Saygı İsteyen Sevgi Göstermeye Mecbur Değil Mahkûmdur!
Bazı kimseler
kendilerinden yaş, unvan veya makam olarak küçük olanlardan kayıtsız şartsız
saygı beklemekte, ama kendilerinin o saygıyı hak edip etmediklerine hiç bakmamakta
ve hiçbir öz eleştiride de bulunmamaktadırlar. Oysa onların bu yaptığı son
derece çirkin ve yanlış bir davranıştır.
Misallerle ne demek
istediğimizi açıklamaya çalışalım.
Örneğin bir öğretmen,
öğrencilerini mezun ettikten sonra da onlardan saygı bekliyorsa, öğrencilerine
karşı her zaman adaletli olmaya, onlara sevgi, şefkat ve merhametle davranmaya,
arayıp sorduklarında veya mesaj attıklarında geri dönüp cevap vermeye,
taleplerini elinden geldiğince yerine getirmeye mahkûmdur. Böyle yapmayan bir
öğretmenin öğrencilerinden saygı beklemeye hiçbir hakkı yoktur ve olamaz. Zira
o öğretmen, yetkilerine güvenerek ve bulunduğu konumdan/ makamdan aldığı güçle
öğrencilerine tepeden bakmış, onları adam yerine koymamış, öğrencileri de
işleri bitinceye kadar ona zoraki saygı göstermiş, ancak mezun olduktan sonra da
o öğretmene büsbütün sırtlarını dönmüşlerdir.
Aynı şekilde bir öğretim
üyesi, yüksek lisans veya doktora yapmasına vesile olduğu araştırma
görevlisinden o öğretim üyesi olduktan sonra da kendisine saygı duymasını istiyorsa
daha ilk başlarda o araştırma görevlisini insan yerine koymaya, onun “kişilik
haklarına/ görüşlerine/ düşüncesine” saygı göstermeye, ona karşı sevgi, şefkat
ve merhametle davranmaya mahkûmdur. Böyle yapmayan bir akademisyenin o
araştırma görevlisinden ilerleyen yıllarda saygı beklemeye hakkı yoktur ve
olamaz. Zira o öğretim üyesi, yetkilerine güvenerek o araştırma görevlisine
zulmetmiş, ona tepeden bakmış, adam yerine koymamış, azarlamış, hakaret etmiş, o
araştırma görevlisi de ona zoraki katlanmış, ancak öğretim üyesi olunca ve
kadroya atanınca zoraki katlandığı hocasına derhal sırtını dönmüş, odasının
kapısını dahi açmamış ve halini hatırını da bir daha sormamıştır.
Yine bir öğretim üyesi,
aynı bilim dalında olması nedeniyle kendisinin yazdığı kitap, makale ve
tebliğleri okuyan, bu nedenle de hocası olduğunu düşündüğü doktora öğrencisinden
o “doktor, yardımcı doçent veya doçent” olduğunda kendisine saygı duymasını istiyorsa,
o genç bu unvanları aldığında onu canı gönülden tebrik etmesini bilmelidir.
Eğer o öğretim üyesi, onun bu unvanları aldığını duyduğu halde tebrik
etmiyorsa, onu görünce sırtını dönüp gidiyorsa, görmezlikten geliyorsa o
takdirde o genç akademisyen “doktor, doçent veya profesör” olduğunda bu kişiye hiçbir
saygı göstermez; kaldı ki böyle bir tavır sergileyen “adamın (!)” da saygı
beklemeye hakkı olamaz. Zira o öğretim üyesi, yetkilerine güvenerek o genç
akademisyeni “doktor, doçent veya profesör” yaptırmamak için epey uğraşmış,
onun görüşlerinden rahatsızlık duymuş, doçentlik jürisinde bulunan bazı kimseleri
arayarak doçent olmasını engellemeye çalışmış, başka illere tayin edilmesini
önlemek için iftiralar atmaktan bile çekinmemiştir. Bu nedenle o araştırmacı, alın
teriyle çalışarak bu unvanları hak ettiğinde, daimi kadroya geçtiğinde kendisine
husumet besleyen ve aleni düşmanlık eden bu ukala kimseyi/ kimseleri adam
yerine koymamış ve onlara da hiçbir saygı duymamıştır. Çünkü bu tür bencil ve
kibirli şahıslar hiçbir saygıyı hak etmemişlerdir. Dolayısıyla tebrik etme
nezaketini göstermeyen, sırtını dönüp giden böyle hoca müsveddelerine hak
ettikleri dersi vermek ancak ilkeli ve onurlu kimselerin yapabileceği bir iştir.
Kaldı ki kendisini dev aynasında gören bu tür kibir abidesi tiplere karşı hak
ettikleri dersi vermek, hadlerini bildirmek ve onları adam yerine koymamak da tevazuun
bir gereğidir.
Sonuç olarak, yaş veya
makamca büyük olanlar kendilerinden daha küçük olanlardan saygı bekliyor
iseler, öncelikle o saygıyı hak edip etmediklerine bakmalı, kendileriyle
yüzleşmeli, saygı beklemeye hakları olup olmadığını sorgulamalı, sonra da
dürüstçe bunun cevabını kendi vicdanlarında vermelidirler. Onlar bu saygıyı hak
etmediklerine kanaat getirmişlerse (bize göre böyle bir kanaate varmaları oldukça
zordur, zira bu tiplerin vicdanı karardığı için özeleştiri yeteneklerini
tamamen kaybetmişlerdir) saygı beklemekten vazgeçip yanlışlarını telafi cihetine
gitmelidirler. Buna da yanaşmıyorlarsa ahirette yaptıklarının sonuçlarına
katlanmaya şimdiden hazır olmalı, “Bu adam, bizi neden insan yerine koymuyor,
sırtını dönüp gidiyor, huysuz ve geçimsiz adam!” gibi cümleler kurmamalı, “yersiz
üzüntülere” kapılmamalı, iftira atmamalı, adım adım böyle bir sonu hazırlayanların
kendileri olduğunu bilmeli ve sızlanmaktan da vazgeçmelidirler. (28.12.2018)
Dr. Öğretim Üyesi Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yorumlar
Yorum Gönder