Mutluluk ve Zamanı Etkin Kullanmak (18)
Mutluluk ve Zamanı Etkin Kullanmak (18)
İnsanın bu dünyada mutlu bir hayat yaşayabilmesi
için şu “on şeyi” yapmaya zaman ayırması gerekir:
1.Çalışmak için zaman ayıranlar, başarıya
ulaşırlar.
2.Okumak için zaman ayıranlar, zekâlarını
(öğrenme yeteneklerini) artırırlar.
3.Düşünmek için zaman ayıranlar, anlama,
kavrama, sezme, analiz etme, yorumlama, çözümleme vs kabiliyetlerini
gelişirirler.
4.Kulluk için zaman ayıranlar, Yüce Allah’a
yakın olur ve şeytanı daha rahat yenerler.
5.Sağlık için zaman ayıranlar, daha genç,
dinç ve zinde kalırlar
6.Başkalarına yardım için zaman ayıranlar,
kendileri mutlu hissederler.
7.Hayal kurmak için zaman ayıranlar,
hedeflerine daha rahat odaklanırlar.
8. İmanlarını sağlamlaştırmaya zaman
ayıranlar, kendilerini güvende hissederler.
9. Sevmek için zaman ayıranlar, sevilmeyi ve
mutlu olmayı hak ederler.
10.Plan ve program için zaman ayıranlar, bu
dokuz maddeyi yapabilecek zamana sahip olurlar.
Görüldüğü üzere bu on maddenin hakkını en
iyi şekilde verenler, hem bu dünyada, hem de ahirette gerçek mutluluğa
ulaşabilir. Aksini yapanlar ise sadece kendilerine yazık eder. Bu bakımdan bir insanın
gerçek mutluluğu yakalayabilmesi kendine yapacağı bir iyiliktir.
Her şeyden önce belirtelim ki, makam, mevki,
rütbe, servet, şöhret, güzellik gibi gelip geçici şeyler insanı gerçek anlamda
mutlu etmez. Zira bütün bunlar fânîdir.[1]
Gerçek anlamda mutlu olmak isteyen insan,
her zaman haline şükretmeli,[2] kanaat
etmeli, başına gelen hâdiselerin güzel yönlerini görmeye çalışmalı, bunun
için de güzel şeyler düşünmelidir.
Nitekim insan hangi konuyu düşünür ve bunun
üzerinde yoğunlaşırsa, duanın ve eylemin de gücüyle bu gerçeğe dönüşür.
Yani; güzel şeylere odaklanan, güzel
sonuçlarla karşılaşır.
Mutlu olmak isteyen insan “dikene” değil, “güle”
odaklanmalıdır.
Negatif düşünceleri ve karamsarlığı bir
kenara bırakmalıdır.
Dolayısıyla iyi şeyler üretmek ve insanlığa
faydalı olmak isteyen bir kimse müspet şeyler düşünmeli ve yapmalıdır.
Örneğin mutlu olmak isteyen insan, karşılık
beklemeden başkalarına iyilik yapmalıdır.[3] Böyle
yaptığında hem kendini iyi hissedecek hem de Yüce Allah’ın rızasını
kazanacaktır.
Mutlu olmak isteyen insan, dünyanın güzelliklerinden
istifade etmesini bilmelidir. Yani; ahiretini ihmal etmeden “dünyanın meşrû
güzelliklerini” yaşamaya çalışmalıdır.
Mutlu olmak isteyen
insan, kendisine yol gösterenlere, bilgilendirenlere, tecrübelerini
paylaşanlara ve hatalarını söyleyenlere “teşekkür etmesini” bilmelidir.
Mutlu olmak isteyen insan, affetmesini
öğrenmelidir.[4]Sorunlara değil, çözüme
odaklanmalıdır. Affedebilmenin aslında kendisine yaptığı bir
iyilik olduğunu unutmamalıdır.
Mutlu olmak isteyen insan, ailesine ve
arkadaşlarına zaman ayırmalı, kendisini motive eden, cesaretlendiren, artı
değerler katan kimselerle beraber olmaya gayret etmelidir. Dostlarına karşı
vefakâr olmalı, izzet ve ikramda bulunmalıdır. Akrabalarını ihmal etmemelidir.
Zira akraba, eş ve dostlarla ile ilgiyi kesenlerle Allah’ın da “rahmet”
ilgisini keseceğini aklından çıkartmamalıdır.
Mutlu olmak isteyen insan, sağlığına
özen göstermelidir. Çünkü insana vücûdu bir emanettir; o emâneti en güzel şekilde
koruması gerekir. Zira sağlık her şeyin başıdır.
Mutlu olmak isteyen insan, zorluk ve
sıkıntılarla mücadele etmesini bilmelidir.[5] Bunun
için ise “sağlam ve sarsılmaz bir imana” sahip olmalıdır. Çünkü dînî
inançlar zorluklarla mücadelede insana yardımcı olur. Sağlam ve sarsılmaz
bir iman ve iradeyle yapılamayacak hiçbir şey, aşılamayacak hiçbir engel
yoktur. İnsanı kemale erdiren iman, teslimiyet ve samimi kulluktur.
Kanaatimizce hem bu dünyada, hem de
ahirette ebedî mutluluğu elde etmek isteyen kişi, dinî emir ve yasaklara uygun
bir hayat yaşamalıdır.
Özetle en büyük mutluluk, Yüce Allah’ın her
an kendisiyle olduğunu bilmektir.[6]
O’na sığınmaktır.[7] Sadece
O’ndan istemektir.[8] O’na bu dünya hayatında
kulluğu tam ve eksiksiz yapmaktır. Böyle yapanlar, iki cihanda da “gerçek
mutluluğa” ulaşabileceklerdir.[9]
Görüldüğü üzere mutlu olmanın ya da
olmamanın anahtarı kişinin kendi elindedir. Planlı olanlar “mutluluğun
sırrına” daha kolay ve hızlı ulaşır.
Özellikle şunun altını çizelim ki gerçek
mutluluk, Allah’ı tanımak, O’nu bilmek, O’nu sevmek, O’na hayran olmak, O’na saygısızlık
yapmaktan çekinmek/ korkmak, O’nu her zaman zikretmek/ anmak, O’na gerektiği
şekilde kulluk etmek ve O’nun rızasını/ hoşnutluğunu kazanmaya
çalışmaktır.
Zira bunu yapmaya dünyadayken yanaşmayanların
“ahiretteki son pişmanlıkları” onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır; çünkü son
ilahi kelam Kur’an-ı Kerim, şimdiden bu gerçeği haber vermektedir.
Nitekim Yüce Allah’ın âyetlerini
yalanlayanlara, bu ayetlere tepeden bakanlara “göğün kapılarının açılmayacağı”,
kalın urgan iğnenin deliğinden geçmedikçe bu inkârcıların cennete
giremeyecekleri;[10] azabı sürekli tatmaları
için derilerinin yenileneceği;[11] ne
ölecekleri ne de içine atıldıkları azabın hafifletileceği, yaptıklarına
karşılık azabı tadacakları ve bu zâlimlerin hiçbir dost ve yardımcı bulamayacakları;[12] dünyada
çıkardıkları bozgunculuktan ötürü, azabın eksiltilmeyip artırılacağı;[13] kurtuluş
için dünya dolusu altın verecek olsalar dahî bunun kabul edilmeyeceği, bunları
acıklı bir azabın beklediği;[14] Allah’ın
âyetlerini alaya alarak, dünya hayatının kendilerini ayartmasına izin vermeleri
sebebiyle cehennemden çıkartılmayacakları ve artık Allah’ı hoşnut etmelerinin
de onlardan istenmeyeceği, zîra bunun artık hiçbir anlamının kalmadığı;[15] “gökler
ve yer durdukça”[16] onların da ateşte
ebedî kalacakları;[17] Allah’ın
âyetlerini hiçe saymaları nedeniyle, yavaş yavaş ve farkına varmadan helake
doğru sürüklendikleri;[18] dünya
hayatına kapılıp eğlenceyi ve geçici zevkleri dinleri haline getirmeleri ve
karşılaşacakları hesap gününü göz ardı edip unutmaları sebebiyle “umursanmayacakları”
ve Yüce Allah’ın da onları unutacağı[19] âyet-i
kerimelerde açıkça ortaya konulmaktadır.
Dolayısıyla bütün bu âyet-i
kerimelerden, dünyada iken iman etmeden ölen kâfir, müşrik ve münâfıkların
âhirette “hiçbir kurtuluş imkânı bulamayacakları” anlaşılmaktadır. Ve
bunun da tek sorumlusu kendileridir. Çünkü akıllarını kullanmamışlardır. Sonuç
olarak da sadece kendilerine yazık etmişlerdir. (04.05.2007)
[1] Şuarâ,
26/88-89. “O gün ki, ne malın mülkün, ne de çoluk çocuğun bir yararı
olmayacaktır. Yalnızca Allah’ın huzuruna kötülükten korunmuş bir kalple
çıkanlar (kurtulacaktır)!”; Hadîd, 57/20. “Bilin ki, (ey insanlar), bu dünya
hayatı, sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve güzel bir gösteriden,
birbirinizle büyüklük yarışı(na girişmenizden) ve daha çok servet ve çocuk
sahibi olma hırsın(ız)dan ibarettir. Bu (dünya)nın durumu, (hayat getiren)
yağmurun hikayesine benzer: yağmurun yeşerttiği bitki, toprağı ekenlere sevinç
verir. Ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün; sonunda toprak haline
gelir. Ama öteki dünyada (insanın durumu ile ilgili ebedî hakikat açıkça ortaya
çıkacaktır): (ya) şiddetli azap, yahut Allah’ın bağışlayıcılığı ve hoşnutluğu;
çünkü bu dünya hayatı, kendini kandırmanın zevkin(i) tatmaktan başka bir şey
değildir.”. Ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 3/14.
[2] Bakara,
2/172. “Ey imana ermiş olanlar! Size rızk olarak sağladığımız iyi şeylerden
nasiplenin ve Allah’a şükredin, eğer gerçekten O’na kulluk ediyorsanız.”; Neml,
27/40. “…Bununla birlikte (Allah’a) şükreden kişi, yalnızca kendi iyiliği için
şükretmiş olur; nankörlük yapan kişi ise, (bilsin ki,) Rabbim hem sınırsız
cömert hem de mutlak manada kendine yeterlidir!”; Lokmân, 31/12. “Biz Lokman’a
şu hikmeti bağışladık: “Allah’a şükret; çünkü (O’na) şükreden kendi iyiliği
için şükretmiş olur. Nankörlük etmeyi tercih eden ise (bilsin ki), Allah
kesinlikle hiçbir şeye muhtaç değildir ve her zaman hamde layıktır.”
[3] Bakara,
2/195. “Ve Allah yolunda (sınırsızca) harcayın, kendi elinizle kendinizi
mahvetmeyin ve iyilik yapmaya azimle devam edin: unutmayın ki Allah iyilik
yapanları sever!”; Kasas, 28/77. “Öyleyse, Allah’ın sana verdiklerinden
yararlanarak yalnızca ahiret yurdunda (iyi bir yer tutmanın) yolunu ara; bu
arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma; ve Allah sana nasıl iyilikte
bulunduysa, sen de (başkalarına) öyle iyilikte bulun!...”
[4] Âl-i
İmrân, 3/134. “Onlar ki hem bolluk hem de darlık zamanında (Allah yolunda)
harcarlar, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler, çünkü Allah
iyilik yapanları sever.”; A’râf, 7/199. “Sen insan fıtratının kabule yatkın
olduğu yolu tut (hata içinde olanlara karşı sert ve zorlayıcı olma, affedici
ol); iyi olanı emret; bilgisiz kalmayı seçenleri kendi hallerine bırak.”
[5] Bakara,
2/177. “…Ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözlerini tutan,
felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir: işte onlardır
sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının
bilincinde olanlar.”; Nahl, 16/96. “…Ve kesin olan şu ki: güçlüklere göğüs
gerenleri yaptıkları en iyi şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.”; Mü’minûn,
23/111. “(Ama,) bakın, güçlüklere göğüs germelerinden ötürü bugün onları
mükafatlandırdım: işte, bahtiyar olacak olanlar böyleleridir.”; Ahkâf, 46/35.
“Öyleyse (ey inananlar,) kalpleri azim ve kararlılıkla doldurulmuş olan bütün
peygamberler gibi sıkıntılara karşı sabırlı olun ve onlara sabırla katlanın. Ve
(hakikati inkâr edip duran) bu kişilerin hemen azaba çarptırılmalarını
istemeyin: kendilerine vaad edilen şeyin (gerçekleştiğini) gördükleri o gün,
(yeryüzünde) kaldıkları süre, onlara (dünyevî ölçülerle) ancak bir günün bir
saati kadar (kısa görünecek). Mesaj(ımız işte budur). Öyleyse hiç sapkın bir
halktan başkası yok edilir mi?”; İnsan, 76/12. “Ve onları sıkıntılara karşı
sabrettikleri için (kutlu bir) bahçe ve ipek(ten giysiler) ile
ödüllendirecektir.”
[6] Tevbe,
9/40. “Eğer siz elçiye yardım etmezseniz, o zaman (bilin ki,) ona (yine) Allah
(yardım edecektir, tıpkı,) o hakkı inkâra şartlanmış olan kimseler onu
yurdundan sürüp çıkardıkları zaman yardım etti(ği gibi); (ki o gün) (o
yalnızca) iki kişiden biriydi: ve bu iki kişi (saklandıkları) mağaradayken elçi
arkadaşına: “Üzülme” dedi, “Allah bizimle beraberdir”. Ve derken Allah ona
katından bir sükûnet/bir güven duygusu bahşetti…”; Kâf, 50/16. “Gerçek şu ki,
insanı yaratan Biziz ve onun iç-benliğinin ona ne fısıldadığını biz biliriz:
çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.”
[7] Âl-i
İmrân, 3/139. “Öyleyse, cesaretinizi yitirmeyin ve üzülmeyin: Eğer (gerçekten) inanıyorsanız
(O’na bütün benliğiniz ile teslim olup, sığınıyorsanız) mutlaka (insanların) en
üstünü olursunuz.”
[8] Fâtiha,
1/5. “Yalnız sana kulluk eder; yalnız senden yardım dileriz.”; Bakara, 2/45-46.
“(Ey mü’minler!) sabırla ve namazla yardım dileyin: Bu, tam bir sığınma duygusu
içinde yürekten Allah’a yönelenler dışında herkes için zor bir iştir. Onlar ise
(sonunda) Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini kesinlikle bilirler.”
[9] Bakara,
2/201-202. “Ama içlerinde öyleleri var ki: “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da
iyilik ver, ahirette de ve bizi ateşin azabından koru!” diye dua ederler: işte
bunlar, kazandıklarına karşılık (mutluluktan) nasip alacak olanlardır. Ve Allah
hesabı çok çabuk görendir.”
[10] Â’raf,
7/40; Hadislerde de bu tarz benzetmelerin yapıldığı görülmektedir. Nitekim Hz.
Peygamber’in Huzeyfe’ye haber verdiği on iki münafığın sekizinin Cennete
girmesindeki imkânsızlık anlatırken, kalın urgan/deve iğnenin deliğinden
geçmedikçe benzetmesi yapılmaktadır. (MÜSLİM, 50/Münâfıkîn, 1 (III, 2143))
Buradan, böyle bir benzetmenin o günün insanı tarafından bilindiği ve
kullanıldığı sonucu çıkmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in, münâfıkların inkârları
ve kararsızlıkları sebebiyle Cennete girebilmelerinin asla söz konusu
olamayacağını böyle bir benzetme ile ortaya koymuş olması da mühimdir.
[11] Nisâ,
4/56.
[12] Fâtır,
35/36-37. Ayrıca bkz. Bakara, 2/86, 162; Âl-i İmrân, 3/56, 85, 88; Nisâ, 4/52,
123, 145, 173; Mâide, 5/72; Nahl, 16/85; Ankebût, 29/25; Ahzâb, 33/17; Gâfir,
40/49; Şuarâ, 42/8-9, 31; Câsiye, 45/34.
[13] Nahl,
16/88; İsrâ, 17/97; Nebe, 78/30.
[14] Al-i
İmrân, 3/91.
[15] Câsiye,
45/35.
[16] Bu yer
ve gök âhiretteki yer ve göktür. Zîra orada da yer ve göğün olduğu âyet-i
kerimede belirtilmektedir. Bkz. İbrâhim, 14/48.
[17] Hûd,
11/107; “Rabbînin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî
kalacaklardır. Çünkü Rabbîn, istediğini hakkıyla yapandır.” Burada, klasik
Arapça’da “gökler ve yer yerinde durdukça” ya da “gece ile gündüz peş peşe
geldikçe” tabirleri “sonu gelmeyen süre” ya da “sonsuz” (ebed) anlamına mecaz
olarak kullanılmaktadır. Bkz. TABERÎ, Câmiu’l-Beyan, Beyrut, 1995, XII,
152-155. Ayrıca bkz. Hûd, 11/108.
[18] Â’raf,
7/182-183; Kalem, 68/44-45; Bu âyetler, Allah’ın neden bu kadar çok zâlim
kimselerin keyifli bir şekilde hayat sürmesine izin verirken, bir çok dürüst ve
erdemli insanın sıkıntı çekmesine müdahale etmediği sorusuna cevap vermektedir.
Bu cevabın özü ise şudur: insan, bu dünya hayatında görünürdeki mutluluk veya
mutsuzluğun nihai olarak nereye doğru gideceğini ve Allah’ın ince planı içinde
nasıl bir rol oynadığını gerçek anlamda hiçbir zaman kavrayamaz. Allah’ın
erişilmez derinlikteki yaratılış planında her şeyin ve her olayın belli bir
fonksiyonu vardır. Ve hiçbir şey tesadüfi olmayıp, her şeyin bir anlamı ve
amacı vardır. Bkz. ESED, s. 1178, Kalem, 68/45, 25 no’lu dipnot.
[19] Â’raf,
7/51. Ayrıca bkz. En’âm, 6/70; Ta’hâ, 20/126-127; Secde, 32/14; Câsiye, 45/34.
Yorumlar
Yorum Gönder