Neyi Savunduğunu ve Kimin Peşinden Gittiğini Bilmeyen Sefihtir
Günümüzde bazı kimseler,
neyi savunduklarını bilmeden körü körüne her yalan habere inanmakta, üretilen
maksatlı dedikoduları her yerde yaymakta, böylece günahlarının katlanarak artmasına
neden olmaktadırlar ki bu, tam bir sefihliktir. Oysa aklı başında bir mü’min,
kendisine bir haber ulaştığında onun doğruluğunu araştırmak ve ondan sonra
gereğini yapmakla mükelleftir. Âyeti birlikte okuyalım.
“Ey
iman edenler! Size bir fasık (yoldan çıkmış/ günaha batmış/ sefihin biri) bir
haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman
olmamak için o haberin doğruluğunu (etraflıca) araştırın (ciddi ve güvenilir
deliller isteyin).” (Hucurât,
49/6)
Görüldüğü üzere samimi mü’minler
her zaman bu Kur’ânî ilkeyi hatırda tutmak ve bunu hayatlarının merkezine
yerleştirmek zorundadırlar. Ancak ne acıdır ki müslümanların ekserisi sanki
bu âyet hiç nazil olmamış gibi yaşamaya devam etmektedir.
Ne demek istediğimizi
örnekler vererek açıklayalım ki bazı müfteriler ile onlara inanan sefihler
bundan sonra çok daha dikkatli olsunlar ve her yalan haberi sağda solda yaymaktan
vazgeçsinler.
Mesela bir âlim, uzun emek
vererek ulaştığı bir içtihadı/ görüşü/ düşünceyi yazdığı kitabında veya ilmî makalesinde
ortaya koyuyor, kendisinin öyle düşündüğünü sempozyum, panel veya konferansta delilleriyle
açıklıyor. Bütün bu yazdıkları kitaplarda, söyledikleri ise videolarda kayıt
altına alınıyor. Ama birtakım tuhaf adamlar bu görüşten/ fikirden rahatsız
oluyor ve söz konusu âlimi itibarsızlaştırmak ve milletin gözünden düşürmek
için derhal bir karalama kampanyasına girişiyorlar.
Maalesef büyük çoğunluk,
“tezgâhları dağılacak bu müfterilerin/ din bezirgânlarının/ merdiven altı din
tüccarlarının/ şarlatanların/ din alıp din satanların” dolduruşuna geliyor,
maksatlı habere hemen inanıyor, yanlış karar alabiliyor, şeklen müslümana
benzeyen ama ruhen İslâm’dan uzak hayat yaşayan bu aşağılık heriflerin tuzaklarına
düşebiliyor.
Örneğin bir İslâm âlimi, toplumda yaygın,
baskın ve egemen olan “şefaat algısını” eleştiriyor, bunun yanlışlığına
vurgu yapıyor, gerekçelerini maddeler halinde sıralıyor, şefaatin nasıl
anlaşılması gerektiğini delilleriyle ortaya koyuyor ve mü’minleri uyarı
vazifesini yapıyor. Ancak yanlış şefaat anlayışı üzerinden kurdukları ve
insanları sömürdükleri tezgâhlarının dağılacağını fark eden hoca kılıklı
soytarılar derhal harekete geçiyor ve o âlimin içtihadını/ düşüncesini/
görüşünü eleştirmek ve çürütmek bir yana ona hakaret etmeyi tercih
ediyor ve hiç Yüce Allah’tan korkmadan “Adama bak, şefaat yok dedi, şefaati
inkâr etti!” şeklinde bir kara propaganda yürütüyor. Oysa adı geçen âlim, şefaatin
var olduğunu, ama âlimler tarafından yanlış anlaşıldığını, topluma yanlış
anlatıldığını, Kur’ân’da şefaatten bahseden âyetler olduğunu, Hz. Peygamber’in de
bazı sözlerinde şefaati açıkladığını, ancak sahih hadislerin arasına pek
çok uydurma hadisin de girdiğini, bu mevzû hadisler üzerine bina edilen
şefaat anlayışının mü’minlerin din tasavvurlarına çok ciddi zararlar verdiğini
ve bu hatadan dönülmesi gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla bu konuda karar
verecek olanların her iki tarafın söylemlerini iyice araştırmadan alelacele
kara propagandalara inanmamaları ve gerçeğin peşinde olmaları icap eder. Aksi
halde hem yanlış şefaat anlayışı nedeniyle din algıları kirletilir hem de
kendilerini uyaran âlimi itibarsızlaştırdıkları için kul hakkı ihlali nedeniyle
ahiret günü müflislerden olurlar.
Aynı şekilde bir İslâm
âlimi, toplumda yaygın, baskın ve egemen olan “yanlış cin/ şeytan anlayışını”
eleştiriyor, gerekçelerini maddeler halinde sıralıyor, cin/ şeytan konusunun
nasıl anlaşılması gerektiğini delilleriyle ortaya koyuyor ve mü’minleri uyarı
vazifesini yapıyor. Ancak yanlış cin anlayışı üzerinden kurdukları
tezgâhlarının dağılacağını fark eden şarlatanlar derhal harekete geçiyor ve o
âlimin içtihadını/ düşüncesini/ görüşünü eleştirmek ve çürütmek bir yana ona
hakaret etmeyi tercih ediyor ve hiç Yüce Allah’tan korkmadan “Adama bak,
cinler yok dedi, cinleri inkâr etti! Şeytan yok dedi!” şeklinde bir kara
propaganda yürütüyor. Oysa adı geçen âlim, akıl ve sorumluluk sahibi
cinlerin var olduğunu, onların da başka bir evrende imtihan edildiğini,
trilyonlarca ışık yılı uzaklıkta yaşadığını, dünyaya gelebilmeleri ve
insanlarla iletişim kurabilmelerinin imkânsız olduğunu, asırlardır “âlimlerin” cin/ şeytan konusunu
yanlış anlayıp anlattığını, Kur’ân’da cinlerden/ şeytanlardan bahseden âyetler
olduğunu, Hz. Peygamber’in de bazı sözlerinde cinleri/ şeytanları açıkladığını,
ancak sahih hadislerin arasına pek çok uydurma hadisin de girdiğini, bu
mevzû hadisler üzerine bina edilen cin/ şeytan anlayışının mü’minlerin din
tasavvurlarına çok büyük zararlar verdiğini ve bu hatadan dönülmesi
gerektiğini söylüyor. Bu nedenle karar verecek olanların her iki tarafın
söylemlerini iyice araştırmadan alelacele kara propagandalara inanmamaları ve
gerçeğin peşinde olmaları icap eder. Aksi halde hem yanlış cin/ şeytan anlayışı
nedeniyle din algıları kirletilir hem de kendilerini uyaran âlimi
itibarsızlaştırdıkları için kul hakkı ihlali nedeniyle ahiret günü müflislerden
olurlar.
Aynı şekilde bir İslâm
âlimi, toplum tarafından yanlış anlaşılan “kabirde azap” konusunu
eleştiriyor, kabirde azap görüleceği iddiasının yanlışlığına vurgu yapıyor,
gerekçelerini maddeler halinde sıralıyor, kabir azabının nasıl anlaşılması
gerektiğini delilleriyle birlikte ortaya koyuyor ve mü’minleri uyarı vazifesini
yapıyor. Ancak yanlış kabir anlayışı üzerinden kurdukları tezgâhların
dağılacağını fark eden merdiven altı din tüccarları derhal harekete geçiyor ve
o âlimin içtihadını/ düşüncesini/ görüşünü tenkit etmek yerine ona hakaret
etmeyi tercih ediyor ve hiç Yüce Allah’tan korkmadan “Adama bak, kabir azabı
yok dedi, kabirdeki azabı inkâr etti!” şeklinde bir kara propaganda
yürütüyor. Oysa adı geçen âlim, kabir azabının olduğunu, bunun cahiller
tarafından yanlış anlaşıldığını ve anlatıldığını, azabın bedene değil ruha
olacağını, bu azabın tıpkı bir rüya gibi anlaşılması gerektiğini, Kur’ân’da
kabirdeki azaptan bahseden âyetler olmadığını, Hz. Peygamber’in konuyla ilgili
sözlerinin yanlış anlaşılıp aktarıldığını, bu konuda pek çok uydurma hadisin
olduğunu, kabirde azap anlayışının mevzû hadislerin gölgesinde şekillendiğini ve
bunun da mü’minlerin din tasavvurlarına çok büyük zararlar verdiğini ve bu
hatadan dönülmesi gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla karar vericilerin her iki
tarafın söylemlerini iyice araştırmadan alelacele kara propagandalara
inanmamaları ve gerçeğin peşinde olmaları icap eder. Aksi halde hem yanlış “kabirde
azap” anlayışı nedeniyle din algıları kirletilir hem de kendilerini uyaran
âlimi itibarsızlaştırdıkları için kul hakkı ihlali nedeniyle ahiret günü
müflislerden olurlar.
Benzer şekilde bazı
âlimler/ mütefekkirler, toplumsal değişim ve dönüşümün yaşandığı modern zamanlarda
müslümanların İslâm’ı nasıl yaşayacaklarını ve dinlerini nasıl muhafaza
edeceklerini anlatıyor, toplumda gördüğü yanlış din algılarını eleştiriyor,
gerekçelerini maddeler halinde sıralıyor, modern zamanlarda dinin nasıl
anlaşılması gerektiğini delilleriyle birlikte yazıyor/ anlatıyor ve mü’minleri
uyarı vazifesini yapıyor. Ancak geçmişi körü körüne taklit eden/ kutsayan ve
her yeni düşünceyi susturmaya çalışan yobazlar derhal harekete geçiyor ve o
âlimin görüşünü eleştirmek yerine ona hakaret etmeyi tercih ediyor ve hiç Yüce
Allah’tan korkmadan “Adama bak! Modernist! Sapık! Batının uşağı! Modernleşelim
diyor, Batılılaşalım diyor! Zındık! Kâfir!” şeklinde bir yaygara
kopartabiliyor. Oysa adı geçen “geleneğe bağlı ama gelenekçilik yapmayan âlim”,
“Modern dönemlerde İslâm’ı nasıl yaşarız ve dinimizi nasıl muhafaza
ederiz” düşüncesinde olduğunu, Batılılaşmayı/ modernleşmeyi
savunmadığını, bu şartlar altında mutlaka yapılması gerekenler olduğunu, aksi
halde ortaya çıkan yeniliklerin İslâm’a uygun hale getirilmediğinde mü’minlerin
din tasavvurlarının zarar göreceğini, gençlerin ateizme veya deizme
savrulacağını, bu hatadan vazgeçilmesi gerektiğini söylüyor. Bu nedenle karar
vericilerin her iki tarafın söylemlerini iyice araştırmadan alelacele kara
propagandalara inanmamaları ve gerçeğin peşinde olmaları icap eder. Aksi halde modernleşmenin
getirdiği problemlere kayıtsız kalmanın bedelleri ağır olur, doğru çözümler
üretilemediği için hem müslümanların din algıları kirletilir hem de kendilerini
uyaran âlimi itibarsızlaştırdıkları için kul hakkı ihlali nedeniyle ahiret günü
müflislerden olurlar.
Sonuç olarak, ortada bir
iddia varsa her iki tarafı da dinlemeden hüküm vermek son derece yanlıştır. Tarafların
yazdıklarını okumadan, anlamadan etraflıca değerlendirme yapmadan yorum yapmak vebaldir.
Bu bakımdan aklı başında bir mü’min, kendisine ulaşan haberin doğruluğunu
araştırmak, acele karar vermemek ve dolduruşa gelmemek zorundadır. Dolayısıyla
ilk önce bu yalan haberi dolaşıma sokan “mübarek zatın (!!!)/ şeyhinin/
dostlarının/ arkadaşlarının delillerine bakmak, çözümlemeler yapmak, daha sonra
ise suçlanan âlimin delillerini incelemek, Kur’ân ve sünnetin ilkeleri ışığında
kararını vermek, haklının yanında yer almak ve ona destek olmak durumundadır. Müflislerden
olmak istemiyorsa yapması gereken sadece budur. (23.02.2018)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder