Suçu Kadere Yüklemek Doğru mudur? (2)
Suçu Kadere Yüklemek Doğru mudur? (2)
İslam’a göre Allah’ın
irade ve kudreti her şeyi kuşatmıştır. O, istemedikçe bir yaprak bile
kımıldayamaz. Ezelî ve ebedî olan ilâhî sıfatlar zâtîdirler ve hiçbir
noksanlık taşımazlar.
Kâinatta olup
biten her şey, Allah katında “bir anda” olup bitmiş gibidir. Öncesi ve sonrası
yoktur. Ama insanın yaşadıkları “zaman” ile bir sürece dönüşmüştür. Yani bu
“zaman” mahlukât için geçerlidir ve “zamanın” kendisi de yaratılmıştır.
Yaratanın ilminde
her şey âşikârdır. O, zamandan ve mekândan münezzehtir. Zaman ve mekân onun
için söz konusu değidlir. Yüce Allah evrenle ilgili koyduğu kuralları/ ana
yazılımı/ adetullahı/ sünnetullahı çok önceden belirlemiştir. Bu nedenle levh-i
mahfuzda belirlenen yasalar/ kurallar/ ilkeler ışığında “evrendeki her şey”
görevini yapmakta ve “insanların kaderleri” de kendi istekleri doğrultusunda an
be an şekillenmektedir.
Yaşanılan şeylerde
hangi iradenin ne kadar tesiri olduğu ise İslam âlimleri arasında tartışılagelmiştir.
Ama insanın karşısına çıkan olaylara verdiği tepki unutulup iradesi yok
sayılınca “kaderci” bir anlayış gelişmiştir.
Bu anlayışa göre “insan,
kaderinin mahkûmudur. Onun elinden hiçbir şey gelmez ve başına gelenlere
katlanmak zorundadır.” Kanaatimizce böyle bir yaklaşım kabul edilemez. Zira bu durum, imtihan edilmenin
mantığına aykırıdır.
Aslında “kabahatleri
sebebiyle” karşılaştıkları olumsuzlukları görmek istemeyen ve suçu başkasına
yükleme derdinde olan kişi veya kurumlar “hep bu sakat anlayışın” arkasına
sığınmışlarıdır. “Takdîr-i ilâhî ne yapalım işte?” diyerek
sorumluluklarından sıyrılmaya çalışmışlardır. Ama yanılmışlardır.
Durum hiç de onların
istedikleri, söyledikleri ve bekledikleri gibi değildir. Kâinat ve
içindekilerin her birisi oyun ve eğlence olsun diye değil, “deruni bir anlam ve
amaç üzere” yaratılmıştır.
Mesela alkollü
iken araç kullanan, fakat sonunda kaza yaparak sakat kalan birisinin “Takdîr-i
ilâhî ne yapalım işte?” diyerek kendini avutması veya savunmaya kalkışması
yanlıştır. Zira burada “hatalı olan kendisidir; çünkü alkollü iken araç
kullanmıştır.”
Veya ruhsatsız bir
şekilde, dere yatağına “kaçak olarak yaptığı evini” sel sularına kaptıran bir
kişinin; “Nerede bu devlet? Nerede bu millet” diye bağırması/
höykürmesi, ardından aklı başına gelip sakinleşince; “Ne yapalım takdîr-i
ilâhî işte” diyerek kendini avutması, bir züğürt tesellisidir ve hiçbir
inandırıcılığı yoktur. Böyle kimseler, önce kendi yanlışlarını sorgulamak
zorundadır. Zira
hatalı olan kendisidir, çünkü dere yatağına ev yapmıştır. Eğer ruhsat alarak ev
yapmışsa, o ruhsatı veren de aynen onun gibi sorumludur.
Zira insanlar sebepler
dünyasında yaşamaktadır. Yaşananlar, tabiatta Allah’ın var ettiği rasyonel
sebeplerle gerçekleşmektedir. Mesela ateş yakmakta, kaynamış su haşlamakta, su
yüzme bilmeyeni boğmaktadır. Yüksekten bırakılan bir madde yer çekimi nedeniyle
aşağıya doğru hızla düşmektedir.
Güneş batıdan
doğmakta, şiddetli soğuk dondurmakta, sıcak ise kavurmaktadır. Bütün bu ve buna
benzer sebepleri görmezlikten gelerek meseleye yaklaşmak, her zaman “yanlış bir
kader anlayışını” yani “kaderciliği” ortaya çıkarmaktadır.
Bilinmelidir ki, tabiatta
var olan bu gerçekler (adetullah), kıyamete kadar da değişmeyecektir.
Dolayısıyla kendi hatasını görmeyerek suçu kadere yüklemek doğru değildir.
Bütün bu kuralların gereğini yapmayanlar yanarlar, haşlanırlar, boğulurlar,
yüksekten düşüp ölürler, soğuktan donarlar veya sıcaktan kavrulurlar.
Şu halde suçlu
kimdir? bunun çok iyi sorgulanması gerekmektedir.
Allah, her insanın
kaderini kendi boynuna dolamıştır.[1] İnsanın başına bir iyilik gelmişse bu
Allah katındandır. Bir de kötülük gelmişse, bu da kendi yapıp ettikleri
sebebiyledir.[2]
Sorumluluk sahibi
olması gerekenler, yaptıkları hataları görmezden gelerek “kaderci bir
yaklaşımı” savunurlarsa bu kesinlikle doğru olmayacaktır.
Mesela bir
müteahhidin, inşaatın demirinden ve çimentosundan çalarak, üstelik de deniz
kumundan, kalitesiz malzeme ve işçilikle yaptığı bir bina zaman içinde durup
dururken çöküyor veya hafif şiddetteki bir depremle yerle bir oluyorsa burada
kabahati kendine değil de “depreme veya başka sebeplere” yüklemesi yanlıştır.
“Altımız çürük
ne yapalım?” demesi doğru değildir.
Veya “takdîr-i
ilâhî işte, ne yapalım?” diyerek suçunu örtbas etmeye kalkışması haklı
bir gerekçe teşkil etmemektedir.
Böyle bir tavrın
arkasına saklanmak, hem şeytânî bir yaklaşımdır hem de Yüce Allah’a atılmış
korkunç bir iftiradan başkası değildir.
Gelişmiş başka
ülkelerde, daha büyük şiddetteki depremlerde “sağlam yapılmış binalara” hiçbir
şey olmazken, hep Müslümanların yaşadığı ülklerde bu tür hadiselerin yaşanıyor
olması “yanlış bir kader anlayışının” tabiî bir sonucundan başkası değildir.
Dolayısıyla
Allah’ın koyduğu kuralları çiğneyenlerin, Allah’ı suçlamaya kesinlikle hakları
yoktur. Zira kişinin kaderini büyük ölçüde belirleyen bilinçli tercihleriyle
ortaya koyduğu kendi tutum ve davranışlarıdır. Olaylar karşısında gösterdiği
tepki ve yöneldiği eğilimlerdir. Yani; kişinin “kaderiyle” bunlar arasında “doğrudan
bir ilişki” söz konusudur ve insanın kaderi; kişiliğinin genel gidişatıyla ayrılmaz
bir biçimde ilişkilidir.
Gönülden inanarak
Allah’a teslim olanlar, tercihlerini hak, adâlet ve insaf ölçüleriyle yapanlar,
sonra da dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyanlar “güzel bir kader
çizgisiyle” karşılaşacaklardır.[3]
Tersini yapanlar
ise hem bu dünyada hem de ahirette “gerçek mutluluğu” asla yakalayamayacaklardır.
Sonuç
olarak, suçu kadere veya başka şeylere yüklemek yanlıştır. “Nasip,
kısmet işte” “takdîr-i ilâhî işte” , “Altımız çürük ne
yapalım?” şeklindeki sözlerle kendilerini avutan ve sebeplere sarılmayı ve
gereğini yapmayı reddedenler/ terk edenler, ancak kendilerini aldatmakta ve
sadece kendilerine yazık etmektedirler. (12.01.2007)
[1] “Öte yandan, Biz her insanın kaderini
(kendi) boynuna dolamışızdır; öyle ki, kıyâmet günü onun önüne, her şeyi
açık açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkarcağız. (Ve o gün ona “(Şimdi) oku
sicilini!” (denilecek). “(Çünkü) bugün kendi hesabını kendin çıkarak
durumdasın!”. Her kim ki doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi iyiliği için
yapmış olacaktır. Ve her kim ki yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır.
Kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir. Ayrıca Biz, (kendilerine) bir elçi
göndermeden (yaptığı haksızlıklardan ötür hiçbir topluma) azap etmeyiz.”
İsrâ, 17/13-15.
[2] “Başına bir iyilik gelirse (bu) Allah’tandır.
Başına her ne kötülük gelirse (bu da) senin kendindendir…” Nisâ,
4/79. (İnsanın karşılaştığı her
iyilik ve başına gelen her kötülük, son tahlilde Allah’ın iradesinin bir
eseridir. Ancak insanın “kötü kader” saydığı her şey, gerçekte, nihâî sonuçları
itibarıyla kötü değildir; zira “mümkündür ki nefret ettiğiniz bir şey sizin
için iyi olabilir. Ve yine mümkündür ki sevdiğiniz bir şey de sizin için kötü
olabilir; Allah bilir, ama siz bilmezsiniz.” Bakara, 2/216. Zâhirî birçok
“kötülük” çoğu zaman, bir sınavdan ve ilâhî kaynaklı bir olgu olan, sıkıntı
çekerek ruhsal olgunluğa erişme aracından başka bir şey olmayabilir ve mutlaka
başına kötülük gelen kişinin yanlış bir seçiminin veya yanlış fiilini sonucu
olması gerekmez. O halde, açıktır ki, bu ayetin sözünü ettiği “kötülük” veya
“kötü kader” sınırlı bir muhtevâya sahiptir, çünkü kelimenin ahlâkî anlamında
kötülüğe işaret etmektedir. Yani kişinin eylemlerinden veya davranışlarından
kaynaklanan azaba. Bu da, Allah’ın bütün mahlûkatı için koyduğu ve Kur’an’ın
“Allah’ın metodu” (sünnetullah) olarak tanımladığı sebep-sonuç kanunu ile uyum
halindedir. Bu gibi sıkıntılar için insan yalnızca kendini suçlamalıdır. Zira
“Allah hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık yapmaz.” (Nisâ,
4/40). Bkz. Muhammed Esed, s. 155, 94 no’lu dipnot).
[3] “Erkek ya da kadın (olsun fark
etmez), inanmış olması yanında bir de dürüst ve erdemli davranan kimseye hiç
şüphesiz arı-duru, hoş bir hayat tattıracağız ve yine şüphesiz böylelerini,
yapageldikleri en güzel şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.” Nahl,
16/97. (İnsana bu dünyada güzel bir hayat yaşatılması demek, kaderinin
güzel olacağı anlamına gelebileceği gibi, daha az sıkıntıları müreffeh bir
hayat yaşayacağı şeklinde de anlaşılabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder