Kaza namazı var mıdır? (71)
Kaza
namazı var mıdır? (71)
Hz. Peygamber; "Uyku veya unutkanlık sebebiyle
namazını vaktinde kılamayan, hatırladığı zaman hemen kılsın" buyurmuşlardır.
Dolayısıyla “unutmak, uyku, baygınlık ve savaşın en kızıştığı anda” kılınamayan
namazların kazası olur. Ancak bunların haricinde keyfi olarak namazı kazaya
bırakmak diye bir şey İslam’da yoktur.
Bir başka ifadeyle yukarıdaki “dört mazeretin dışında” keyfi
olarak namazı kazaya bırakmak yoktur. Çünkü ne Kur'an-ı Kerim ne de sahih
sünnet, “keyfi olarak kılınmamış bir namazın kazasından” söz etmiştir.
"Hele 60 yaşına geleyim namaza başlarım”, “Hele hacca gidip
geleyim, ondan sonra namaza başlarım”, “Oğlanı-kızı evlendireyim ondan sonra namaza
başlarım”, “Hele seneye namaza başlarım", “Hele emekli olayım ondan sonra
namaza başlarım" şeklindeki sözlerle
keyfi olarak namazı ertelemek diye bir şey yoktur ve bu şekilde ertelenen
namazların kazası da yoktur. Her Müslümanın bunu böyle bilmesi ve hayat planını
da ona göre yapması gerekir.
Dolayısıyla her halükarda namaz vardır ve namazdan kaçış asla
yoktur. Kur'an'da savaş “esnasında” bile (dikkat edin, savaşın en kızıştığı an
demedim) cemaatle namazın nasıl kılanacağı ayrıntılı olarak anlatılmışken “kendilerini
yukarıdaki sözlerle aldatanlar” sadece kendilerine yazık eden kimselerdir.
Nitekim yataktaki ağır hastalar bile gözleriyle ima ederek namazlarını
kılmak zorundadır. Zira duruma göre “oturarak, yatarken, ayakta, binit üzerinde”
de namaz kılınır. Dolayısıyla sudan bahanelerle namazdan kaçanlar, büyük bir
yanılgı içerisindedirler. Bu kimselerin kendi uydurdukları mazeretlerin
arkasına sığınmaları bir züğürt tesellisidir.
Tekrar ifade edecek olursak, namaz, ya kasden kılınmayıp keyfi
olarak terk edilir veya yukarıda sayılan dört mazeret nedeniyle kazaya bırakılır.
Bir vakit namazı kasdî olarak kılmayıp terk etmek çok büyük günahtır. Diğer
dört durumda ise şartlar normale döner dönmez vakit kaybetmeden derhal o namaz
kaza/ eda edilir.
Bu bakımdan mezkûr dört durum haricinde şeytana ve şeytanlaşmış
insanlara uyarak namaz kılmayan kimse derhal tövbe etmeli, bir daha da şeytana
ve şeytanlaşmış kimselere aldanmamalı ve namazlarını da bundan böyle asla terk
etmemelidir. Çünkü ölümün ne zaman gelip çatacağı belli değildir; o yüzden ahirete
hazırlıklı olmak her zaman iyidir.
Ayrıca keyfi olarak kılınamayan namaz, daha sonra eda edilmiş olsa
bile “işlenen o günah nedeniyle” ayrıca tevbe edip Yüce Allah'tan af dilemek
lâzımdır.
Tekrar ifade edelim ki, su bulunmadığı takdirde “teyemmüm yaparak”
namazın kılınmasını emreden bir dinde “keyfi olarak namazı kazaya bırakmak”
diye bir şey yoktur.
Savaş esnasında bile “üstelik cemaatle namazı emreden” ve bunun
nasıl kılınacağını detaylı olarak açıklayan bir dinde “keyfi olarak namazı
kazaya bırakmak” diye bir şey yoktur.
Seferilik/ yolculuk durumunda bile namazı emreden bir dinde “keyfi
olarak namazı kazaya bırakmak” diye bir şey yoktur.
Çünkü “keyfi olarak kılınmayan bir namazın kazası olsaydı” Kitap
ve sünnette bundan bahsedilirdi. Ama hiç bahsedilmemiştir. “Savaş, seferilik ve
su bulamama durumunda” bile namazın kazaya bırakılmasından söz edilmemiştir.
Görüldüğü üzere böyle olağanüstü durumlarda bile namazın kılınması
emredildiğine göre “keyfi olarak kılınmayan bir namazın kazası” yoktur. Zira keyfi
olarak terkedilen namazların kazasından söz edilememiştir.
Dolayısıyla “keyfi olarak kılınmayan bir namazın kazasından” söz
edip insanları yanlış bilgilendiren ve sahte hayallere kapılmalarına neden olan
“bütün din adamları” bu yaptıkları yanlış bilgilendirmeden dolayı kesinlikle sorumludur
ve ahiret günü bunun hesabını Yüce Allah’a mutlaka vereceklerdir. Ayrıca ömrü
boyunca gerçeği araştırmayan, bu tür hocaların peşinden giden ve “Nasıl olsa
namazlarımı sonra kaza ederim” diyerek sorumluluklarını yerine
getirmeyenler de mesuldür ve onlar da bu yaptıklarının hesabını Yüce Allah’a
vereceklerdir. Onların ahiret günü suçu ve kabahati “söz konusu din adamlarına”
veya birbirlerine atmaları onları cezadan kurtarmaya asla yetmeyecektir. Zira
onlar, bu dünyadayken gerçeği öğrenmek istememiş, işlerine öyle geldiği için o
tür hocaların peşinden gitmiş, kendilerini uyaran İslam âlimlerini telefonla
arayıp, mesaj atıp “cami kürsüsünde vaaz ettiği esnada dövüp aşağı indirmekle”
ve ölümle tehdit etmiş, iftiralar atmış ve onlara her türlü hakareti reva
görmüşlerdir. Dolayısıyla bunun da hesabını mutlaka vereceklerdir ve bu
yaptıkları asla yanlarına kalmayacaktır.
Tekrar ifade edecek olursak söz konusu “dört mazeret dışında”
namazını keyfi olarak terk eden kimse, büyük bir hata ve günah işlemiştir. Daha
sonra namazını eda etmiş olsa bile “namazı bile bile terk etme günahını
işlediği için” Yüce Allah’a tövbe ve istiğfar etmesi ve O’ndan af dilemesi
gerekecektir.
Sonuç olarak, meşru bir mazeret olmadan “namazları keyfi
olarak terk etmek” büyük günahtır. “Uyku, unutma, baygınlık ve savaşın en kızıştığı
an” dışında namazı kazaya bırakmak diye bir şey İslam’da yoktur. Bu dört durum
haricinde namazlarını terk edenler çok büyük yanlış yaptıklarını bilmeli ve ona
göre durumlarını yeniden gözden geçirmelidir. Zira ne Kuran’da ne de sahih sünnette
“keyfi olarak kılınmayan bir namazın kazasından” söz edilmektedir. (16.05.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder