Küresel kıyametin alameti olur mu? (38)
Küresel kıyametin alameti olur mu? (38)
(علامة)
“alâmet” kelimesi sözlükte; “nişâne, işâret ve iki yer arasındaki sınır”
anlamlarına gelmekte olup, çoğulu (علامات)
“alâmât”tır. (علامة القيامة) “alâmetü’l-kıyâme”
ise; alâmet kelimesinin kıyâme ismine izâfe edilmesiyle oluşturulan bir
terkiptir ve “kıyâmetin yaklaştığına delâlet eden işâret ve
alâmetler” mânâsına gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de “kıyâmetin mutlaka
vukû bulacağı ve yakın olduğu, o günün çok dehşetli ve acıklı bir gün
olacağı” dile getirilmekte, kıyâmetin “başlangıç safhası ve kopuş anındaki
kozmolojik değişimler” tasvir edilmekte, ancak doğrudan “kıyâmet
alâmetleri”den hiç bahsedilmemektedir.
Her ne kadar “duhân”, “dâbbe” ve “ye’cüc ve
me’cüc” kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de geçse de “ciddi bir tahlil
yapıldığında” bunlarla “kıyâmet alâmetleri”nin kastedilmediği anlaşılmaktadır.
Hadislerde ise durum epeyce farklıdır; kıyâmet
öncesi yaşanılacak olaylar ve bunların nasıl gerçekleşeceği “bazen sembollerle”
ve “bazen de detaylandırılarak” anlatılmıştır. Nitekim bu tür rivâyetlere
dayanılarak ilk dönemlerden günümüze gelinceye kadar “kıyâmet
alâmetleri” konusunda müstakil eserler bile yazılmıştır.
Rivâyetlerde geniş bir yer tutan “kıyâmet
alâmetleri”nin doğruluğunu kanıtlamak maksadıyla Kur’an-ı
Kerim’deki bazı âyetler “ilk dönemlerden günümüze gelinceye kadar”
yorumlanmış ve herkes kendi görüşünü destekleyecek tarzda âyetleri tefsir etmiştir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Muhammed
sûresinde geçen “eşrat” kelimesinin “iz, alâmet, belirti ve
işâret” gibi mânâlara geldiğini söyleyenler, bununla Hz. Peygamber’in
haber verdiği “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini ifâde etmişlerdir. Oysa
geçen yüzyılın büyük müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1361/1942),
âyette belirtilen alâmetlerin “Hz. Peygamber’in o dönemde
gösterdiği mûcizeler olduğunu, ancak buna rağmen müşriklerin îman
etmediklerini, âyette zikredilen saati; “sâat-i kübrâ” (küresel kıyamet) olarak
değerlendirmenin yanlış olduğunu, bunu müşriklerin kendi kıyâmetlerinin
kopması şeklinde anlamanın daha mâkul ve isâbetli olacağını” ifâde etmiştir.
Hamdi Yazır, “esasında “eşrat” ile kastedilenin, “mü’minlerin ilerlemelerinin
ve parlak istikballerinin belirtileri ve müşriklerin şaşkınlıklarını anlatan
alâmetler olduğunu” söylemiştir. M. Hamdi Yazır, “ancak onların bu açık
işâretleri gördükleri halde bilfiil kendi başlarına kıyâmet kopmadan da buna
inanmayacaklarını” kaydetmiştir.
Günümüz müfessirlerinden bazıları da “bu
ayetteki “eşrat” ile ileride vukû bulacak “kıyâmet
alâmetleri”nin kastedilmediğini, Hz. Peygamber zamanında vâki olan
şeylerin anlatıldığını ve bunun da inkârcıların başına inecek belâ ve azap
olduğunu” belirtmişlerdir.
Bazıları ise “eşrat”ı, “son
saatin kaçınılmazlığı ile ilgili birçok Kur’ânî haberin şimdiden
gelmesi” ve “her ön yargısız zihnin, bütün mahlûkatın maddî anlamdaki
gelip-geçiciliğini görmesini sağlayan açık işâretler” şeklinde anlamışlardır.
Dolayısıyla “eşrat”ı, “son peygamberin
gelmesi, onun getirdiği kitap ve bu kitapta kıyâmetin kopacağıyla ilgili açık
âyetler” şeklinde anlamak da mümkündür. Bu işâretler, kıyâmetin kopma
şartlarının tamamlandığını ve artık her an bunun gerçekleşebileceğini haber
vermektedir. Netice îtibârıyla, mutlak sûrette kopacak olan “küresel
kıyâmet”in “beklenilen alâmetleri” son peygamber Hz. Muhammed’in gelişiyle “on
dört asır önce tamamlanmış olup” başka alâmetler beklemeye gerek yoktur.
En’âm sûresinde geçen “âyât”ı ise,
“işâretler” mânâsına anlayan müfessirler, bununla hadiste haber verilen
“kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini ifâde etmişlerdir. Oysa bazı
âlimler, bu “âyât”la kastedilenin “hesap gününü bildiren ve kıyâmetin kopmaya
başlamasıyla ortaya çıkacak fizîkî değişimlere işâret olduğunu”, “kıyâmetin
koptuğu andaki bu işâretlerin görülmesiyle birlikte gayb perdesi kalkacağı
için” artık îmânın da hiçbir fayda vermeyeceğini ifâde etmişlerdir.
Muhammed Hamdi Yazır da, bu işâretlerin
görülmesiyle birlikte yapılan îmânla ilgili olarak; “Olacak olmağa
başladıktan sonra inanmakta fâide yoktur. Olacağa olmadan evvel inanmalı ki
zararından kurtulmak için işe yarayacak tedârükatta (hazırlıklarda)
bulunulabilsin” demiştir. Netice îtibârıyla bu ayetteki “âyât”ı, “kişinin ecelinin
gelmesi, ölüm meleğini görmesi, kesin olarak öleceğini anlaması ve
helâkının işâretlerini yakînen müşahede etmesi” şeklinde anlamak mümkündür.
Zîra bu işâretlerin görülmesiyle ye’s hali başlamakta, “kıyâmet-i suğrâ” (kişisel
kıyamet) kopmakta ve böyle bir anda yapılan îmân, insana hiçbir fayda
sağlamamaktadır. Nitekim böyle bir anda yaptığı îmân, Firavun’a hiçbir fayda
vermemiş ve onun kurtuluşu için de yeterli olmamıştır.
Dolayısıyla bu âyette de “kıyâmet
alâmetleri”nden söz edilmemektedir. Şâyet böyle olsaydı âyetin devamında buna dair
bir ifade söz konusu olabilirdi. Oysa Yüce Allah, ayetin devamında Hz.
Peygamber’e herhangi bir “vakit” ya da “alâmet” bildirmemiş, aksine şöyle
demesini istemiştir: “De ki: ‘Bekleyin! Şüphesiz biz de
beklemekteyiz.’” Bu itibarla, mezkûr âyeti delil göstererek bununla
“kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini söylemek mümkün değildir.
Bazı kimseler Kamer ve Enbiyâ
sûrelerinde geçen “iktirâb” kelimesinin de kıyâmetin yaklaştığını haber
verdiğini, dolayısıyla bu yakınlığı ifâde eden emârelerin söz konusu olduğunu,
bunların da hadislerde haber verilen “kıyâmet alâmetleri” olduğunu
söylemişlerdir. Oysa âyetlerde geçen bu kelimeden hareketle, hadis rivayetlerinde
belirtilen “kıyâmet alâmetleri”ne işâret edildiği sonucuna varmak “âyetlerin zâhiri
anlamlarını zorlamaya çalışmak” demektir. Zîra burada açıkça “kıyâmet
alâmetleri” mânâsına gelecek bir ibâre söz konusu değildir. Aksine “kıyâmetin yaklaşmasıyla
vukû bulacak” kozmolojik olaylardan birisi olan “ayın yarılmasına” işâret
vardır. Nitekim ayın geçmişte Hz. Peygamber’in gösterdiği mûcize ile yarıldığını
iddia eden yorumlar olduğu gibi, bu âyette belirtildiği üzere “kıyâmetin
yaklaşmasıyla yarılıp parçalanacağını” söyleyenler de vardır. Kanaatimizce
ayın yarılması (şakku’l-kamer), “Son Saat” yaklaştığı ve “kıyametin kopuş
süreci” başladığında meydana gelecektir.
Netice itibarıyla, söz konusu âyetlere
bakarak hadis rivayetlerinde belirtilen “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiği
sonucuna varmak mümkün değildir. Ayrıca zoraki yöntemlere başvurarak âyetlere
bunu söyletmeye çalışmak da doğru değildir.[1] (21.09.2007)
[1] Geniş
bilgi için bkz. Dr. Ahmet Emin SEYHAN, Hadislerde Kıyamet Alametleri,
Moralite yay. İstanbul, 2006, s. 165-168.
Yorumlar
Yorum Gönder