaj; “Hz. Peygamber’e gerçek anlamda
destek olmaları, onu yalnızlığa terk etmemeleri, aleyhinde üretilen dedikodulara
aldırmamaları, onun tebliğ ettiği Kur’ân’ın ilkelerini hayata geçirmek için üstün
çaba göstermeleri ve onun rehberliğine tam anlamıyla teslim olmalarıdır.
“Salât” kelimesinin sadece bir anlamını ele
alıp “zorâki yorumlara” başvurmak yerine sebeb-i nüzul, bağlam ve Kur’an’a bütüncül
bakış suretiyle o ayetin ne demek istediği daha doğru anlaşılabilir. Doğru manaya
ulaşıldığında ise Yüce Allah, Hz. Peygamber ve son hak din İslam daha doğru
tanıtılabilir.
Envâru’l-Âşikîn’de “yönetiminde kanun ve kural tanımayan, keyfine
göre hareket eden tanrı tasavvurunu yansıtan” pek çok uydurma hadis mevcuttur.
Bu rivayetler sened ve metin yönünden tenkide tabi tutulmadan bu tür “beşinci”
ve “altıncı” sınıf kitaplarda halka din diye anlatılırsa “çarpık Tanrı tasavvurları”
nedeniyle gençlerin dinden soğuması kaçınılmaz olabilir. Dolayısıyla bu ve benzeri
eserlerdeki uydurma hadisler yeniden gözden geçirilmeli, sıhhat durumları
ortaya konulmalı ve gelecek nesiller uyarılmalıdır.
Zîra Yüce Yaratıcı’yı tüm insanlara en
doğru şekilde tanıtmak müminlerin görevidir. Allah Teala, insanlara doğru
tanıtıldığında zihinlerdeki pek çok soru cevabını bulacak, Allah tasavvurları
düzelecek, böylece insanlar O’nu hakkıyla takdir edebileceklerdir.
Ahmed Bîcan, eserinde insanlaştırılmış Tanrı
tasavvurunun oluşumuna ve toplumda yaygınlaştırılmasına neden olan başka uydurma
hadislere de yer vermiştir.
Örneğin Bican, naklettiği rivayetlerde “Yüce
Allah’ın kul hakkıyla ilgili kendi koyduğu ilkeleri çiğneyerek kıyâmet gününde
Hz. Dâvud’a özel bir ayrıcalık yapacağını; fakir zâhidlerin canını
Azrail’in (a.s.) değil, bizzat Allah’ın alıp cennete buyur edeceğini; Allah’ın
üç konuda Hz. Âdem’den özür dileyeceğini; Hz. Peygamber’in, Allah Teâlâ’yı
rüyada görmek için yapılması gerekenleri anlattığını; cehennemin bile
kendisine Allah’ın azap edilmesinden çok korktuğunu” anlatırken de Yüce Allah’ı
ne kadar yanlış tanıttığını fark edememiştir.
Oysa Allah Teâlâ’nın kendi
koyduğu kuralları çiğnemesi söz konusu değildir. Ayrıca bu dünyada bir kulun O’nu
rüyada görmesi imkânsızdır.
Allah’ı sevdirmeye çalışmak yerine her
fırsatta kızan, öfkelenen, kural tanımayan, azap eden, yakan ve cezalandıran
bir Tanrı anlayışını yansıtmak ve sürekli insanlara bu tür mesajlar vermek doğru
değildir. “Allah sevgisine vurgu yapmak” yerine “Allah’ın azap edeceği, cehennemde
yakacağı, taş edeceği” söylenilerek çocukları korkutmak ve Allah’tan soğutmak
yanlıştır.
Ahmed Bîcan, naklettiği şu uydurma rivâyette
de Yüce Allah’ı insanlara çok yanlış tanıtmıştır: Ebû Hureyre’den nakledilen rivâyete
göre kıyâmet günü Hz. İbrâhim’in babası Âzer’i kurtarmak için
Allah’a; “Ya Rabbi! Sen bana vaad eyledin ki, kıyâmet gününde beni
rüsvây eylemeyesin. Bundan dahi rüsvâylık ne ola ki, atamı (babamı) od’a
(cehenneme) bırakırlar” dediği haber verilmektedir.
Bu ifâdeler, hem Kur’an’a aykırıdır hem de Kur’an’ın
bize tanıttığı peygamber tasavvuruyla örtüşmemektedir. Zira bir peygamberin ne
bu dünyada ne de âhirette böyle bir üslupla, hem de Yüce Allah’a karşı böyle bir
söz söylemesi düşünülemez. Dolayısıyla bu rivâyetin uydurma olduğu açıktır ve hem
Hz. Peygamber’in hem de Ebû Hureyre’nin adı rivâyete maksatlı olarak
karıştırılmıştır.
Ahmed Bîcan, bir başka yerde de Yüce
Allah’ın durup dururken sebepsiz yere, her istediğini kuralsız
şekilde yapan bir Tanrı gibi tanıtan şu rivâyeti nakletmiştir: “Ya
Musa! Müttekilere de: ‘Amellerine mağrur olmasınlar! (güvenmesinler) Eğer diler
isem, azap ve eğer diler isem rahmet ederim. Belki benim rahmetime ümit
tutsunlar. Rahmetim onların amelinden yeğdir (iyidir).’”
Allah’ın rızâsı ve rahmetinin her şeyin
üzerinde olduğu ve “gerçek müttekîlerin” amellerine güvenmeyecekleri
zaten mâlumdur. Ancak burada Yüce Allah’ın müttakilere karşı “Dilersem
azap, dilersem rahmet ederim” şeklindeki ifâdesi Bican tarafından
yanlış anlaşılmıştır. Zira Yüce Allah’ın böyle bir ilkesizlik yapması, sözünden
dönmesi ve müttakilere böyle davranması düşünülemez. Bu sözler bağlamından
kopartılmakta ve Allah Teala yanlış tanıtılmaktadır. Söz konusu âyette kast
edilen mana, Bîcân’ın anladığı şekilde değildir. Zîra Yüce Allah, bu ifâdeyle
en katı günahkârları bile gerçek anlamda pişmanlık duyup kendilerini
düzeltmeleri halinde affedebileceğini beyan etmektedir.
Bununla beraber Allah Teâlâ, Kur’ân-ı
Kerim’de, kendi katından verilmiş bir söz olmasa, insanları azgınlıkları
sebebiyle helâk edeceğini, yeryüzünde tek bir canlı bırakmayacağını
söylemektedir. Lâkin verdiği bu söz nedeniyle bunu yapmayacağını ve insanlara
mühlet verdiğini bizzat kendisi ifâde etmektedir.
Buradan anlaşılıyor ki, koyduğu
kurallara öncelikle Yüce Allah’ın kendisi uymaktadır. Onun eylemlerinde bir keyfîlik
söz konusu değildir. Kâinatı oyun ve eğlence olsun diye değil, derûnî
bir anlam ve amaç üzerine yaratmıştır. İnsanın yeryüzündeki hayatını
anlamlı kılan, öteki dünyanın var olmasıdır. Yüce Allah, dünyada iken
rahmetini hak etmiş bir kulunu, âhirette cehenneme atarak sözünün hilafına iş
yapacak değildir. Mü’minlere iki cihanda da yardım edeceği, onları
sıkıntılarından kurtaracağı, O’nun vaadleri arasındadır. Elbette Yüce Allah
yaptıklarından sorguya çekilecek değildir. Ama rahmeti ve şefkati
kendisine ilke edinen Yüce Allah, hak edene hak ettiği rahmeti,
iyilik yapanlara da bunun karşılığını mutlaka verecektir. Zîra
O, kendi ifâdesiyle belirttiği üzere “hiçbir kimseye asla haksızlık” yapmayacaktır.
Dolayısıyla müttakilere de “rivayette belirtilen o muameleyi” asla
yapmayacaktır.
Sonuç olarak Ahmed Bîcan, eserinde
naklettiği uydurma rivayetlerle Yüce Allah’ı yanlış tanıtmıştır. Dolayısıyla bu
tür eserlerdeki rivayetler ve bu rivayetlerde yansıtılan Tanrı tasavvurları ciddi
anlamda problemlidir ve okuyanların çok dikkatli olması gerekmektedir.[1] (07.09.2007)
Yorumlar
Yorum Gönder