Duhan'ın çıkması kıyametin bir alameti midir? (40)
Duhan'ın çıkması kıyametin bir alameti midir? (40)
Arapça’da “tütmek, dumanı
çıkmak” mânâsındaki (دخن) “da
ha ne” kökünden isim olan (دخان) “duhân”,
“duman” anlamına gelmektedir. “Duhân” kelimesi Kur’ân-ı
Kerim’de iki yerde geçmekte ve “duman” anlamında
kullanılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te ise, “dünyanın sonunda vukû bulacak
bir alâmet” olarak zikredilmektedir. İslâmî literatüre kıyâmetin büyük
alâmetlerinden biri olarak geçen “duhân”a, Kitab-ı Mukaddes’in benzer
anlam ifâde eden pasajlarında rastlanılmış olması dikkat çekicidir.
Kur’an’da kıyâmetin yaklaştığını haber
veren âyetlerin olması, müslümanlar arasında yakın bir gelecekte kıyâmetin
kopacağı, öncesinde de kıyâmet alâmetlerinin zuhûr edeceği inancını doğurmuş,
konuyla ilgili Hz. Peygamber’e nispet edilen rivâyetler de bu inancın
pekişmesini sağlamıştır. Bunların “gaybî rivâyetler” olmaları nedeniyle de bu
konularda bağlayıcı yorum ve tahminlerde bulunulmaktan kaçınılmış, “duhân”ın
zuhûruna inanılması gereken bir “kıyâmet alâmeti” olduğu belirtilmekle
yetinilmiştir.
Ancak bu konuda ortak bir kanaate
ulaşılamamıştır. Nitekim “duhân” ile ilgili başlıca iki yorum mevcut olup
birinci yoruma göre âyette bahsedilen “duhân”, Hz. Peygamber’in duası sonucu
gerçekleşen ve inkârcıları sıkıntıya sokan kıtlık ve kuraklıktır. Mekkeli
müşriklerin kıtlık yıllarında, açlık ve bitkinlikten dolayı ufka baktıklarında
her yeri dumanlı görmeleri sebebiyle bu şekilde bir yorum yapılmıştır.
Diğer yorum ise “kıyâmet alâmetleri”nden
biri olduğuna inanılan “duhân”dır. “Duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olarak algılanmasında
bazı rivâyetlerin etkisi çok büyük olmuştur.
Örnek verecek olursak kaynaklarda geçen şu
rivâyet “duhân”ın nasıl “kıyâmet alâmeti” olarak görüldüğü hakkında bir fikir
verecektir: Huzeyfe b. el-Yemân’dan rivâyet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Kıyâmet alâmetlerinin ilki, “duhân”, Meryem oğlu Îsâ’nın
inmesi ve (Yemen’in şehirlerinden) Aden taraflarından çıkacak bir ateştir ki,
insanları mahşer yerine sevk edecektir.” Huzeyfe: “Ya Rasûlellah, bu ‘duhân’
nedir?” diye sormuş, Hz. Peygamber onun bu sorusuna karşılık olarak duhân
sûresinin 10. âyetini okumuş ve: “(Bu duman) doğu ile batı arasını dolduracak;
kırk gün kırk gece duracak; mü’min nezleye tutulmuş gibi olacak; kâfirler
sarhoş gibi olacak; (bu duman) kâfirlerin burunları, kulakları ve arkalarından
çıkacak” buyurmuşlardır.
Günümüz tefsir araştırmacılarından rahmetli
Abdullah Aydemir, senedinde problemler olan ve değişik tefsirlerde yer alan bu
rivâyetin uydurulduğu ve Hz. Peygamber’e nispet edildiğini ifâde etmiştir. Özetle,
tefsirlerde ve diğer bazı kaynaklarda yer alan ve “kıyâmet alâmetleri”nden
bahseden rivâyetlerin sened ve metin yönünden tenkîde
tâbi tutulmaları gerektiği açıktır. Zîra bu rivâyetlerin, Kur’an-ı
Kerim’deki bazı âyetlerin çok yanlış anlaşılmasına ve yorumlanmasına neden
olduğu görülmektedir.
Şöyle ki, bazı müfessirler âyetleri tefsir
ederlerken bu rivâyetlerin etkisiyle “duhân”ı “kıyâmet alâmeti” olarak
değerlendirmişlerdir. Nitekim gerek meallerde ve gerekse tefsirlerde bu
duruma rastlanılmaktadır. Oysa “duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olduğuna dair delil
olarak ileri sürülen âyetlerde böyle bir husûsa işaret edilmediği görülmektedir.
Duhân sûresinin ilgili âyetleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde “hatasını
anlamamakta ısrar eden bütün günahkârların mâruz kaldıkları bir felâketin
sıkıntılarından Yüce Allah’ın kendilerini kurtarmasını istemeleri, bu azap kısa
bir süreliğine kaldırılınca da tekrar eski hallerine dönmeleri”
anlatılmaktadır. Dolayısıyla bu âyetlerde “kıyâmet alâmetleri”ne işaret
eden açık ve sarih hiç bir ifâde yoktur. Zîra “duhân” “kıyâmet alâmeti” olacak
olsaydı, zuhûr ettiğinde ne günahkârların “azabı kaldır” demelerine
imkân kalırdı ne de “kısa bir süreliğine azabı kaldırırız” cevabı
uygun düşerdi.
Beydâvî (685/1216) de, ortada böyle bir “teklifin,
duanın ve cevabın bulunması” nedeniyle, bunun ne kıyâmetin bir alâmeti ne
de kişinin kendi kıyâmeti olduğunu, çünkü böyle bir durumda artık teklifin
ortadan kalkacağını ve îmânın da geçerli olamayacağını ifâde etmiştir.
Dolayısıyla, burada bahsedilen “duhân” kesinlikle
bir “kıyâmet alâmeti” değildir. Nitekim günümüz Kelam araştırmacılarından İlyas
Çelebi de, âyette belirtilen “duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olduğu neticesini
doğuracak/ destekleyecek mesnedlerin bulunmadığı kanaatindedir.
Süleyman Ateş ise: “Burada ne
kıtlık yıllarına, ne de kıyâmet alâmetlerine işâret vardır. Bunlar sonradan
âyetlere yakıştırılmıştır. Bu, Bedir savaşına işarettir” demiştir. Süleyman
Ateş, “duhân”ı “gelecekte vukû bulacak bazı ilmî keşifler sonucunda insanlığı
yok edecek çeşitli nükleer silahların ve bunların olumsuz etkilerinin bir
işâreti” olarak değerlendirmiştir.
İbn Kuteybe “duhân”ın; “insanı çok
korkutan ve acizliğini hissettiren gökyüzünden gelecek çok büyük felâketler”
anlamına gelen “mecâzî bir ifade” olduğunu söylemiş ve bu görüşünü
Arapların (الشر الغالب) “insanı çaresiz
bırakan felaketler”i, “duhân” diye isimlendirmelerine dayandırmıştır. Bununla
birlikte âyette belirtilen “duhân”ı “insanın hayatını sürdürebileceği en uygun
ortam olan dünyadaki dengelerin bozulmasının bir işâreti” olarak
değerlendirenler de bulunmaktadır.
Kanaatimizce bazı açgözlü insanlar,
dünyanın hassas dengeleriyle oynar, yeryüzünde ve atmosferde “çevre ve hava
kirliliğine” sebep olur, kimyasal, biyolojik veya nükleer silahların kullanılacağı
savaşları tetikler, böylece jeolojik ve ekolojik dengeyi altüst eder, bütün
insanlık âlemi de bu duruma “çıkarları yahut korkuları nedeniyle” ilgisiz,
tepkisiz ve seyirci kalırlarsa, büyük felaketlerin yaşanması, iklimlerin
değişmesi, küresel ısınma ya da soğumaların olması, netice îtibârıyla da
“kıyâmet-i vustâ”nın gerçekleşmesi yani; kitleler halinde insanların ölmesi söz
konusu olabilir. Hayatta kalmayı başarabilenlerin “acizliklerinin farkında
olarak” yapacakları dualarla her şeyin tekrar normale/ eski haline dönmesi “uzun
zaman almakla beraber” mümkün olabilir. Zîra âyetler, Yüce Allah’ın
buyruklarını umursamayan insanlığın kendi yapıp ettikleri negatif davranışlar
sebebiyle, kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmalarının ve kendi kendilerine
zulüm etmelerinin doğal bir sonucu olarak, böyle bir durumla karşı karşıya
kalmalarının her zaman imkân dâhilinde olduğuna işâret etmektedir.
Aynı şekilde Yüce Allah, insanları imtihan
etmek maksadıyla bir takım gök cisimlerinin dünyaya çarpmalarına engel
olmayabilir. Bu durumda “gökyüzünden gelecek böyle büyük bir felaket sonucu”
çarpmanın şiddetiyle atmosferde yoğun bir duman tabakası meydana gelebilir ve
doğal olarak pek çok insan hayatını kaybedebilir.
Sonuç olarak, söz konusu âyette geçen
“duhân”ı “küresel kıyâmet”in bir alâmeti değil, insanların yapıp ettiği “yanlışlar
ve kötülükler” nedeniyle “toplumsal yok oluşların yaşanacağının bir habercisi”
olarak değerlendirmek çok daha mantıklı ve isabetli görünmektedir.[1] (05.10.2007)
[1] Ayrıntılı
bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri”
adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 172-175.
Yorumlar
Yorum Gönder