İslam ve İnsan Hakları (12)
İslam ve İnsan Hakları (12)
Günümüzde insan hakları, “insana, sırf
insan olduğu için, diline, dînine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal
statüsüne ve rengine bakılmaksızın tanınan haklar” şeklinde tarif
edilmektedir.
İnsan hakları, sağlam bir inanç ve ahlak
zemininde, hukukun üstün olduğu ve adaletin bulunduğu toplumlarda gerçekleşip
gelişebilmektedir.
Hukuk devletinin bulunmadığı, adaletin
hayata yansımadığı toplumlarda ise insan hakları sadece kâğıt
üzerinde kalmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de ve sahih sünnette adalete
ve hukukun üstünlüğüne devamlı vurgu yapılması, “keyfîliğin ve nassların
çizdiği sınırların çiğnenmesinin” yasaklanması, meşrûiyetin ve hukuk düzeninin
korunmasının emredilmesi, “sağlam bir düzen” inşa etmeye yönelik tedbirlerdir.
Nitekim Rasûlüllah’ın uygulamalarının
teorik çerçevesi mahiyetinde olan Vedâ Hutbesi, “insan hakları” açısından
çok önemli bir belgedir.
İnsanoğlu “canını, aklını, namus ve
haysiyetini, dînini ve malını korumakla” görevlidir. Bu beş temel ilke “insan
haklarındandır.”
Hiçbir kimse, başkasının bu haklarını ihlal
edemez. Zira böyle bir ihlal, kesinlikle kul hakkıdır ve haramdır.[1]
Özellikle dünyaya en iyi örnek olmak
konumunda olan müslümanların “birlikte yaşadıkları farklı inançlardan insanların
haklarını” ihlal etmeleri düşünülemez.
Zira Kur’an ve sünnet terbiyesi almış bir
Müslüman, insanların temel hak ve özgürlüklerinin korunması için çaba sarf etmeye
mahkumdur.
Hz. Peygamber, insanların kişilik haklarına
saygılı olmayı sıkça öğütlemiştir. Buna aykırı davrananları sert bir şekilde
kınamış, kul hakkı ihlali yapan kimselerin haksızlığa uğrayan kişiden helallik
alması gerektiğini tembihlemiştir.
Nitekim Hz. Peygamber bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Bilir misiniz müflis kimdir?”
(Sahâbe): ‘Bize göre müflis, malını mülkünü kaybeden ve parası pulu kalmayandır’
diye cevap vermişlerdir.
(Bunun üzerine) Hz. Peygamber: ‘Muhakkak
ki ümmetim içinden çıkacak müflis; kıyâmet günü namazıyla, orucuyla ve zekâtıyla
gelen, ancak ona söven, buna iftira atan, şunun malını yiyen, bunun kanını
döken, bir başkasını döven kimsedir. (Böyle yapması sebebiyle) hasenâtı ona,
buna, şuna, ötekine dağıtılır.
Eğer üzerindeki kul hakları ödenmeden bu
kişinin hasenâtı tükenecek olursa, (bu durumda) diğerlerinin günahlarından
alınır ve bu kimsenin üzerine konulur (boynuna yüklenir). Sonra da cehenneme
atılır” buyurmuşlardır.[2]
Görüldüğü üzere “hakkı gasp edilen kişi”,
hakkını helal etmedikçe “ihlal yapanın sorumluluktan kurtulamayacağı ve
yaptıklarının hesabını vereceği” açıktır.
İslam dînî, insanın dünya ve ahirette mutlu
olmasını hedeflemiştir. Bunun içindir ki bütün emir ve yasaklar “bu gayeyi” sağlamaya
mâtufdur.
Toplumsal huzuru temin etmenin yolu da,
insanların birbirlerinin hakkına ve hukukuna saygılı olmalarından geçer.
Öyleyse gerçek bir mü’minin en önemli
vazifesi, öncelikle “doğru bir din anlayışına sahip olması ve başkalarının
haklarını kesinlikle ihlal etmemesidir.”
Sonuç olarak, kendisi için istediğini
başkaları için de istemeyen bir kimse, olgun ve kâmil bir mü’min olamaz.[3] Kur’an-ı
Kerim, insanların haklarını ihlal edenleri ciddi bir şekilde ikaz eder.[4] Bütün
bu uyarıları görmezlikten gelmeye devam edenler ise, sadece kendilerine yazık
eden ve kendi sonlarını kendileri hazırlayan kimselerdir. (23.03.2007)
[1] Nisâ,
4/29-30. “Siz ey imana ermiş olanlar! Birbirinizin mallarını haksız yollarla
–karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla da olsa- hebâ etmeyin ve birbirinizi
mahvetmeyin ! Zira Allah sizin için bir rahmet kaynağıdır. Bunu düşmanca bir
niyetle ve zulüm için yapana gelince, biz onu zamanı geldiğinde ateşin (azabı)a
mahkum edeceğiz; zira bu Allah için kolay bir şeydir.”
[2] MÜSLİM,
45/Birr, 15 (III, 1997); TİRMİZÎ, 35/Sıfatu’l-Kıyâme, 2 (IV, 613); İBN HANBEL,
II, 303, 334, 371; İBN EBÎ ÂSIM, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk
(287/900), Kitâbu’z-Zühd li İbn Ebî Âsım, thk. Abdülalî Abdülhumeyd
Hâmid, Dâru’r-Reyyân li’t-Türâs, Kahire, 1408, s. 19; EBÛ YÂ’LÂ, XI, 385; İBN
HIBBÂN, Ebû Hâtim el-Bustî, (354/965), Sahîhu İbn Hıbbân, (I-XVIII), thk.
Şuayb el-Arnaud, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1993, X, 259; XVI, 359;
TABERÂNÎ, Evsât, III, 156-157; BEYHAKÎ, Kübrâ, VI, 93; Şuabü’l-Îman,
(I-VIII), thk. Muhammed es-Said b. Bisyûnî Zeğlül,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1410, I, 67, 303; HATİB el-BAĞDÂDÎ, Ebu Bekr
Ahmed b. Ali, (463/1071), Muvaddıhu Evhâmil-Cem’ ve’t-Tefrîk, (I-II), thk.
Abdulmutî Emin Kal’acî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1407, II, 23; Târihu
Bağdâd, (I-XIV), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts., IV, 23; DEYLEMÎ, II, 60.
Ayrıca bkz. MÜNZİRÎ, Abdulazim b.
Abdilkavî, (656/1258), et-Tergîb ve’t-Terhîb, (I-IV), thk.
İbrâhim Şemsüddîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1407, III, 129, 332; IV,
218; ACLÛNÎ, I, 359; Yorum için bkz. NEVEVÎ, Şerh, XVI, 135; KURTÛBÎ, IV,
273; XV, 255; İBN HACER, Feth, IV, 109; V, 101-102; MÜNÂVÎ, IV, 26;
ZÜRKÂNÎ, II, 267; ŞEVKÂNÎ, Neyl, V, 383; MÜBÂREKFÛRÎ, Ebu’l-Ûlâ Muhammed,
(1353/1934), Tuhfetü’l-Ahvezî bi Şerhi Câmii’t-Tirmîzî, (I-X),
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts Tuhfe, VII, 86. (Tahricini
yaptığımız bu rivayet sahihtir).
[3] Enes b.
Mâlik’ten rivayet edilen bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki,
sizden birisi kendisi için sevdiğini kardeşi (/komşusu) için de sevmedikçe iman
etmiş olamaz.”. Bu rivayeti Enes b. Mâlik’ten; Buhârî, Müslim,
Tirmîzî, İbn Mâce, Dârimî, Nesâî, İbn Hanbel, İbn Mübârek, Tayâlisi, Rûyânî,
Ebû Yâlâ, Ebû Avâne, İbn Hıbbân, Taberânî, Ebû Nuaym ve Beyhakî tahric
etmişlerdir. (Bkz. BUHÂRÎ, 2/İman, 7 (I, 9); MÜSLİM, 1/İman, 17 (I, 67) nr: 71;
TİRMÎZÎ, 35/Kıyâme, 59 (IV, 667) nr: 2515; İBN MÂCE, Mukaddime, 9 (I, 26) nr:
66; DÂRİMÎ, 20/Rikak, 29 (II, 614) nr: 2743; NESÂÎ, 47/İman, 19, 23 (VIII, 115,
125) nr: 5014, 5036; NESÂÎ, es-Sünenu’l-Kübrâ, (I-VI), thk.
Abdulgaffar Süleyman el-Bendâvî-Seyyid Küsrevî Hasan, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1991/1411, (VI, 534, 538) nr: 11748, 11770; İBN HANBEL, III, 176, 206,
251, 272, 278, 289; İBN MÜBÂREK, Abdullah, (181/797), ez-Zühd li İbn
Mübârek, thk. Habîburrahman el-Â’zamî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts., s.
236; TAYÂLİSÎ, Süleyman b. Dâvud, (204/819), Müsnedü Tayâlisî,
Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, ts., s. 268; RÛYÂNÎ, Muhammed b. Hârun,
(307/919), Müsnedü Rûyânî, (I-II), thk. Eymen Ali Ebû Yemânî, Müessesetü
Kurtuba, Kâhire, 1416, (II, 376) nr: 1348; EBÛ YÂ’LÂ, V, 268, 327, 444, 458,
459; VI, 23; EBU AVÂNE, Ya’kub b. İshâk el-İsferâinî, (316/928), Müsnedü
Ebî Avâne, (I-V), thk. Eymen b. Arif ed-Dimeşkî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1998,
I, 33, 41; İBN HIBBÂN, I, 470; TABERÂNÎ, Evsât, VIII, 167,
356; el-Mu’cemü’s-Sağîr, (I-II), thk. Muhammed Şekûr
Mahmûd el-Hâc, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut, 1985, II, 18; EBÛ NUAYM, Ahmed
b. Abdillah el-Isfahânî, (430/1038), el-Müsnedü’l-Müstahrec alâ Sahîhi
İmam Müslim, (I-V), thk. Muhammed Hasen İsmâil eş-Şâfi,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1996, I, 133; BEYHAKÎ, Kübrâ, X,
232; Şuab, (VII, 500) nr: 11125; Bu rivayetle ilgili yorum ve
değerlendirmeler için bkz. MÜNZİRÎ, Tergib, II, 362;
NEVEVÎ, Şerh, II, 16-19; ACLÛNÎ, I, 54; II, 226, 461;
MÜBÂREKFÛRÎ, Tuhfe, VIII, 6. (Tirmîzî rivayete sahih hükmünü
vermiştir. Tahricini yaptığımız bu rivayetin sahih olduğu anlaşılmaktadır.)
[4] Mutaffifîn,
83/1-6. “Vay haline ölçüyü eksik tutanların! Onlar (öteki) insanlardan
haklarını eksiksiz isterler. Ama borçlarını ölçüp tartmaya gelince, onu
azaltmaya çalışırlar. Onlar bilmezler mi ki tekrar diriltilecekler (ve) korkunç
bir günde (hesaba çekilecekler); bütün insanların alemlerin Rabbinin huzuruna
varacakları günde?”; En’am, 6/152. “…(Bütün alış verişlerinizde) ölçü ve
tartıya tam olarak, adaletle uyun…; A’râf, 7/85. “…Öyleyse (bütün işlerinizde)
ölçüyü ve tartıyı tam olarak gözetin, hukuken onların şeyden insanları yoksun
bırakmayın; ve iyi bir düzene kavuşturulduktan sonra kalkıp yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın: (bütün) bunlar sizin iyiliğiniz için; tabii
inanırsanız.”; Hûd, 11/85. “Bunun içindir ki, ey kavmim, ölçüyle tartıyla
yaptığınız her alış verişte dürüst ve duyarlı olun; insanları kendi hakları
olan şeylerden yoksun bırakmayın; ve kötülüğü yayarak yeryüzünde karışıklık
çıkarmayın!”; İsrâ, 17/35. “Ve ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun; tartıyı da
doğru terâzi ile yapın: böylesi (sizin) için daha iyi, daha yararlı ve sonuç
olarak da daha güzel olacaktır.” (Allah’ın bu emri sadece ticârî alış verişler
için geçerli değil, insanlar arası bütün ilişkiler için geçerlidir. Yani bir
kimsenin başkasının hakkına tecavüz etmesi kesinlikle yasaklanmıştır). Ayrıca
bkz. Şuarâ, 26/183; Neml, 27/14.
Yorumlar
Yorum Gönder