Hz. Âdem ve eşi konuşmayı biliyor muydu? (67)
Hz.
Âdem ve eşi konuşmayı biliyor muydu? (67)
Hz. Âdem, eşi ve çocukları pek tabiidir ki kendi aralarında konuşuyorlardı.
İddiaların aksine kendi aralarında anlaşmak için “bir takım sesler”
çıkartmıyorlardı. Çünkü Allah, Hz. Âdem’e bütün isimleri öğretmişti. Yani
ona, eşine ve zürriyyetine kavramsal düşünme melekesi (eşyaya isim koyma özelliği)
bahşetmişti. Nitekim şu âyet buna işaret etmektedir:
“Ve O, Adem’e her şeyin ismini öğretti, sonra onları meleklerin
önüne koydu ve “dedikleriniz doğruysa haydi bu (şey)lerin isimlerini bana
söyleyin bakalım!” dedi.”[1]
Hz. Âdem’in kendisine öğretilen bu isimleri meleklere haber
vermesi, tabi ki “konuşmak” suretiyle olmuştu. Yani; Hz. Âdem “konuşmayı”
biliyordu. Âyeti birlikte okuyalım:
“O: “Ey Adem, bu (şey)lerin isimlerini onlara bildir!” buyurdu.
(Adem) isimleri onlara bildirince (Allah): “Size, ‘göklerin ve yerin gizli gerçekliğini,
açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız Ben bilirim’ dememiş
miydim?” dedi.”[2]
Allah Teâlâ, Hz. Âdem ve eşine karşı hitap etmişti ve onlar da bu konuşmayı/
hitabı anlamışlardı. Dolayısıyla bu durum, onların “konuşmayı bildiklerinin”
bir başka delilidir. Âyetleri birlikte okuyalım.
“Ve (sonra) ‘Ey Adem’ dedik: Sen ve eşin bu bahçeye yerleşin ve
orada dilediğinizden serbestçe yiyin; ancak bir tek şu ağaca yaklaşmayın ki
zalimlerden olmayasınız.”[3]
“Ve Ey Adem, sen ve eşin, yerleşin bu bahçede; ve yiyin neyi
gönlünüz çekerse; ama sakın şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalim kimselerden
olursunuz!”[4]
“…Bunun üzerine Rableri onlara (şöyle) seslendi: “Ben sizi o
ağaçtan men edip de, ‘şeytan sizin gerçekten apaçık düşmanınızdır’ dememiş
miydim?”[5]
“(Allah): “İnin, (bundan böyle) birbirinize düşman olarak!” dedi,
“yeryüzünde bir süre için konacak bir yurt ve geçiminizi sağlayan şeyler
bulacaksınız. Orada yaşayacak ve öleceksiniz” diye ekledi “ve (kıyamet günü)
oradan diriltilip çıkartılacaksınız!”[6]
“Ve bunun üzerine Adem’e: “Ey Adem!” dedik, “Gerçek şu ki, bu
senin ve eşinin düşmanıdır; öyleyse, dikkat edin, sizi (bu) has bahçeden
çıkarmasın, yoksa mutluluğunu(zu) yitirirsin(iz)!”[7]
Hz. Âdem ile eşi yasak meyveden yedikten sonra hatalarını anlayıp
tövbe ederken cümleler kurmuşlardı, yani; “konuşmuşlardı.” Her ikisi de “bir
takım garip sesler” çıkarmamışlardı; zira onlar kendi aralarında konuşarak
anlaşıyorlardı.
Âyetleri birlikte okuyalım.
“Derken Adem Rabbinden (yol gösterici) sözler aldı. Ve (Allah)
onun tövbesini kabul etti. Çünkü yalnız O’dur tövbeleri kabul eden, rahmet
dağıtan.”[8]
“O ikisi: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik, bizi bağışlamaz
ve bize merhamet etmezsen, hiç şüphesiz, kaybedenlerden olacağız!” dediler.”[9]
Hz. Âdem ile eşinin yetiştirdiği iki erkek çocuğu da
kendi aralarında konuşuyorlardı ve birbirleri çok iyi anlıyorlardı.
Çünkü onlar “bu konuşmayı” Hz. Âdem ile eşinden (yani anne ve babalarından) öğrenmişlerdi.
Âyetleri birlikte okuyalım.
“Ve onlara gerçeği göstermek için Adem’in iki oğlunun kıssasını
anlat, nasıl ikisinin birer kurban sunduklarını ve birinden kabul edildiği
halde diğerinden kabul edilmediğini, (onlardan biri Kabil), “Seni mutlaka
öldüreceğim” demişti.”
(Kardeşi Habil) cevap vermişti: “Unutma ki Allah, yalnız O’na
karşı sorumluluk bilinci duyanların (kurbanı)nı kabul eder. Beni öldürmek için
el uzatsan bile, ben öldürmek için sana el uzatmayacağım. Ben bütün âlemlerin
Rabbi Allah’tan korkarım.
(Beni öldürürsen,) dilerim, hem kendi günah(lar)ını, hem de benim
günahlarımı(n yükünü) yüklenir ve böylece cehennemin yolunu tutarsın! Çünkü
zalimlerin cezası budur.”
Fakat diğerinin ihtirası (nefsânî duyguları, kıskançlığı ve
şeytana uyması) kardeşini öldürmeye sürükledi ve onu öldürdü. Böylece hüsrana
uğrayanlardan oldu.
Bunun üzerine Allah, kardeşinin cesedinin çıplaklığını nasıl
gizleyeceğini ona göstersin diye toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. (Bunu
gören Kabil,) “Eyvah” diye haykırdı, “Yazıklar olsun bana! Ben, bu karganın
yaptığını yapamayacak kadar ve kardeşimin cesedinin çıplaklığını gizleyemeyecek
kadar aciz miyim?” Ve bunun üzerine vicdan azabı ile (derin bir pişmanlıkla)
çarpıldı.” [10]
Görüldüğü üzere Hz. Âdem’in iki oğlu arasında geçen “bu konuşmalar”,
ilk insanların da şimdiki insanlar gibi konuştuklarının en güçlü delilidir.
Diğer taraftan “Adem ile eşinin kendi aralarında
konuştuklarına dair Kur’an’da somut bir delil yok” diyenlerin artık şunu
fark etmeleri gerekir:
“Onlar kendi aralarında konuşmuyor idiyseler bu iki oğulları
konuşmayı kimden ve nasıl öğrenmişlerdi?”
Tabi ki Hz. Âdem ve eşi konuşmayı biliyorlardı ve çocukları da bu
konuşmayı anne ve babasından öğrenmişti. Nitekim bu ayetlerden Hz. Âdem’in
çocuklarının Allah’a, ahirete, hesaba, cezaya, cennete/cehenneme inandıkları, Hz.
Âdem’in peygamber olarak çocuklarına bunları öğrettiği ve bütün bunları da “onlarla konuşarak” yaptığı
rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Eğer Hz. Âdem, bu görevini hakkıyla yapmasaydı, Habil’in kardeşi
Kabil’i uyaran ve hatasından vazgeçirmeye çağıran o konuşmaları yapması söz
konusu olamazdı. Nitekim Hz. Adem, bir peygamber olarak görevini hakkıyla
yapmış, çocuklarına gerekli dini bilgileri öğretmiştir. (Hz. Âdem’in peygamber
olduğunun bir diğer delili ise, Âl-i İmran Suresi’nin 33. ve 34. ayetleridir.
Buraya bakılabilir.)
Kaldı ki Hz. Âdem, bir peygamber olarak görevini hakkıyla yapmasaydı,
cinayeti işleyen oğlunun; “Ben bunları bilmiyordum, haberim yoktu” demesi
mümkün olabilirdi. Ama katil olan Kabil’in böyle bir savunma yapması mümkün
değildir. Zira Kur’an’da bahsedilen o konuşmalar, Kabil’in bütün bunları bildiğini,
Hz. Âdem’in de çocuklarına bunları anlattığını/ tebliğ ettiğini, ahiret günü
hakkında onları bilgilendirdiğini ortaya koymaktadır. Tabi ki, bütün bu eğitim
ve öğretim faaliyetleri “koklaşarak” değil “konuşarak” gerçekleşmişti.
Yüce Allah’ın Kur’an’da bize bildirdiği bu ipuçlarını “akılla” birleştiremeyen
ve doğru değerlendirmeler yapamayanların Hz. Âdem ile eşinin konuşmayı
bilmediklerini, sadece kendi aralarında bir takım sesler (agu gugu vs.)
çıkartarak anlaştıklarını iddia etmeleri, hem gülünç hem de mezkur ayetlerin
açık anlamına aykırıdır. Kaldı ki Hz. Âdem ile eşinin konuşmayı bilmedikleri
iddiası “mitolojik muhtevalı haber ve masallardır.”
Sonuç olarak, yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı üzere, Hz. Âdem
ve eşi “düşünmeyi ve konuşmayı bilen ve sorumluluklarının farkında
olan” iki insandı. Hz. Âdem -(de o dönemdeki diğer peygamberler gibi)- bilgiliydi;
vahiy alıyordu, Allah’ın elçisiydi ve Hz. Cebrail onu eğitiyordu. Dolayısıyla Hz.
Âdem ve eşi, çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmiş, onlara Yüce Allah’ı,
ahireti, iyiliği, kötülüğü, zulmü, sevabı, günahı, cezayı, mükâfatı vs öğretmişlerdi.
Günümüzde bazı Batılı ilim adamlarının iddia ettiği gibi Hz. Âdem ve eşi, kendi
aralarında bir takım sesler çıkartarak, mağara duvarlarına resimler çizerek
anlaşmıyorlardı. Onların kendi aralarında konuştukları “grameri ve kelimeleri
olan” bir dilleri vardı. Hz. Âdem ve eşi, ilk yaratıldıkları anda “ruhlarının
hafıza boyutuna önceden kodlanmış olan bu dili” konuşuyor ve çocuklarına da aynı
dili öğretiyorlardı. (11.04.2008)
Yorumlar
Yorum Gönder