Deccal'in çıkması kıyametin alameti midir?-2 (42)
Deccal'in çıkması kıyametin alameti midir?-2 (42)
Deccal ilgili isnâd açısından sahih
görülerek Hz. Peygamber’e nispet edilen bazı rivâyetlerde birbirleriyle
bağdaştırılamayacak derecede çelişkiler vardır. Zîra araştırmalar
sonunda bazı rivâyetlerde “sika” olmayan râvîlerin olduğu, bunların şahsî
ictihadlarını metinlere karıştırma ihtimallerinin bulunduğu ve bazı rivâyetlere
de İsrâiliyyât karıştığı” tespit edilmiştir.
Nitekim bir rivâyette Hz. Peygamber
zamanında yaşayan İbn Sayyad’ın “deccâl” olduğu söylenirken, bir başka rivâyette
bir adada zincirlere bağlı bir halde beklediği, bir diğer rivâyette ise,
İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkacağının belirtilmesi, bu tenâkuzlara
verilebilecek örneklerdir. İstanbul fethedildiğine ve tasvir edilen böyle bir
“deccâl” de ortaya çıkmadığına göre bu rivâyetin isnâdında ve metninde problem
olduğu ortadadır.
Ayrıca “deccâl”in şahsına ait özellikleri
açıklayan rivâyetlerde de çelişkiler bulunmaktadır. “Kızıl veya beyaz tenli”, “kısa
boylu veya cüsseli”, “heybetli” şeklinde tanıtılması bunun bir
göstergesidir.
Bunlardan başka, bir taraftan “deccâl”in
ilahlık iddiasında bulunacağı belirtilirken öte yandan alnında “kâfir”
yazısının mevcut olacağı ve herkes tarafından okunacağının ifâde edilmesini
de akılla bağdaştırmak mümkün değildir. Allah’a îmân etmekle
sorumlu tutulan insanoğlunu saptırması için “deccâl”e peygamberlerden çok daha üstün
özellikler verilmesinin hem ilâhî hikmete hem sünnetullah’a yani “Allah’ın kendisi
için belirlediği iradi tavra/ yol ve yönteme” hem de kıyâmete kadar kâinatta
sürüp gidecek âdetullaha (Allah’ın evrende koyduğu yasalara) aykırı olduğu
ortadadır. Zîra böyle bir şeyi “koyduğu kurallara öncelikle kendisi uyan” sorumluluk
sahibi Yüce Allah’ın yapması söz konusu değildir. Dolayısıyla bu rivâyetlere
ihtiyatla yaklaşılması ve “deccâl” ile ilgili yorum yapılırken bütün bu
hususların göz önünde bulundurulması gerekir.
Mûtezilî İmam Kâdı Abdülcebbâr, (ö. 415/1024) “Akla
muhalif bir şey Rasûlullah’a isnâd edilirse, onun böyle bir şey söylemediğine
hükmetmek gerekir. Şâyet söylemişse, başkasından hikâye yoluyla söylemiştir. Bu
takdirde de alınmayabilir. Eğer bu sözün te’vil imkânı varsa te’vil edilir” demektedir.
Buradan hareketle bir kısım İslâm âlimi de senedi sahih “gaybî hadislerde”
geçen ifâdelerin Arap edebiyatının teşbih ve temsil sanatının bir gereği olduğunu
belirterek bunların yorumlanabileceğini ifâde etmişlerdir.
Kelam âlimlerinin çoğunluğu, “deccâl”in
çıkışını mitolojik bir üslupla ifâde eden rivâyetleri yorumlamaya yanaşmazken,
Sünnî kelam ekolünün seçkin sîmalarından Taftazânî, (ö. 793/1390) ilgili
rivâyetleri “zâhirî mânâda anlamayı” mümkün görmekle birlikte,
“deccâl”i “şer ve fesadın yayılması” şeklinde te’vil
etmiştir. Onun “deccâl” kavramına bu şekilde bir yorum getirmesi, çağdaş
âlimlerin de te’vil kapılarını açmalarına ve değişik yorumlar yapmalarına imkân
sağlamıştır.
Nitekim Muhammed Abduh, “deccâl”i “İslâm
dînînin ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün hurafe, yalancılık ve kötülüklerin
sembolü”, Reşid Rızâ, “maddî şehvetlerin ön plana çıkması”, “Yahûdîlerin
gerçekleştireceği şerrin ve inkârcılığın yaygınlık kazanması”, Elmalılı Muhammed
Hamdi Yazır, “Filistin’de Yahûdîler’e devlet kurmak isteyen İngiltere”,
Kâmil Mîras, “küfrü yayan ve cemiyetin nizamına bozan şey”, Muhammed
Esed, “Avrupa Medeniyeti”, Muhammed Selâme Cebr, “şeytan”, Ömer
Rıza Doğrul, “Hz. Îsâ’nın Allah’ın oğlu olduğu iddiâsını seslendiren
Hıristiyanlık akîdelerinin yayılması”, Yusuf Şevki Yavuz, “ulûhiyet
niteliklerine sahip hârikulâde bir insan değil, kötülüğü temsil eden bir tip” şeklinde
yorumlamşlardır.
Kardâvî ise “deccâl”i, “karanlık
batı medeniyeti” şeklinde te’vil edenlerin görüşlerine katılmamış, tevâtür
derecesine ulaşmış sahih hadislerde, “deccâl”in bozgunculuk yapan, tahrik ve
tehdit eden “bir fert, şahıs veya insan” olarak tavsif edildiğini,
dolayısıyla, “kör bir medeniyet” şeklindeki yorumlanmasının
uygun olamayacağını söylemiştir.
Kanaatimizce rivâyetlerin geneline/
bütününe bakıldığında böyle bir yorum yapmanın mümkün olabileceği
anlaşılmaktadır. Nitekim bazen lafızlara bağlı kalmanın “sembollerin gerektiği
şekillerde yorumlanmasına engel teşkil edebildiği ve anlamayı zorlaştırdığı”
vakidir.
Öte yandan burada hatırlatılması gereken
bir diğer nokta da “deccâl”e hizmet edenlerin “şeytanca niyetler taşıyan kötü
insanlar” olduğudur. Yoksa başka bir âlemde/ boyutta yaşayan “cinler” değildir.
Zîra ateşten yaratılan “cinlerin” aslî hüviyetleri ile bu dünyada insanlara
görünemeyecekleri bilinmektedir.
Görüleceği üzere İslâm âlimlerinin
çoğunluğu, isnâd açısından sahih kabul edilen hadis rivayetlerine
dayanarak âhir zamanda “deccâl”in ortaya çıkacağına, insanları saptırmaya
çalışacağına inanmakta ve bu rivâyetleri farklı şekillerde te’vil
etmektedirler. Bu âlimlerin bir kısmı görüşlerini desteklemek
maksadıyla Kur’an-ı Kerim’den deliller bulmaya çalışmışlarsa
da, “deccâl”e işaret ettiği iddia edilen âyetler incelendiğinde ileri
sürdükleri bu tezlerin ilmî dayanaktan yoksun olduğu görülmektedir.
Özetle, Kur’an-ı
Kerim’de “deccâl” ile ilgili hiçbir sarih ifâde bulunmamaktadır. Ancak
bazı hadis rivâyetlerinden çıkartılacak en belirgin hususları da dikkate alarak
“deccâl”i şu şekilde açıklamamız mümkündür:
Kanaatimizce “Deccâl” bir “kıyâmet
alâmeti” olmamakla beraber her zamanda ve her bölgede inkârcılığı yaymaya
çalışan, ahlâkî değerleri yok etmeyi amaçlayan ve her türlü terörist
faaliyetleri destekleyen kimselerdir. Kendi kurdukları düzenin yıkılmasını
istemeyen, bunun için her yolu mübâh gören, şeytana teslim olmuş, kötü niyetli,
negatif düşünceli, açgözlü, ikiyüzlü, bencil ve azgın bütün hakîkat inkârcılarıdır.
Maddî yönden gelişmiş olmaları sebebiyle teknik imkân ve kapasitelerini sürekli
artıran, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri kendi çıkarları için kullanmaktan
çekinmeyen, hiçbir dini, ahlaki ve insani endişe taşımayan ve “ekonomik güçleri” sayesinde mazlumları kısa
sürede etkisiz hâle getirenlerdir. Bu üstün maddî özelliklere sahip olmaları
nedeniyle de çok daha “hızlı” hareket edenlerdir. Dünyevî zevkleri
önceleyen, serveti ve makamı baş tacı eden, doğayı kirleten ve yoksul insanları
dışlayan, hayırlı faaliyetleri engelleyen, her türlü olumsuz bakış açılarını “dünyanın
en ücra köşelerine kadar” iletişim vasıtalarıyla yayarak hedonizmi ve
çıkarcılığı özendirenler ve insanların duygularını istismar edenlerdir. Çirkin
olan şeyleri “güzel”, güzel olan dini, mânevî ve ahlâkî değerleri
ise “çirkin/ kötü gösteren”, bütün bunları yaparken de hiçbir
masraftan kaçınmayan ve gidilmedik çok az yer bırakanlardır.
Sonuç olarak, sembollerle anlatılan
“deccâl” tasvirleri müşahhaslaştırılmadan doğru anlaşılıp yorumlanabilirse,
düşünen ve sorgulayan insanlar için önemli ipuçları içerdiği görülebilir. Bununla
birlikte “deccâl” ile ilgili rivâyetlerin tevâtür derecesine ulaşmaması, mecâzî
mânâlarına yorumlanmalarının da mümkün olması nedeniyle, maddî bir
“deccâl”in varlığına inanmayanlara küfür isnâd etmek de kesinlikle doğru
değildir.[1] (19.10.2007)
[1] Ayrıntılı
bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri”
adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 178-183.
Yorumlar
Yorum Gönder