Töre Cinayetlerinin Perde Arkası (21)
Töre Cinayetlerinin Perde Arkası (21)
Ahmed Bican’ın yazmış olduğu Envâru’l-Âşikîn adlı
eserde naklettiği bir rivâyette “Arap beylerinden Dihye adında bir beyin 7
kızını kocaya vermeye utandığını ve kızlarının tamamını öldürdüğünü, sonra pişman
olup Hz. Peygamber’in yanına geldiğini ve “Bana bir rahmet var mıdır?” dediğini,
Hz. Peygamber’in bir zaman şaşırıp kaldığını, bunun üzerine Cebrâil (a.s.)’in
gelerek Allah Teâlâ’nın o kişiye şöyle söylemesini emrettiğini” kaydetmektedir:
“Benim izzetim hakkı içün ol vakit ki,
Lâ İlâhe İllallah Muhammedü’r-Rasûlullah dedi, yetmiş yıllık küfrünü affettim.
Kızlar hûd (zaten) onun idi. Onlar içün af etmez miyim?”
Bu uydurma rivayette Yüce Allah’a
söylettirilen “Kızlar zaten onundu, istediğini yapabilir, öldürebilir
de” şeklindeki anlayış kesinlikle “sakat bir anlayıştır.”
Böyle bir düşünceyi Yüce Allah’a izafe
etmek korkunç bir hata, akılalmaz bir iftira ve O’na yapılmış büyük bir zulümdür.
Gerek Kur’ân’ın gerekse sünnetin böyle bir
düşünceyi onaylaması asla ve kat’a söz konusu değildir.
Osmanlı popüler dini edebiyatının en seçkin
örneklerinden olan Envâru’l-Âşikîn’de nakledilen bu uydurma
rivayetten etkilenen bazı insanlar, kadınları birtakım hataları nedeniyle günümüzde
de rahatlıkla öldürebilmektedir.
Bu rivayet, Yahudi kültürüne ait bir
düşüncenin hadisleşmiş versiyonudur.
“İnsan hayatını hiçe sayan bu uydurma rivâyet
yüzünden” bazı cahil insanlar aile meclislerini toplamakta, “güya namuslarını temizlemek
için” hiç Allah’tan korkmadan “töre veya namus cinâyeti” kararını alabilmektedir.
Örneğin zulme veya tecâvüze maruz kalarak
veya nefsine uyarak gayr-i meşrû ilişkiye giren “bir genç kızı” ya da “evli bir
kadını” çok rahatlıkla öldürülebilmektedir.
Rivayette yansıtılan böyle bir “zihniyet/
tasavvur/ bakış açısı” kesinlikle problemlidir. Zira Yüce Allah’ı şahit
göstererek, hem de bizzat O’na söylettirilerek oluşturulan böyle bir algı yüzünden
töre cinâyetlerinin ardı arkası kesilmemektedir.
Öte yandan bu uydurma hadis açıkça Kur’ân
âyetleriyle çelişmektedir. Zîra âyetler, hayasızca davranışlarda bulunan
kadınları “suçları sâbit olduktan sonra bile” öldürmeyi değil, 100 değnek cezasından
sonra “ölüm onlara gelinceye ya da Allah onlara başka bir kapı açıncaya kadar”
evlerinde tutmayı emretmektedir.
Bu âyetlerde “haksız yere hiçbir kimsenin
diğerinin canına kıyamayacağı” ve cinâyeti tercih edip işin kolayına kaçarak
“sorumluluklarından” kurtulamayacağı haber verilmektedir.
Bu bakımdan annesinin, karısının, kızının
veya kızkardeşinin başına böyle bir şey gelen kimse “imtihâna tabi tutulduğunu”
bilmek, ona göre davranmak ve adâletten ayrılmamak zorundadır.
Kanaatimizce kadınlara böyle kötü gözle
bakılmasının arkasında yatan sebeplerden biri de, “ataerkilliğin dînî-Îslâmî
söylem biçiminin beslendiği kaynaklardan olan popüler dînî-didaktik eserlerde”
verilen bu tür yanlış mesajlardır.
Sonuç olarak, kitaplara girmeyi başaran
böyle uydurma hadisleri Kur’an ve sünnet bütünlüğü içinde incelemeden ve “ciddî
bir eleştiriye tâbi tutmadan” insanlara din diye anlatmak doğru değildir. Zira Hz.
Peygamber, Kur’ân’a aykırı böyle şeyleri asla onaylamamıştır ve onaylamaz. Dolayısıyla
Envâru’l-Âşikîn benzeri beşinci ve altıncı sınıf kitaplardaki “asılsız
ve uydurma hadisler konusunda” son derece dikkatli olmak gerekir. Aksi halde bu
tür rivayetleri naklederek Müslümanların zihninde doğru olmayan tasavvurlara neden
olunur ki bu da, çok ciddi vebaldir ve ahirette bunun hesabı çok ağır olur.[1] (25.05.2007)
Yorumlar
Yorum Gönder