Kurban Kesmenin Hükmü Nedir? (59)
Kurban Kesmenin Hükmü Nedir? (59)
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 14.02.2000 tarihli gerekçeli kararında
belirttiği üzere “kurban ibadetinin hükmü ister vacip isterse sünnet olsun” kurban
olacak hayvanı usulüne uygun kesmektir. Kurbanlık hayvanın bedelini/ parasını
fakirlere infak etmek suretiyle bu ibadeti yerine getirmek kesinlikle mümkün
değildir.
Bu bakımdan kurban kesmek yerine “onun bedelini” fakirlere dağıtmayı
tavsiye eden görüşler meseleye tek taraflı bakan bazı kimselerin ortaya attığı
ciddi dayanaktan yoksun, keyfi ve indi yorumlardır.
Allah’a yakınlaşmak anlamına gelen “kurban” ibadeti, kurban olacak hayvanın
ibadet niyetiyle usulüne uygun kesilmesidir.
Kevser suresinde geçen, “Venhar” emri İslam bilginlerinin çoğunluğuna
göre Kurban Bayramı günlerinde “kurban kesmek” olarak anlaşılmıştır. Dini
bayramlardan olan Kurban Bayramı, Asr-ı Saadetten bugüne kadar “kurban
kesilerek” kutlanmıştır. Eyyam-ı Nahr (kurbanlık hayvanların kesilmesi günleri)
tabiri de “onbeş asırdır” kullanılmaktadır.
Mezheplerin çoğunluğuna göre “udhiyye kurbanının” hükmü “sünnettir.”
Hanefi fıkhında tercih edilen görüş ise kurbanın “vacip” olduğudur. Ancak bir
ibadetin farz olmayışı, onu ibadet olmaktan çıkarmayacağı gibi şeklinin de
değiştirilmesini gerektirmez. İbadetlerin şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi
hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu
özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi söz konusu değildir.
Din, felsefi bir doktrin değildir. Dini hükümlerle ilgili ortaya çıkan
yeni meselelerde, teşri amaç ve şartlarına aykırı olmayacak şekilde yeni düzenlemeler
getirilmesi her ne kadar caizse de “ibadetlerin eda edilişini ve sahih olma
şartlarını ortadan kaldırarak” keyfi istekler doğrultusunda değişiklikler
yapılamaz. İslam dinindeki kurban ibadetini batıl dinlerdeki anlayışlarla ve
uygulamalarla karıştırmamak gerekir.
Diğer taraftan kurban ibadetinin pek çok hikmeti ve amacı vardır. Kurban,
sadece “fakirlere et yardımı” değildir; zira etinin dağıtılması “vacip” değil “sünnettir.”
Kurban ibadetinin özü ve esası, “Yüce Allah’a yaklaştıran maddi bir fedakârlıkta
bulunmak ve O’nun emrine bağlı olduğunu” göstermektir.
Kurbanlık hayvanların İslam’ın öngördüğü temel şartlara ve espriye uygun
olarak kesilmesi ve bu konuda hijyen kurallarına uygun davranılması elbette
önemli hususlardır. Ancak böyle temiz ve nezih bir ortamı sağlama görevi de
belediyelere ve çevreyle ilgili kuruluşlara düşmektedir. Bu nedenle kesim
yerlerindeki bazı eksiklikleri veya yanlışlıkları gerekçe göstererek kurban
ibadetine karşı çıkmak iyi niyetli bir yaklaşım olarak görülemez.
Kurban ibadetinin dini delillerinin Kur’an-ı Kerim’de bulunmadığını iddia
etmek ve Allah’ın bu çeşit bir buyruğunun olmadığını ileri sürmek son derece yanlıştır.
Zira Kevser Suresi’ndeki kurban kesme emrinden başka Kur’an-ı Kerim’de: “(Ey
Muhammed!) Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat! İkisi birer
kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş; diğerininki ise kabul
edilmemişti...”[1] buyurulmuştur.
Saffat Suresi’nde de “Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in yerine “bir
kurbanın” Allah tarafından kendilerine fidye (kurban) olarak verildiği” açıkça
bildirilmektedir.[2]
Ayrıca diğer bazı ayetlerde de kurban ibadetiyle ilgili nasslar
mevcuttur. Örneğin şu ayetlerde buna işaret edilmektedir.
“... Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine
belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, sıkıntı
içindeki fakiri de doyurun.”[3]
‘Her ümmet için, Allah’ın
kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını
anarak kurban kesmeyi meşru kıldık.”[4]
Bu kurbanlık hayvanları, size (kulluk bilinci ve fedâkârlık
duygusu kazandıran, malın ve canın Allah’a ait olduğunu anlatan) ilâhî
sembollerden biri yaptık ki, bunda sizin için (nice) yararlar vardır.
O hâlde, (bu hayvanlar kurban edilmek üzere,) sıra sıra dizildiklerinde,
onları boğazlarken (“Bismillah, Allahu ekber!” diyerek) Allah’ın
adını anın; yan üstü devrilip can verdiklerinde de, onların etinden hem
kendiniz yiyin hem de gerek başkalarına el açmaktan çekinen, gerekse istemek
zorunda kalan yoksullara yedirin. İşte böylece,
bu kurbanlıkları sizin yararınıza sunuyoruz ki, (onları
emrettiğimiz amaçlar doğrultusunda kullanarak bize) şükredesiniz. (Ve
sakın bu ibâdetleri, gerçek amacından uzaklaştırarak birer gösteriş malzemesi
hâline getirmeyin).”[5]
“Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat asıl
O’na ulaşan sizin (iyi bir kul olmak için gösterdiğiniz samimi gayretleriniz,
farkındalığınız) derin sorumluluk bilinci ve duyarlılığınızdır…”[6]
Bu ayetlerde zikredilen hayvan kesiminin “et ihtiyacını karşılamak için”
kesilen hayvanlar olmadığı, aksine bunların “ibadet amaçlı” oldukları gayet açıktır.
Nitekim hayvanların et ve kanlarının Yüce Allah’a ulaşamayacağı, O’na ulaşanın
“iyi bir kul olmak için gösterilen samimi gayret, emre itaat, farkındalık,
hassasiyet, duyarlılık ve derin sorumluluk bilinci olduğu” ayetin nazmında yer
almaktadır.
Bu bakımdan ayette geçen “Bu hayvanların ne etleri ne de kanları
Allah’a ulaşır” ifadesini gerekçe göstererek ve manayı da zorlayarak ortaya
atılan “Allah’ın kurban etine ihtiyacı olmadığına göre hayvan kesmeye de gerek
yoktur; bunun yerine nakdi tutarının ihtiyaç sahiplerine dağıtılması gerekir” şeklindeki
görüş kesinlikle doğru değildir.
Fıkhi hükmü ister vacip ister sünnet olsun kurban ibadeti, ancak kurban
olacak hayvanın usulüne uygun kesilmesiyle gerçekleşir. Bedelini infak etmek
suretiyle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Zira her ibadetin yeri ve
zamanı vardır. Örneğin zekat ve sadaka, “zaten fakir ve muhtaçları gözeten ve
onların ihtiyaçlarını karşılayan, yılın her döneminde” yapılan ibadetlerdir.
Kurban ibadeti yerine, “sadaka vermeyi/ nakdi yardımı” önermek, hacca veya
umreye gitmek yerine “fakirlere para dağıtmayı” tavsiye etmek “popülist söylemlerdir/
yaklaşımlardır”; ancak iyi niyetli olmadıkları da gayet açıktır. Zira bir
ibadete öncelik verirken diğerini tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Oysa
her bir ibadetin gayesi, amacı ve hikmeti farklıdır. Ayrıca bu tür önerilerde
bulunanların din ile aralarına mesafeler koyan, kendileri lüks, gösteriş ve
israf içinde yaşayan ve servetlerini kesinlikle fakir ve muhtaçlarla paylaşmayan
narsist, hedonist ve bencil kimseler olmaları da oldukça düşündürücüdür.
Kurban ibadeti hicretin ikinci yılında eda edilmeye başlanmış ve Hz
Peygamber hicretten itibaren on yıla yakın bir süre hep kurban kesmiştir.[7]
Nitekim “Enes b. Mâlik diyor ki: Hz.Peygamber iki alaca (semiz) koç kurban
kesti. Ayağını yanlarına basarak “bismillah” deyip tekbir aldığını gördüm.
Sonra onları kendi elleriyle kesti.”[8]
Öte yandan Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmenin “vacip olduğunu”
kabul edenler sadece Hanefiler değildir. Nitekim ilk dönem İslam âlimlerinden İmam
Evzâî, Leys b. Sa’d ve İmam Malik de bu görüştedir.
Udhiyye kurbanının kesilmesinin “sünnet” olduğunu savunan bilginler
kendilerini destekleyen bir kanıt olarak farz veya vacip ibadetlerde o ibadetin
vaktinde eda edilemeyişi halinde onun yerine (bedel) olarak yapılabilecek bir
başka ibadetin bulunduğunu, nitekim Cuma namazı ile yükümlü oldukları halde,
bunu kılamayanların o günkü öğle namazını kılmaları gerektiğini; halbuki kurban
konusunda böyle bir seçeneğin mevcut olmadığını söylemişlerdir ki, bu da kurban
ibadetinin kurbanlık hayvanın belirli günlerde kesilmesiyle bu emrin (ister
vacip, ister sünnet olsun) yerine getirileceğini ortaya koymaktadır.
Kavramları ve fıkhi hükümleri birbirine karıştırmadan konuları incelemek
ve özellikle halka yönelik değerlendirmelerde bulunurken bu hususlara dikkat
etmek gerekir. Zira İslam’ın öngördüğü ilim ahlakı bunu gerektirir.
Kurbanlık hayvanın kesimi esnasında; hayvana fazla eziyet vermemek için
(ölüm acısını azaltmak maksadıyla) kesim sırasında hayvanın elektrik şoku ile
bayıltılması, bu hayvanın kurban olarak kabul edilmesine engel ayıplardan
sayılmaz. Çünkü kurbana engel ayıplar “kesim sırasında meydana gelen arızalar”
olmayıp, hayvanda önceden mevcut olan kusurlardır. Bu itibarla (şok etkisiyle
ölmeden önce hemen) canlı olarak kesilmek kaydıyla, kurbanlık hayvanın elektrik
veya benzeri bir şeyle şoklanmasında dinen bir sakınca yoktur. Şayet hayvan,
henüz kesilmeden o şokun etkisiyle ölürse, o takdirde o hayvanın kurban olması
söz konusu olmadığı gibi eti de yenilemez.
Sonuç olarak, bize göre “kurban ibadetinin hükmü vaciptir” ve kurban
olacak hayvanın usûlüne uygun kesilmesiyle yerine getirilir; kurbanlık hayvanın
bedelini fakirlere infak etmek suretiyle bu ibadetin yerine getirilmesi asla mümkün
değildir. Bu bakımdan kurban kesmek yerine onun bedelini fakirlere dağıtmayı
tavsiye eden görüşler, ciddi dayanaktan yoksun, keyfi ve indi mütalaalardır. (01.02.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder