Hz. Peygamber Gaybtan Haber Vermiş midir?-1 (65)
Hz. Peygamber Gaybtan Haber Vermiş midir?-1 (65)
Fiten hadisleri (gelecekten haber veren hadisler) konusunda doğru
değerlendirmeler yapabilmek ve Hz. Peygamber’in gaybı ne kadar bildiğini
anlayabilmek için öncelikle Kur’an ve sahih sünnetin meseleye bakışını çok iyi tespit
etmek gerekir. Zira tespit edilen bu kriterler ışığında yapılacak yorum ve
değerlendirmeler daha sağlıklı ve isâbetli sonuçlara ulaşmaya imkân sağlayabilir.
Bir beşer olarak diğer insanlardan farkı olmayan, ancak kendisine
vahyedilen Hz. Peygamber, Yüce Allah bildirmedikçe “gayb olan geçmişi, o an yaşanan
olayların iç yüzünü ve geleceği” bilememiştir. Bu husus, sadece son
peygamberle ilgili olmayıp bütün peygamberler için geçerlidir.
Nitekim âyet-i kerimede “Böylece (Allah), vahyedilmesini uygun
gördüğü her şeyi kuluna vahyetmiş oldu” denilmektedir. Bu ifâde ile “En
derûnî anlamıyla, Allah’ın seçilmiş peygamberlerine bile varlığın, hayatın ve
ölümün gerçek anlamını, evreni yaratmasındaki maksadını ve bizzat evrenin
kendisinin gerçek mahiyetini tamamen açmadığı” anlatılmak istenmiştir.
Hz. Peygamber’i sihirbaz ve kâhinlerle karıştıran, onun şahsiyetini ilah,
cin ve melek şeklinde düşünen, sadâkatini ancak gaybtan haber vererek ispat
edebileceğine inanan “yahûdî, hıristiyan ve müşriklere karşı” Kur’an-ı
Kerim, Rasûl-i Ekrem’e; “Melek olduğunu söylemediğini, insan idrâkini aşan
şeyleri bildiğini iddiâ etmediğini ve Allah’ın hazînelerinin de kendi yanında
olduğunu ileri sürmediğini” söylemesini emretmiştir.
Nitekim söz konusu âyet-i kerime şöyledir: “(Ey Peygamber) de ki:
‘Allah dilemedikçe, kendime bir yarar sağlamak ya da kendimden bir zararı
uzaklaştırmak benim elimde değil. Eğer insan kavrayışının ötesinde olanı (gaybı)
bilseydim, muhakkak ki, bahtiyarlık adına ne varsa ondan payıma daha çoğu
düşerdi ve kötülük asla yaklaşmazdı bana. (Ama) ben sadece bir uyarıcıyım ve
inanan bir topluma iyi haberler getiren bir müjdeci!”
Mâturîdî (ö. 333/911), bu âyeti; “Ben gaybı bilseydim ve bu
sâyede size gelecek zararları giderip, menfaat elde etmenize vesîle
olabilseydim bana îmân ederdiniz. Bana îmân edenlerin sayısının çok olması da
Allah katında sevâbımın artmasına sebep olurdu” şeklinde tefsir etmiştir.
Zemahşerî (ö. 538/1143) de: “Eğer gaybı bilseydim harplerde bazen galip
bazen mağlup, ticarette bazen kârlı bazen zararlı, yönetimde bazen isâbetli
bazen hatâlı olmazdım” şeklinde yorumlamıştır. Fahreddin er-Râzî
ise (ö. 606/1209), bu âyetin “Rasûlullah’ın gaybı bilmediğini açıkça
ortaya koyduğunu” ifâde etmiştir.
Nitekim Hz. Peygamber, yaşadığı devirdeki birçok olayın iç yüzünden
haberdar değildir. Hz. Muhammed, âyet-i kerime indirilinceye kadar İfk
hadisesinin (6/627) doğru olup olmadığını, Tebük
seferine (9/630) katılmayanların ileri sürdükleri mâzeretlerin ne derece
gerçek olduğunu ve Mescid-i Dırâr’ı inşâ edenlerin niyetlerinin
Müslümanları parçalamak olduğunu önceden bilememiştir.
Târihe elim vak’alar olarak geçen Reci’ (4/625) ve Bi’r-i Mâûne (4/625)
hâdiseleri de Hz. Peygamber’in kendisine bildirilmedikçe gelecekten habersiz
olduğunu göstermektedir. Nitekim Hüzeyl ve Necid’lilerin “İslâmiyet’i
öğrenmek istiyoruz” bahânesi ile Rasûlullah’tan öğretici istedikleri,
sonra da bu kimselere suikast düzenledikleri ve acımasızca bu masum öğretmenleri
şehit ettikleri tarîhen sâbittir. İşte Allah Rasûlü, eğer onların bu kötü
maksadını çok daha önceden bilseydi, bu yetmiş sahabîyi oraya kesinlikle
göndermezdi. Zîra Hz. Peygamber’i çok yakından tanıyan Enes b. Mâlik,
hâfızların öldürüldüğü o gün “Rasûlullah’ı daha önce hiç bu kadar üzgün ve
sarsılmış görmediğini” ifâde etmiştir.
Aynı şekilde Mû’te harbinde (8/629) şehid olan Zeyd b. Hârise, Abdullah
b. Revâha ve Ca’fer b. Ebi Talib’in ölüm haberlerini aldığı zaman çok
üzüldüğü ve gözlerinden yaşların aktığı da kaynaklarda mevcuttur. Bu
ifâdeler, Rasûlullah’ın “ölüm haberi kendisine ulaşmadan önce” bu üç sahabînin
şehit edildiği bilgisinden habersiz olduğunu göstermektedir.
Öte yandan bir düğün töreninde “Aramızda yarın ne olacağını bilen
bir Peygamber var” diye şiir söyleyen câriyeyi Hz. Muhammed nezaketle uyarmış;
“Hayır öyle demeyin! Yarın ne olacağını ancak Allah bilir” diyerek böyle
bir sözün doğru olmadığını ifade etmiş ve gördüğü yanlışı hemen
düzeltmiştir.
Osman b. Maz’un hakkında da; “Allah’ın sana ikramda bulunacağına
şehâdet ederim” diyen Ümmü’l-Â’la’ya (ö. 6/627) hitâben: “Allah’ın
ona ikram edeceğini nereden biliyorsun?” diye bir soru sormuş,
onun: “Anam, babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü! Peki, Allah kime
ikram eder?” diye cevap vermesi üzerine o; “Osman b. Maz’un
ölmüştür ve onun için Allah’tan hayır dilerim. Allah’a yemin ederim ki, ben
Allah’ın Rasûlü olduğum halde ne muamele göreceğimi bilmiyorum” diyerek
insanların yanlış fikirlere kapılmasını önlemiştir. Hz. Peygamber’in bu
tarz ifâdeleri, onun “insan kavrayışının ötesindeki gerçeklere” yani; “gayba” tam
anlamıyla muttalî olmadığının bir göstergesidir.
Mahşerde ümmetinin affedilmesini isteyen Hz. Peygamber’e; “Sen
onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun” denileceği haber
verilmektedir. Bu hadîs-i şerif, gelecekte ümmetinin neler yaptığından Hz.
Peygamber’in bilgisinin olmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim Hz. Îsa’dan
sonra, onun takipçilerinin yaptıklarından da Hz. Îsa’nın haberinin olmadığını
Kur’an-ı Kerim bildirmektedir. Bu bakımdan gelecekte yaşanacaklar
konusunda bütün peygamberlerin sınırlı bir bilgiye sahip
oldukları anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde, Hz. Peygamber’in kâdı (hâkim/ yargıç) olarak hüküm verirken
dâvâsını daha iknâ edici delillerle savunanın lehine hüküm verebileceğini,
hakîkatte kimin haklı kimin haksız olduğunu bilemeyeceğini, bu nedenle haksız
olan tarafın, dâvâsını iyi savunarak karşı tarafın hakkını almamasını
tavsiyesi de “onun gaybı bilmediğini” göstermektedir.
Nitekim Hz. Âişe: “….Kim Muhammed’in yarın ne olacağını haber
verdiğini sanıyorsa, şüphesiz o Allah’a büyük bir iftirâda bulunmuş olur. Çünkü
Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Göklerde ve yerde olan hiç kimse, (yani)
Allah’tan başka (hiç kimse), yaratılmışların duyu ve tasavvur alanı dışında
kalan gerçekleri bilemez. (Yaratılmış olanlar) öldükten sonra ne zaman
diriltileceklerini de bilemezler’”demektedir.
Hz. Âişe’nin bu beyânına rağmen aktarılan bir rivâyette, ‘Hz.
Peygamber’in sabah namazını kıldırıp minbere çıktığı ve öğlene kadar konuşma
yaptığı, daha sonra öğle namazını kıldırıp ikindiye kadar konuştuğu, müteakiben
ikindiyi kıldırıp güneş batıncaya kadar konuştuğu ve kıyâmete kadar olmuş ve
olacak bütün şeyleri anlattığı” ifâde edilmektedir. Bu rivâyet daha en
baştan, “namazı kısa tutmayıp hasta, zayıf ve ihtiyaç sâhiplerini
gözetmeyerek insanları camiden soğutan imamları sert bir şekilde uyaran ve
insanların sıkılmasını hoş karşılamayan”, “Allah’a yemin olsun ki,
sözü yeteri kadar söylemeyi uygun görürüm. Şüphesiz sözü tadında bırakmak,
uzatmaktan çok daha iyidir” diyen Hz. Peygamber’in sahih sünnetiyle kesinlikle
bağdaşmamaktadır. Aynı şekilde bu rivayet, “Rasûlullah, bizi usandırmamak
için belirli günlerde vaaz ederdi” şeklindeki sahih uygulamasını
aktaran sahâbînin sözleriyle de çelişmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber,
saatler süren böyle bir konuşma yapmamış ve kıyâmete kadar olmuş ve olacak
olaylardan bahsetmemiştir. Bu bakımdan Hz. Âişe’nin; “….Kim
Muhammed’in yarın ne olacağını haber verdiğini sanıyorsa, şüphesiz o Allah’a
büyük bir iftirâda bulunmuş olur” sözü doğru olup ”Hz. Peygamber’in kıyâmete
kadar olmuş ve olacak bütün şeyleri anlattığı” şeklindeki söz konusu rivayet
kesinlikle uydurmadır.
Diğer taraftan Kur’an dışı vahiylerle Hz. Peygamber’in “gaybe muttalî
kılınması” söz konusu olmakla beraber, bunun sınırını tespit etmek imkânsızdır.
Ayrıca onun gelecek hakkında söylediği genel hükümler ifâde eden bazı sözlerini
vahye mahzar olmadan “kendi değerlendirmesiyle “söylemesi de mümkündür. Nitekim
onun Medine’de siyâsî, etnik, dînî ve sosyal faktörleri göz önünde
bulundurarak bir devlet kurduğu ortadadır. O, bu dengelerin muhâfazasının zor
olduğunu ve bunlar bozulduğu takdirde iç karışıklıkların çıkacağını herkesten
çok daha iyi bilmektedir. Bu bilgiye “basîreti, firâseti, tecrübesi ve sağlam
muhâkeme yeteneği sayesinde” önceden ulaşması ve bunlara istinâden ümmetini
bâzı konularda sembollerle, teşbihlerle veya umûmî ifâdelerle uyarması imkân dâhilindedir.
Halifelerin şehit edilmesiyle başlayan kargaşa ve karışıklık döneminde, ashâbın
bu olayları Hz. Peygamber’in önceki uyarılarıyla ilişkilendirerek
değerlendirmeye çalışmış olmaları da mümkündür.
Hz. Peygamber’in kıyametle ilgili bir kısım uyarılarını ise “küresel
kıyâmet”le ilişkilendirmek yerine, “iktidarın el değiştirmesi ya da yönetimin
yıkılması ve sonrasında meydana gelebilecek iç karışıklıklar” yani; “toplumsal
kıyamet” şeklinde anlamak gerekir. Zîra bu rivâyetler doğru değerlendirildiğinde
onun kehânet türünden bilgiler aktarmadığı, siyâsî ve sosyal içerikli
konularda ümmetine bazı “stratejik bilgiler” verdiği, karşılaşabilecekleri
muhtemel sıkıntıları aşmaları için yapmaları gerekenler konusunda onları önceden
uyardığı ve bunun da gâyet normal bir durum olduğu söylenebilir.
Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle başlayan iktidar mücâdelelerinde Hz.
Peygamber’e nispet edilen bazı sözlerin, olaylara taraf olan veya olaylar
karşısında tarafsız kalmaya çalışan kişiler tarafından savunma aracı olarak
kullanılmış olması da söz konusudur. Hâdiseleri kendi çıkarları istikâmetinde
yönlendirmek isteyen bazı kimselerin, kendi tavırlarının Hz. Peygamber
tarafından onaylandığını ifâde eden rivâyetlere sarılmaları ve haklılıklarını
bu şekilde ortaya koymaya çalışmaları da mümkündür. Böyle bir ortamda Hz.
Peygamber’e isnâd edilen gelecekle ilgili bazı haberlerin arkasında, Müslümanlar
arasında cereyan eden tatsız olaylara “mâzeret arama amacının yatmış olması”
da kuvvetle muhtemeldir. [1] (28.03.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder