Medeniyetlerarası Diyalog Olur mu? (15)
Medeniyetlerarası Diyalog Olur mu? (15)
İnsanlar konuşarak anlaşırlar. Ağzını açan
insan anlaşılmak ister. Anlaşılmak isteyeni anlamaya çalışmak her insanın
görevidir. Dolayısıyla insanlar arasında iletişim olmak zorundadır.
Diyalog, karşılıklı olarak oturup
konuşmaktır.
Diyalog, kültürleri, medeniyetleri ve
dinleri temsil edenler arasında olabilir. Böyle bir diyalogda herhangi bir
sakınca yoktur.
Aynı dünyada yaşayan ve farklı inançları
paylaşan insanların, “insanlığın ortak sorunlarını” halletmek üzere bir araya
gelmeleri çok doğaldır ve olması da gereklidir.
Mesela, tek Allah inancından uzaklaşan
müşrik, ateist, putperest, ateşperest veya maddeperestleri Allah’ın Bir ve Tek
olduğuna davet etmek, bütün semâvî dinlerin ortak bir problemidir ve bu sorunu
çözmek için birlikte hareket edilmesi gereklidir.
Dünyada bugün mevcut olan ve kıyamete kadar
da bulunacak olan bu ciddi problem ehl-i kitap olduğunu iddia edenlerin
gayretleri ve işbirliği çözülmeye çalışılabilir.[1]
Eğer onlar böyle bir çalışmadan uzak
kalıyor ve bu sorunu görmezlikten geliyorlarsa, onların Yüce Allah’a olan
sevgilerinden şüphe duyulması da normal hale gelebilir.
Diğer din mensuplarıyla bir araya gelerek
değişik konuları tartışmak veya konuşmak, onları ikna etmeye ve etkilemeye
çalışmak mümkündür.
Müslümanların bu konuda çekinecekleri
herhangi bir durum söz konusu değildir. Günümüz dünyasında insanlığın ortak
problemlerinin çözümü noktasında işbirliği ise artık kaçınılmaz görünmektedir.
Dolayısıyla farklı din mensuplarının
birbirlerini tanıyarak doğru bilgi sahibi olmaları ve daha doğru kararlar
verebilmeleri için “diyalog” yani karşılıklı görüş alış-verişi elzemdir.
Bu dünyanın havasını ve suyunu hep birlikte
paylaşan insanların “birbirlerinin boğazını sıkmadan” bir şeyler konuşup
tartışabilmeleri mümkündür.
Diğer taraftan unutmamak gerekir ki, başka
din ve inanç mensuplarına İslam’ın tebliğini en güzel şekilde yapmak ve
İslam’ın ilkelerini yaşayarak en güzel örneği ortaya koymak mü’minlerin
görevidir; hatta boyunlarının borcudur.
Bu da kendi kabuğuna çekilmekle değil,
dünyanın her köşesinde var olmakla ve diyalogla mümkün olabilir. Zira
diyaloga girmeden ne tebliğ yapılabilir ne de Müslümanların üzerinde oynanmak
istenen oyunlara “bir aktör olarak” müdâhale edilebilir.
Müslümanların en önemli vazifelerinden bir
diğeri de, bütün insanlığın barış içerisinde yaşamalarını sağlayacak “ortak
noktaları” bulmaya çalışmaktır. Dinler ve kültürler arasında çatışmalar
çıkarmak ve buradan çıkar sağlamak isteyenlere “engel olmaktır.”
Onların ellerine koz vermemektir.
Ekmeklerine yağ sürmemektir. Akla, mantığa ve sağduyuya aykırı hal ve
hareketlerde bulunmamaktır.
Elbette İslam, gerektiğinde savaşı
emretmiştir.[2] Ama her zaman barıştan
yana olmuş; sulhu tavsiye etmiş,[3] sebepsiz
çatışmaları/ kavgaları kesinlikle doğru bulmamıştır.[4]
Ayrıca belirtmek gerekir ki, bütün olumlu
çabalar, konuşmalar, girişimler karşılıksız kaldığında ve bir sonuç
vermediğinde Müslümanların kendilerini suçlu hissetmelerini gerektirecek
herhangi bir durum söz konusu değildir.[5]
O takdirde tevhide, nübüvvete ve ahirete
inanmaya ikna olmayan, kendi bildiğini okumaya devam eden, atalarının gittiği
yolda gitmekte ısrar eden böyle kimselere: “sizin dîniniz size, bizim
dînimiz bize”,[6] “sizin amellerinizin
karşılığı size, bizim amellerimizin karşılığı da bize”[7], “aramızda bu konuda
kavgaya gerek yok; zaten Yüce Allah, sizi de bizi de huzurunda toplayacak.
Dönüşümüz O’na”, “Hesap gören olarak Allah yeter” der ve
biz yolumuza devam ederiz.
Sonuç olarak, diyalog her halükarda
olmalıdır. Diyaloga açık olanlar ve hazırlıklarını çok önceden yapanlar her
zaman kazançlı çıkacaklardır. (13.04.2007)
[1] Âl-i
İmrân, 3/64.. “De ki: “Ey geçmiş vahyin izleyicileri! Sizinle bizim aramızdaki
şu ortak ilkeye gelin: Allah’tan başka kimseye kulluk etmeyeceğiz, O’ndan başka
hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacağız ve Allah ile birlikte insanları rab
edinmeyeceğiz.” Ve eğer yüz çevirilerse de ki: “Şahit olun ki biz kendimizi
O’na teslim etmişiz!”
[2] Bakara,
2/216. “Hoşunuza gitmese de savaşmak size farz kılındı; mümkündür ki nefret
ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız
bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir ama siz bilmezsiniz.”. Ayrıca
bkz. Bakara, 2/191; Nisâ, 4/75, 89; Mâide, 5/35; Enfâl, 8/39, 65; Tevbe, 9/14,
73; Saf, 61/4. “Gerçek şu ki Allah (yalnızca) kendi dâvâsı uğrunda, sağlam ve
yekpare bir bina gibi, kenetlenmiş saflar halinde savaşanları sever.”
[3] Nisâ,
4/89-90. “Onlar (iki yüzlü münafıklar), kendilerinin inkâr ettiği gibi, sizin
de hakikati inkâr etmenizi isterlerdi ki siz de onlar gibi olasınız. O halde,
Allah rızası için zulüm ve kötülük diyarını terk edinceye kadar onları
kendinize dost edinmeyin (onların değerlerini benimsemeyin); ve eğer (açık bir)
düşmanlığa yönelirlerse, onları nerede bulursanız yakalayın ve öldürün.
Onlardan hiç birini ne dost ne de hâmî edinmeyin, eğer bir anlaşma ile bağlı
bulunduğunuz insanlarla ilişkisi olanlardan veya size yahut kendi toplumlarına
savaş açmak (fikri)nden kalplerine ürküntü geldiği için size yaklaşanlardan
değillerse. Halbuki Allah onları sizden daha güçlü kılsaydı, mutlaka size savaş
açarlardı. Ama onlar sizi bırakır, savaş açmaktan vazgeçer ve barış teklif
ederlerse, Allah onlara zarar vermenize müsaade etmez.”
[4] Hucurât,
49/9-10. “O halde, mü’minler içinden iki grup çatışırsa onlar arasında barışı
sağlayın; ama sonra , iki (grup)tan biri diğerine haksız şekilde davranırsa,
(davranışı)nı Allah’ın buyruğuna uygun hale getirinceye kadar, haksızlık yapan
taraf ile mücadele edin; (yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde
aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın: çünkü Allah eşit davrananları sever!
Bütün mü’minler kardeştir. O halde, (her ne zaman araları açılırsa) iki
kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun
ki O’nun rahmetine nail olasınız.”
[5] Şûrâ,
42/15. “İşte bunun için sen (bütün insanlığa) çağrıda bulun ve (Allah
tarafından) emrolunduğun gibi dosdoğru ol; onların hevâ ve heveslerine uyma ve
de ki: “Ben, Allah’ın bütün vahyettiklerine inanırım: sizin değişik
görüşleriniz arasında adaleti gözetmekle emrolundum. Allah benim de, sizin de
Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın hesabı bize çıkacaktır, sizin yaptıklarınız
da size. Bizimle sizin aranızda bir çekişeme olmamalı: Allah hepimizi bir araya
toplayacaktır; çünkü varış O’nadır.”
[6] Bakara,
2/141. “Şimdi o toplumlar gelip geçtiler; onların kazandıkları onlara
yazılacak, sizin kazandıklarınız ise size. Ve siz onların yaptıklarından ötürü
hesaba çekilecek değilsiniz.”
[7] Bakara,
2/139. “(Yahûdî ve Hıristiyanlara) de ki: “Allah hakkında bizimle tartışıyor
musunuz? Nasıl olur? O, bizim gibi sizin de Rabbinizdir; bizim
amellerimizin karşılığı bize, sizin amellerinizin karşılığı ise sizedir. Ve biz
kendimizi yalnızca O’na adamışızdır (O’na gönülden bağlananlardanız).”; Yunus,
10/41. “Bunun içindir ki, (ey Peygamber!) seni yalanlamaya kalkışırlarsa o
zaman (onlara) de ki: “Benim yapıp-ettiklerim bana (yazılacak), sizin yapıp-ettikleriniz
de size: ne siz benim yaptıklarımdan sorumlusunuz, ne de ben sizin
yaptıklarınızdan sorumluyum.”
Yorumlar
Yorum Gönder