Büyüklerin Yanında Çocuk Sevilmez Anlayışının Perde Arkası (24)
Büyüklerin Yanında Çocuk Sevilmez Anlayışının Perde Arkası
(24)
Ahmed Bican’ın yazmış olduğu Envâru’l-Âşikîn adlı
eserde “nakildir ki” diyerek aktardığı bir rivâyette; “Hz.
Peygamber’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (61/680) onlar daha küçük
iken dizine oturtup, şefkat ederek sevdiği, Hasan’ı ağzından/ dudağından,
Hüseyin’i de boynundan öptüğü anlatılmaktadır. Bunun üzerine Cebrâil’in
derhal üç şal getirdiği, kara, sarı ve kırmızı renklerdeki bu şalları, Allah’ın
gönderdiğini söylediği ve Hz. Muhammed’e şöyle demesini emrettiği haber
verilmektedir:
“Reva mıdır beni nice seversin ki,
karşumda oğlanlarını öpersin? Benim aşkım onu ister ki, benden gayri nesne
sevmeye. Bu kara donu sen giy, zîra yas donudur. Bu sarı donu Hasan giysin ki,
ağu (zehir) içecektir. Ve kızıl donu Hüseyin giysin ki, şehid olup kanı
bulaşır” dediği nakledilmektedir.[1]
Bu rivâyette anlatılanlarla kıssacı
vaizlerin anlattıkları arasındaki paralellik dikkatleri çekmekte ve
duygusal yanı ağır basan üslup kendini hemen belli etmektedir.
Zîra Yüce Allah’ın böyle bir şey söylemeyeceği gâyet
açık ve nettir.
Nitekim Hz. Peygamber’in vefâtı esnasında
henüz yedi ve sekiz yaşlarında olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i en sevimli
oldukları, sevgiye ve ilgiye en fazla ihtiyaç duydukları bir çağda sevmesi ve
öpmesinden daha doğal ne olabilir! Dolayısıyla, son derece tabii olan “torun
sevgisinin” bu şekilde cezalandırılmasını anlamak güç görünmektedir.
“Büyüklerin yanında çocuk sevilmez” anlayışının arkasında yatan temel sebeplerden bir
tanesi de, bu uydurma rivâyette verilen yanlış mesaj olmalıdır.
Çocukları çok seven ve sevilmesini tavsiye
eden, onların başını okşayıp hayır dua eden, torunu Hz. Hüseyin’i omuzuna
bindirip gezdiren, çocuk ağlaması duyunca cemaate kıldırdığı namazı
kısaltan, sefer dönüşlerinde kendisini karşılayan çocukları bineğine alıp
önüne ve arkasına oturtan, ilk önce olgunlaşan meyveler kendisine
getirildiğinde, bereketli olması için dua ettikten sonra, orada bulunan en
küçük çocuğa vermeyi âdet edinen, savaşlarda çocuklara zarar verilmesini
yasaklayan, kucağına sevmek için aldığı bebeğin elbisesine idrarını yapmasına
kızmayıp su ile temizleyen ve bu durumu hoşgörüyle karşılayan bir
Peygamber’in Allah tarafından böyle azarlandığı ve başına gelecek
felâketlerin önceden ona haber verildiği insanlara aktarılacak olursa, doğal
olarak bu kimseler de, “çocuklarına karşı sevgilerini gizleyecek, büyüklerinin
yanında çocuklarını sevemeyecek ve ayıplanacakları korkusuyla da onları öpemeyeceklerdir.”
Büyüklere saygısızlık olarak değerlendirilen
“böyle sakat bir anlayış”, günümüzde bazı bölgelerde hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Çocuk sevgisini insanın kalbine koyan Yüce Allah,
bu sevginin ölçülü olmasını istemiş ve bunun bir imtihân olduğunu haber vermiştir.
Bu sevgide aşırıya kaçılmadığı ve sevgiler
karıştırılmadığı müddetçe insanı Yüce Allah’tan uzaklaştırması söz konusu
değildir.
Kaldı ki O’na daha da yakınlaştıracağı aşikârdır.
Zîra çocuk ve torun sahibi olmak, insanın Yüce
Allah’ı daha da çok seven bir kul olmasına vesile olabilir. Çocukları kendisine
verenin ve alanın Yüce Allah olduğunu bilen bir kimse Allah Teâlâ’yı daha çok
sevebilir ve bu sevgisini şükrederek daha da derinleştirebilir.
Sonuç olarak, bir insanda meşrû çerçevede
eş, çocuk, makam, mevki, rütbe ve mal sevgisi olmasında herhangi bir sakınca
yoktur. Hz. Peygamber’in sözleri ve uygulamalarıyla bağdaşmayan ve âyetlere
ters düşen bu rivâyet kesinlikle uydurmadır. Bu ve benzeri mevzu hadislere karşı
son derece dikkatli olunmasında yararlar vardır. (15.06.2007)
Yorumlar
Yorum Gönder