Hz. Peygamber’e Salât-ü Selam Getirmek Ne Demektir? (75)
Hz. Peygamber’e Salât-ü Selam
Getirmek Ne Demektir? (75)
Kur’an'da “salat” kelimesi birçok ayette geçmekte olup bu
kelimenin değişik anlamları vardır.
“Salât”, “hayır dua etmek, namaz kılmak, Allah’ı övmek, namaz
kıldırmak, destek olmak, motive etmek, kutsamak, Allah'ın bir kimseyi
iyilikle kuşatması, Allah'ın rahmet ve bereketi, bereketin sarıp kuşatması,
istiğfar, şeref, hayatının her anında Allah’tan yana bir bilinç ve duyarlılık
içinde olmak vb.” gibi pek çok anlama gelmektedir.[1]
Kur'an-ı Kerim'de "salat" kelimesi bazı ayetlerde de
"namaz, dua, istiğfar, Allah'ın rahmet ve bereketi” gibi manalarda
kullanılmıştır.[2]
Kanaatimizce tüm dünyadaki İslam âlimlerinin şu sorulara mutlaka ikna
edici cevaplar vermeleri gerekmektedir:
Acaba Hz. Peygamber’e salat-ü selamdan bahseden Ahzâb Suresi 56. ayette
Yüce Allah ne demek istemiştir?
Yüce Allah’ın bu âyetteki gerçek muradı/ maksadı/ amacı/ gayesi nedir?
Bu ayetteki “salat” kelimesi nasıl anlaşılmalıdır?
Bu kelimeye bu zamana kadar “doğru anlam” verilmiş midir?
Salat-ü selam getirmekle ilgili bu zaman kadar yapılan uygulama doğru
olmuş mudur?
Hz. Peygamber’e yapılması istenen “salat” ne ölçüde, ne kadar veya
nasıl olmalıdır?
Kanaatimizce bu sorulara aklıselim ile düşünerek, Kur’ân ve sünnet
bütünlüğü içinde ve de “ciddi ve kapsamlı değerlendirmeler” yaparak verilecek
cevaplarla “asırlardan beri devam eden yanlış bir uygulama” ortadan kaldırabilir
ve yerine doğrusu ikame edilebilir.
Bu âyete doğru mana verebilmek için öncelikle ayetin nüzul
ortamına bakmak gerekir. Bu ayet inmeden önce Hz. Peygamber’in azatlısı ve
evlatlığı Zeyd b. Hârise, şiddetli geçimsizlik sonucu karısı Zeynep bnt. Cahş’ı
boşamış, Hz. Peygamber de “evlatlığın boşadığı kadınla evlenilemeyeceğine dair köklü
Câhiliye âdetini” yıkmak için Yüce Allah’ın emriyle Hz. Zeynep ile evlenmiş,
bunun üzerine “Muhammed, evlatlığının karısıyla evlenmiş” denilerek
Medine sokakları dedikodularla çalkalanmış ve Hz. Peygamber hakkında şaibeler üretilmişti.
Aynı şekilde Hz. Peygamber’in genç eşi Hz. Âişe’ye iftira atılmış, (İfk
hadisesinin yaşandığı o yıl Hz. Peygamber 58 yaşında, Hz. Aişe ise 22 yaşındadır)
ve bu iftira üzerinden de Hz. Peygamber’e olan güven ve itibar sarsılmak istenmişti.
Özellikle yahudi, hıristiyan, müşrik ve münafıkların azılı olanları, bu iki
konuyu sürekli gündemde tutarak Hz. Peygamber’i Müslümanların gözünden düşürmek
için çaba sarf etmiş, sinsi faaliyetler yürütmüş, bazı Müslümanlar da maalesef bu
dedikodulardan etkilenmiş ve Hz. Peygamber’in misyonundan şüphe duymaya başlamışlardı.
İşte âyet, tam da böyle sosyo-psikolojik bir ortamda nazil olmuş, Yüce Allah,
Peygamber’ine sahip çıkmış, Müslümanların da Nebî’ye sahip çıkmalarını ve ona
destek olmalarını istemiştir. Âyeti birlikte okuyalım.
“Allah ve melekleri, Nebi’ye destek oluyorlar. O halde siz ey
imana ermiş olanlar! Siz de O’na (maddî ve manevî) destek olun ve onun
rehberliğine tam bir teslimiyetle bağlanın!"[3]
Görüldüğü üzere âyette “Rabbin ve meleklerin Nebî’ye salât”ı ile
kast edilen Hz. Peygamber’e destek olmalarıdır. Aynı şekilde müminlerin de “salât”a teşvik
edilmesiyle verilmek istenen mesaj, “sahâbenin de Hz. Peygamber’e yardımcı ve destek
olmaları”dır. Kanaatimizce âyet, Müslümanlara adeta şunu söylemektedir: “Ey Mü’minler! Nasıl Allah ve melekleri
Nebi’ye destek oluyorlarsa siz de Resûlullah’a gerçek anlamda destek olun, onu
yalnız bırakmayın, ona sahip çıkın, onun şerefini ve itibarını gözetin, üretilen
dedikodulara inanmayın, şaibelere kanmayın, onun hakkında şüpheye kapılmayın, getirdiği
vahyin ilkelerini hayata geçirmek için üzerinize düşeni yapın, gevşeklik
göstermeyin ve onun rehberliğine tam anlamıyla/ bütün kalbinizle/ içtenlikle
teslim olun!”
Görüleceği üzere âyetin indiği nüzul ortamı dikkate alınmaz, “çok
anlamlı salat kelimesinin” sadece bir anlamı ön plana çıkartılır, diğer
anlamlar göz ardı edilirse âyetin hiç kast etmediği sonuçlara ulaşmak
kaçınılmaz olur. Kanaatimizce asırlardır devam ettirilen yanlış uygulamanın
temel sebebi de budur. Zira bu zamana kadar yazılmış meal ve tefsirlerin kahir
ekseriyetinde ayete şu mananın verildiği görülmektedir:
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salat ederler. Ey Mü'minler!
Siz de ona salat edin ve tam teslimiyetle selam verin.”
Görüldüğü üzere sebeb-i nüzul göz ardı edilince, meseleye Kur’an
ve sünnet bütünlüğü içinde bakılmayınca, ayetteki “salat” kelimesi de yanlış
anlaşılmış ve zamanla Hz. Peygamber’e “sözel olarak salat-ü selam getirmek”,
bir başka ifadeyle “ona salât-ü selâm okumak” yeterli zannedilmiştir. Oysa ayeti
böyle anlamak kesinlikle doğru değildir. Zira böyle yapıldığında ayetin verdiği
mesajdan tamamen uzaklaşılmakta ve uydurma rivayetlerin etkisine girilerek “ayetin
hiç kast etmediği” işler yapılmaktadır.
Bu itibarla bir kez daha vurgulayacak olursak ayette verilmek
istenen mesaj şudur: “Allah ve melekleri, Nebi’ye destek oluyorlar. O halde, ey
iman edenler! Siz de ona maddî ve manevî destek olun ve onun rehberliğine tam
bir teslimiyetle bağlanın!” Yani; mü’minler ayette de belirtildiği üzere
Nebi’ye hem maddi hem de manevi destek olmak zorundadırlar. Ona fiili desteği o
dönemde sahâbe vermiştir. Ancak bugün Müslümanlar ona manevi destek verilebilir
ki, bu da onun örnekliğini ve sahih sünnetini yaşamak ve yaşatmakla, getirdiği
vahyi tüm dünyaya tebliğ ve temsil etmekle, yeryüzünde barış ve adaleti sağlamakla,
tıpkı onun gibi tüm insanların gönüllerini fethetmekle mümkün olabilir. Bu manevi
destek de Müslümanların Hz. Peygamber’e her gün belli miktarda “salat-ü selam
okumaları” ile değil onun güzel ahlakını örnek almaları ile mümkündür. Kaldı ki
evrensel ve ebedi bir din olan İslam’ın bu ayette verdiği mesaj, kıyamete kadar
gelecek tüm müminleri kapsamaktadır. Yani onlar da Hz. Peygamber’in getirdiği
bu vahyi tüm dünyaya tebliğ ve temsil etmekle mükelleftirler ve bu, sözel değil
“mezkûr manevi destekle” başarılabilecek bir husustur.
Görüldüğü üzere ayetin indiği nüzul ortamı iyi tespit edilir, ayete
doğru mana verilirse Yüce Allah’ın maksadı da anlaşılmış ve gereği yapılmış olur.
Bu bakımdan “salât” kelimesinin sadece bir anlamını ele alıp, “uydurma
rivayetlerin de etkisiyle” zorâki yorumlara başvurmak yerine, kelimenin diğer
anlamlarına ve nüzul ortamına bakmak, Kur’an’ın esas vermek istediği mesaja odaklanmak,
Kur’an’ın genel ilke ve maksatlarını hesaba katmak, doğru manayı bulup ortaya
çıkarmak ve bunu da Müslümanların istifadesine sunmak gerekir.
Özetle, bu ayet-i kerimede “salat”a “destek olmak” manası
verildiğinde bu zamana kadar yapılan yanlışlıklar giderilmekte, yaşanan problemler
çözülmekte, Yüce Allah'ın muradı daha iyi anlaşılmakta, sahih sünnete ittiba
etmenin önemi çok daha iyi fark edilmekte ve “sözel olarak salat-ü selam
okumanın” doğru bir uygulama olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Aslında bu
ayetle Müslümanlar çok ciddi bir görev ve sorumluluğa davet edilmekte, ama
onlar, bu vazifelerini savsaklamakta ve sorumluluk üstlenmekten kaçınmaktadırlar.
Dolayısıyla âyete bizim tercih ettiğimiz mana verildiğinde tüm Müslümanlar “bu ağır
sorumluluğu üstlenmek ve asli görevlerini yapmak” zorunda kalacaklardır. Ancak ne
acıdır ki, Müslümanlara yapılan “bu sorumluk çağrısı” onların çoğunun hoşuna
gitmemekte, bu öneriyi ortaya atan kişiyi “eski köye yeni adet getirmekle”
itham edip suçlamalarına ve “asırlardır yapılan yanlış uygulamayı terk etmeme konusunda
inatlaşmalarına” yol açmaktadır. Oysa böyle bir tavır sergileyen Müslümanlar, “salatı”
yanlış anlayarak hem kendilerine hem de gelecek nesillerine yazık etmektedir.
Sonuç olarak, “Hz. Peygamber’e yapılması istenen salât-ü
selamı” sadece “dile/ söze indirgeyip, onun getirdiği ilkeleri hayata geçirme konusunda
tembel ve uyuşuk davranmak, harekete geçmemek ve “salat görevini” tekrar Yüce Allah’a
havale etme kolaycılığına yeltenmek ayete aykırı davranmaktır. Maalesef
Müslümanların ekserisi, ayette verilen bu mesajı uygulamak ve sorumluluk almak yerine
her zaman olduğu gibi işin kolayına kaçmış, “sözel salatü selam” okumayı yeterli
görmüş, bu konuda hem Kur’an’ı hem de Hz. Peygamber’i yanlış anlamıştır.
Üstelik kendilerini samimiyetle uyaranları dinlemek ve hatalarını düzeltmek yerine,
görev ve sorumluluklarını duymak dahi istememiş, manevi destek görevinden
kaçmış, bunların hatırlatılmasından rahatsızlık duymuş, sözel olarak salat-ü
selam okumayı yeterli görmüş, üstelik böyle yaptıklarında hem Yüce Allah’ın hem
de Resulünün sevgisini kazanacaklarını zannetmiş, böylece kendilerini avutmuş
ve yanıldıklarını da bir türlü kabul etmek istememişlerdir. (13.06.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder