Sorunlar Bir Tek Kişiyle mi Çözülür? (8)
Sorunlar
Bir Tek Kişiyle mi Çözülür? (8)
Günümüzde “karizmatik bir lider”, tek
başına bir toplumun bütün sosyal, ekonomik, siyâsî, iktisadi, hukûkî sorunlarını
çözebilir mi? Kanaatimizce çözemez.
“Karizmatik lider” de, ekip çalışmasına,
takım ruhuna ve toplumun geniş kesimlerinin ciddî desteğine ihtiyaç duyar.
Ancak az gelişmiş toplumlar,
kendilerine güven duymadıkları ve sürü psikolojisi içerisinde yaşamaya alışkın
oldukları için her zaman çözümü “tek bir kişiden/ liderden” beklerler.
Bunun temelinde ise “bilgi
eksikliği, sorumluluk yüklenmeme, işin kolayına kaçma ve kendine güven” sorunu
vardır.
Birilerinin eteğine yapışarak veya
bazılarının iteklemesiyle bir yerlere varacağını zannedenler yanılmaktadırlar.
İşin kolayını kaçarak sıkıntılarını
bu şekilde aşacaklarını zannedenler yanlış bir anlayışla hareket ettiklerini bilmeldirler.
Liderlerin/ hocaların/ babaların/ dedelerin/
imamların “doğaüstü güçlere” sahip olduğunu vehmeden, onlara bir takım
kutsallıklar atfeden ve onların hiçbir zaman yanılmayacaklarını düşünen toplumlar
“geri kalmaya ve zalimler tarafından ezilip horlanmaya” mahkûmdurlar.
Bununla beraber şunu da ifade edelim ki, karizmatik
bir lider elbette önemlidir. Ama onun da “yanılma, hata etme ve yanlış kararlar
alma” ihtimali her zaman vardır. Bu da normal bir durumdur ve normal karşılanmalıdır.
Dolayısıyla kişilerin değil “ilkelerin/ kuralların/
prensiplerin hâkim olmasına” ehemmiyet verilmelidir. Kararlar istişare sonucu
alınmalı,[1]
yanlış yapanların hesap vereceği mekanizmalar kurulmalıdır.
Günümüzde gelişmiş toplumların
liderlerinin başlarına buyruk hareket ettikleri vâkî değildir.
Onlar bilgiye, tecrübeye ve
stratejiye dayalı kararları “hep birlikte ve istişare sonucu” alıp uygulamakta
ve başarılı olmaktadırlar.
İslam’ı yaşadığı iddiasında olan Müslüman
toplumlarda ise durum çok daha farklıdır ve çok büyük yanlışlıklar mevcuttur.
Onlar genellikle bir kurtarıcının
gelip kendilerini kurtarmasını beklerler.
Oysa Kur’an ve sünnetin bütününden
çıkartılan öğretiye/ mesaja göre “böyle bir kurtarıcı beklemek” doğru değildir.
Aksine her bir mü’min “bir kurtarıcı/ mehdi” gibi olmak zorundadır.
Müslümanlar kendi içlerinden çıkıp
etraflarına ışık saçanları, İslam’a hizmet edenleri yangın çıkartmakla
suçlamak, susturmak, küçük göstermek ve aleyhte kampanyalar yürütmek yerine, “olumlu,
faydalı, anlamlı ve doğru buldukları gelişmeleri” desteklemek, iyi ve güzel
olandan yana tavır takınmak mecburiyetindedirler.
Diğer taraftan yanlış işler yapanları da
onaylamadıklarını açıkça belirtmekten, demokratik tepkilerini ortaya koymaktan ve
hukuk içinde kalarak mücadele etmekten de çekinmemelidirler.
Zira Hz. Peygamber böyle yapmış ve
mü’minlerden de böyle yapmalarını istemiştir. O, çağının ve içinde yaşadığı
toplumun sorunlarıyla ilgilenmiş ve çözümler üretmiştir.
Nitekim Hz. Muhammed, cahiliyye döneminde
başlatılan ve mazlumların haklarını savunan (hılfu’l-fudûl) “erdemliler
hareketi”nin en aktif üyelerinden birisi olmuştur.
O, her zaman iyiliği
emredip, kötülüklerden sakındırmıştır.[2]
Oturup beklemeyi değil, çalışıp üretmeyi
tavsiye etmiştir.
Hayırlı işlerde yarışılmasını ve
yardımlaşılmasını önermiştir.
Sadece mazluma değil zalime de
yardım edilmesini ve zulum yapmasına engel olunmasını tavsiye etmiştir.[3]
Boş boş oturup “dedikodu etmeyi,
kendi kendine söylenmeyi, hayata negatif bir gözle bakmayı” asla
onaylamamıştır.
Hiçbir kimseye “haksız bir eleştiride”
bulunmamıştır.
Eleştirilerini hak, adalet ve insaf
ölçüleri içinde yapmıştır.
Acele edilerek hatalı ve eksik
kararlar alınmasına karşı çıkmıştır.
Aklı en güzel şekilde kullanmayı,
sabrı, mücadeleyi ve teennî ile hareket etmeyi öğütlemiştir.
Bugün bu uyarılara ne kadar çok muhtaç
olduğumuz ortadadır.
Görüldüğü üzere Müslümanların
sıkıntılarından bir an önce kurtulabilmelerinin çaresi, Hz. Peygamber gibi her
zaman ilkeli, tutarlı ve kararlı olmak, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya
koymaktır.
Birlikte hareket etmekte “rahmetin”
tefrikaya düşmekte ise “kaos, kargaşa, kriz, anarşi ve istikrarsızlığın”
olduğunu bilmek ve ona göre davranmaktır.
Sorumluluk bilinci taşıyan,
ahlaklı, cesur ve adaletli mü’min ve mü’minelerin sayısını artırmaya çalışmaktır.
Bunun için de her türlü eğitim ve
öğretime önem vermektir.
Teferruatla uğraşmayı bırakıp, ana
meselelere yoğunlaşmak ve çözüm odaklı düşünmektir.
Çağdaş “Ebu’l-Hasan el-Harakanî’ler
ve Ahi Evran’lar” yetiştirmektir.
Kısacası; her alanda markalaşmaktır.
İşte bütün bu saydığımız ilkelere uygun
hareket edilir, sorunların “bir tek kişiyle” değil “ortak akılla” çözüleceğine
inanılır, böyle bir bilinç ve duyarlılığa ulaşılırsa, Hz. Peygamber’in esas
maksadı daha iyi anlaşılmış ve kavranmış olur.
Zira gelişmek, ilerlemek, muasır milletleri
geçmek, dünyada söz sahibi olmak için “İslam dünyası” diye nitelenen
müslümanların buna şiddetle ihtiyacı vardır.
Nitekim hem Yüce Allah hem de Hz.
Peygamber, ekonomik sorunlarını halletmiş, huzur, emniyet, refah ve güven toplumu
olmuş, dünyada sözü dinlenilen ve kendisine saygı duyulan hayırlı bir topluluk[4] olmamızı
istemiştir.
Kanaatimizce hiçbir mü’minin bu
sorumluluklarından kaçarak[5] Yüce
Allah’ın rızasını ve Hz. Peygamber’in şefaatini elde edebilmesi mümkün değildir. (23.02.2007)
[1] Âl-i
İmrân, 3/159. “Ve (ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman,
Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Zira, eğer onlara karşı kırıcı ve sert
olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları bağışla ve affedilmeleri için
dua et. Ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla müşâvere et; sonra bir
hareket tarzına karar verince de Allah’a güven: zira Allah, O’na güven
duyanları sever.” ; Şûrâ, 42/36-39. “…(Bu ödül,) iman eden ve Rablerine
güvenenler (içindir); bağışlanmaz günahlardan ve hayasızlıktan kaçınanlar ve
öfkelendiği zaman kolayca affedenler (için); Rablerinin (çağrısına) karşılık
verenler ve namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar (için); ve (bütün ortak meselelerini)
aralarında danışma ile karara bağlayanlar (için); ve kendilerine rızık olarak
verdiğimiz şeylerden başkalarına harcayanlar (için); ve bir zorbalıkla
karşılaştıkları zaman kendilerini savunanlar (için)…”
[2] Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi akla, mantığa ve sağduyuya aykırı
bir davranışla karşılaşırsa, bunu eli ile düzeltmeye çalışsın. Buna güç
yetiremiyorsa, sözleriyle engellemeye çabalasın. Buna da gücü yetmiyorsa, kalbi
ile hal çareleri arasın ve en azından bu kötülüğü kalbiyle kesinlikle
onaylamasın! Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” Bkz. MÜSLİM, 1/İman, 20 (I,
69-70); EBÛ DÂVUD, 2/Salât, 242 (I, 677-678); 36/Melâhim, 17 (IV, 511);
TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 11 (IV, 470); NESÂÎ, 47/Îman, 17 (VIII, 111-112); İBN MÂCE,
5/İkâme, 155 (I, 406); 36/Fiten, 20 (II, 1330); İBN HANBEL, I, 2, 5; III, 20,
49, 53. Ayrıca bkz. BUHÂRÎ, 46/Mezâlim, 4 (III, 98); 89/İkrah, 7 (VIII, 59);
MÜSLİM, 45/Birr, 62 (III, 1998); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 68 (IV, 523); DÂRİMÎ,
20/Rikak, 40 (II, 618); İBN HANBEL, III,99, 201, 324.
[3] Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Zâlim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım
et!” Bunun üzerine orada bulunanlar: “Yâ Rasûlellah! mazluma yardım etmeyi
anladık. Pekî zâlime nasıl yardımcı olabiliriz ki?” diye sordular. Hz.
Peygamber: “Haksızlık yapmasına engel olursunuz. İşte bu da, sizin ona olan
yardımınızdır” buyurdular. Bkz. BUHÂRÎ, 46/Mezâlim, 4 (III, 98); 89/İkrah, 7
(VIII, 59); MÜSLİM, 45/Birr, 62 (III, 1998); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 68 (IV, 523);
DÂRİMÎ, 20/Rikak, 40 (II, 618); İBN HANBEL, III,99, 201, 324.
[4] Konu
ile ilgili bazı ayetler için bkz. Âl-i İmrân, 3/103-104. “…Bu şekilde Allah
size mesajlarını açıklar ki hidayet bulasınız, belki içinizden iyi ve yararlı
olana davet eden doğru olanı emreden, eğri ve yanlıştan alıkoyan bir topluluk
çıkar: nihai kurtuluşa erişecek kimseler, işte bunlar olacaktır.”; Âl-i İmrân,
3/110. “Siz, insanlığın (iyiliği) için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz:
doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Eğer
geçmiş vahyin mensupları, (bu tür bir) inanca ermiş olsalardı, bu, kendi iyiliklerine
olacaktı; (ama) içlerinden pek az inanan bulunsa da onların çoğu fâsıktır
(yoldan çıkmıştır).” Bakara, 2/143. “Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü bir
toplum olmanızı istedik ki (hayatınızla) tüm insanlığın huzurunda hakikatin
şahitleri olasınız ve elçi de sizin huzurunuzda ona şahitlik yapsın.”
[5] Furkân,
25/26-30. “O gün ki, gerçek egemenliğin (yalnızca) Rahman’a ait olduğu (bütün
açıklığıyla ortaya çıkacaktır); ve bunun içindir ki, (o gün) hakkı inkâra
şartlanmış olanlar için çok zor bir gün olacaktır; o gün ki, (vaktiyle)
haksızlığı kendisine yol edinmiş olan kişi ellerini ısırıp, “Ah n’olurdu,
Rasûl’ün gösterdiği yolu tutmuş olsaydım!” diyecek, “Vah bana, n’olurdu,
falancayı kendime dost edinmemiş olsaydım! Gerçekte, bana uyarıcı hatırlatıcı
mesaj geldikten sonra, beni (Allah’ı) hatırlamaktan o uzaklaştırdı!” Zaten,
şeytan (işte böyle) yalnız ve çaresiz bırakır insanı.” Ve o gün Rasûl: “Ey
Rabbim!” diyecek, “Kavmimden (bazıları) bu Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey
olarak gördü!”. (Ayetlerin açık ifadesinden de anlaşılacağı üzere bazı
kimseler, dünyevî istek ve arzularına aykırı buldukları ya da zamanın değişen
şartları karşısında “geçerliliğini yitirmiş” bir öğreti olarak gördükleri için
Kur’an’ın esas gönderiliş maksadını anlamak ve kavramak istememişlerdir. Hz.
Peygamber’in kıyamet günü bu kimselere sahip çıkmayacağı ve aleyhlerine
şahitlik edeceği ortadadır. İnandığını söylediği halde sorumluluklarından kaçan
Müslümanlar hakkında da aynı şahitliğin tekrarlanması söz konusudur. Zira onlar
da Kur’an’a gereken önemi vermeyerek onu rafa kaldırmış, sadece mezarlıklarda
hatim maksadıyla okunan, fal bakılan, şifreleri olan bir kitap konumuna
indirgemişler veya aşırı derecede yücelterek anlaşılması mümkün olmayan bir
kitap konumuna yükseltmişlerdir. Bütün bunlar, Kur’an’ı hayatın dışına atmanın
ve ondan ders alınmasını zorlaştırmanın farklı yol ve metodlarından olsa
gerektir. Ki bu görüşlerin hiçbirine katılmadığımızı ifade etmemiz
gerekmektedir.)
Yorumlar
Yorum Gönder