Hz. İsa'nın nüzulu kıyamet alameti midir? (45)
Hz. İsa'nın nüzulu kıyamet alameti midir? (45)
Hz. Îsâ’nın ölümü ve kıyâmet kopmadan önce “kıyâmetin
bir alâmeti” olarak tekrar dünyaya geleceği konusu, asırlardır İslâm
âlimleri arasında tartışılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Îsâ’nın
kıyâmetin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine dâir “açık bir beyan” yoktur.
Yahûdîlik’te ise “Mesîh’le ilgili
rivâyetler” son derece müphem olup yoruma müsaittir.
Hıristiyanlık’ta ise havârilerin gözleri
önünde semaya urûc eden ve babasının sağ yanına oturan, dünyanın sonuna doğru
ikinci defa gelecek olan bir “Mesîh” inancı söz konusudur. İncillerde onun
çeşitli alâmetleriyle geleceği anlatılmaktadır. Hz. Îsâ gelmeden önce
milletlerarası çeşitli çatışmaların yaşanacağı, kıtlık ve depremlerin olacağı,
pek çok kimsenin “Mesîh” iddiasıyla ortaya çıkacağı, güneşin kararıp ayın ışık
vermeyeceği ve yıldızların düşeceğinden bahsedilmektedir. Daha sonra Îsâ’nın
gelip izzet tahtına oturacağı, “deccâl”in hâkimiyetine son vereceği, iyileri
mükafâtlandırıp kötüleri cezalandıracağı, anlatılmaktadır. Fakat bu
gelişin vaktini sadece Tanrı bilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’deki bazı âyetleri yorumlayanlar,
Hz. Îsâ’nın öldürülmediği ve göğe yükseltildiği kanaatine ulaşırken, aynı
âyetleri tefsir eden başka İslâm âlimleri ise, böyle bir sonuca ulaşmanın
mümkün olmadığını ifâde etmişlerdir.
İslâm bilginlerini bu şekilde farklı
yorumlar yapmaya sevk eden husus ise, “rivâyetlere olan yaklaşımlarından”
kaynaklanmaktadır. Zîra muhtelif rivâyetlerde Hz. Îsâ’nın “kıyâmet
alâmeti” olarak yeryüzüne ineceğine dâir bilgiler yer almaktadır. Bu
rivâyetlere dayanılarak “nüzûl-i Îsâ” konusu erken dönemlerden itibâren bir
tartışma konusu olmuş, günümüzde de henüz ortak bir kanaate ulaşılamamıştır.
Nitekim onun “rûhu ve bedeniyle” ilâhî
huzura yükseltildiğini, kıyâmetin vukûundan önce tekrar dünyaya döneceğini, son
peygamber’in getirdiği vahye tabi olacağını, “deccâl”i öldürüp yeryüzünde
adâleti sağlayacağını ve ruhunun ise bunları yaptıktan sonra kabzedileceğini
savunanlar vardır.
Aksi kanaatte olanlar ise, onun
dünyada iken eceliyle öldüğüne, ruhen Allah’ın katına yükseltildiğine, kıyâmet
öncesi gelmesinin söz konusu olmadığına, bu konuda Hz. Peygamber’e atfedilen
rivâyetlerin mütevâtir derecesinde olmayıp âhad olduklarına ve âhad haberlerin
âyetlere aykırı bilgi ihtivâ etmesi halinde “hadis olma niteliklerini”
kaybedeceklerine, bu tür rivâyetlerin Ehl-i kitap kanalı ile İslâm’a intikal
ettiğine, böyle bir inancın İslâm’ın genel ilkelerine ve Allah’ın
koyduğu tabiat kanunlarına (adetullah) aykırı olduğuna inanmaktadırlar.
Bir diğer görüş ise âyetlerin anlamlarının
açık olmaması ve “nüzûl-i Îsâ” konusunda pek çok rivâyetin bulunması nedeniyle,
bu konunun reddedilemeyeceğini, onun ruh ve bedenen ilâhî huzûra
yükseltilmediğini, tabii ölümle ruhunun kabzedildiğini, ancak bu rivâyetlerin
uygun şekilde te’vil edilmesi gerektiğini, ileriki asırlarda Hz. Îsâ’nın mânevî
şahsiyetinin ortaya çıkacağını ve insanlığa getirdiği sevgi, barış ve şefkat
gibi değerlerin onun mensupları tarafından uygulanacağını belirtmişlerdir.
Son iki görüşü temsil edenlerin Hz. Îsâ’nın
normal bir ölümle öldüğü, “ruh maa’l-cesed” ilâhî huzura
yükseltilmediği ve dolayısıyla da kıyâmetten önce dünyaya bir insan olarak
inmesinin mümkün olmadığı hususlarında birleştikleri görülmektedir. Bu iki
görüş arasındaki farklılık ise, “Hz. Peygamber’e nispet edilen hadislerin
değerlendirilmesi noktasında” ortaya çıkmaktadır. Zaten son görüş
taraftarlarının yorum denemeleri ise, sınırlı bir seviyede kalmakta ve rivâyetlerin
tamamını kapsamamaktadır.
Kanaatimizce, “nüzûl-i Îsâ” inancını “bu
konudaki rivâyetlere dayanarak” savunmak mümkün değildir. Zîra bu rivâyetlerin
yer aldığı bazı kaynaklar tamamen güvenilir olmadığı gibi, isnâdların tamamı da
sağlam değildir. Metin tenkîdi yapıldığında ise pek çok çelişkinin ortaya
çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla, “nüzul-i Îsâ” konusunu “bir inanç esası”
olarak kabul etmek ve öyle göstermek doğru değildir. Çünkü Kur’an-ı
Kerim’deki açık bilgilerle de çelişen bu tür rivâyetlere dayanarak “bir
inanç oluşturmak” zordur. Tedvin döneminde Hıristiyan kültürüyle
karşılaşmanın bir sonucu olarak “nüzul-i Îsâ” inancının İslâm akâidine girmiş
olması kuvvetle muhtemeldir.
Zîra Hz. Îsâ’nın insanların aslî
günahlarını affettirmek için kendini fedâ ettiği ve Tanrının hükümranlığını
kurmak üzere tekrar dünyaya döneceği inancının “Hıristiyanlara ait bir akîde”
olduğu bilinmektedir. Hz. Îsâ’nın nüzûlünü savunanların dayanaklarından
biri olan “bu konuda sahâbe, tâbiin, fıkıh, hadis, tefsir ve kelam
ulemâsının hem fikir oldukları ve bir icmâ bulunduğu” iddiası ise iknâ
edici değildir. Zîra böyle “bir mücerret
icmâ” iddiasıyla, problemler ve bunların yol açtığı şüpheler ortadan
kaldırılamamaktadır. Bir inanç ve düşüncenin yüzyıllarca benimsenmiş
olması, onun doğruluğunu göstermeye yetmez. Dolayısıyla icmâın dayanağını oluşturan “ümmetin
hata üzere birleşmeyeceği düşüncesi” de yeniden gözden geçirilmelidir. Hz.
Îsâ’yı Allah’ın -isterse- göğe çıkartıp tekrar indirebileceğini kabul etmekle
de iş bitmemektedir. Bunun vukû bulacağına dâir elde kesin bir bilginin de
bulunması gerekir.
Konu ile ilgili incelenen rivâyetlerin bu
kesin bilgiyi vermesinin mümkün olmadığı ise görülmektedir. Kur’an-ı
Kerim’de de “nüzulü İsa konusunda” kesin herhangi bir delil yoktur. Bu konuda
Hz. Peygamber’den gelen sahih haberler elbette kabul edilecektir. Ama
gelmemişse hiçbir açıklamanın dikkate alınmaması gerektiği açıktır.
Sonuç olarak, Hz. İsa eceliyle ölmüştür;
cesedi tıpkı diğer insanlar gibi bu dünyada kalmıştır; ruhu ise ruhlar âlemine
yükseltilmiştir. Kıyâmet öncesi tekrar dünyaya gelmesi asla söz konusu
değildir. Bu konuda Hz. Peygamber’e nispet edilen rivâyetler mütevâtir
derecesinde olmayıp “âhad haberlerdir.” Âhad haberler, âyetlere aykırı bilgi
ihtivâ ettiklerinde “hadis olma niteliklerini” kaybeder. Bu rivâyetler, Ehl-i
kitap kanalı ile İslâm’a intikal etmiştir. Dolayısıyla Hz. İsa’nın nüzulü (kıyamete
yakın gökten tekrar yeryüzüne inişi) İslâm’ın genel ilkelerine ve Yüce Allah’ın
koyduğu hem sünnetullaha (Allah’ın kendisi için belirlediği iradi tavra/ yol ve
yönteme/ ahlakî yasalara) hem de adetullaha (kıyâmete kadar evrende sürüp
gidecek olan Yüce Allah’ın koyduğu şaşmaz kanunlara/ hassas ayarlara) tamamen aykırıdır.[1] (09.11.2007)
[1] Ayrıntılı
bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri”
adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 203-207.
Yorumlar
Yorum Gönder