Namusuna Emanet Edilen Yetkiyi Kötüyü Kullanmak Kul Hakkı İhlalidir!
Devlet veya özel sektörde
hiyerarşinin olduğu, herkesin kendi uhdesine verilen görev nedeniyle birtakım
yetkiler kullandığı, yetkisinin sınırlarını aşanların veya keyfî olarak
kullananların büyük adaletsizliklerin doğmasına yol açtığı ve böyle bir
hukuksuzluğun da asla kabul edilemeyeceği aklı ve vicdanı olan herkesin ortak
kanaatidir.
Bu ortak kabule rağmen
zaman zaman bazı şahısların büyük adaletsizlikler yaptıkları da mâlumdur. Bir
hukuk devletinde yetkilerini kötüye kullanarak suçsuz insanlara zulmedenlerin
yaptıklarının yanlarına kalmaması ve cezalandırılmaları gerektiği ise açıktır.
Siyasal yönetimin veyahut
kurumlardaki üst düzey görevlilerin bir makama getirerek yetkilendirdiği ve
millete adaletle/ hakkaniyetle hizmet etmesini istediği bir memur, eğer
işine duygularını karıştırır; ideolojisinin, grubunun, hizbinin menfaatlerini
gözetir; kininin, nefretinin veya saplantılarının doğrultusunda karar verirse o
takdirde bu kimseye yaptığının hesabı mutlaka sorulmalıdır. Zira bu bürokratın/
memurun yaptığı haksızlık, hukukun evrensel ilkelerine, dine, ahlâka, fıtrata, vicdana
ve akla aykırıdır.
Elinde hiçbir somut bilgi,
belge ve kanıt olmadan insanlara iftira atanlar, onları itibarsızlaştıranlar, “çamur
at izi kalsın” mantığı ile hareket edenler, “Dur, şunun kulağını bir çekelim
de, bir daha böyle şeyler yazmasın/ konuşmasın!” diyenler, kendilerine
yazık eden ve ahiretlerini de berbat eden zavallılardır.
Kendisine yapılmasını
istemediği bir şeyi başkalarına acımasızca yapanlar, sonra da bu gayr-i meşru
davranışlarından rahatsızlık duymayanlar, “ait olduğu takımın, grubun, hizbin,
mahallenin müntesiplerini” bir süreliğine rahatlatanlar, aslında masum bir
insanı itibarsızlaştırmaya çalıştıkları için büyük bir vebale girmiş, kul hakkı
ihlalinde bulunmuş, itibar suikastı yapmış ve kendi ayaklarına bilerek kurşun
sıkmışlardır.
Zira hem mağdur edilen
şahsın hem de onun yakınlarının/ sevenlerinin bir ömür boyu beddualarını alarak
ahiret günü müflislerden olmayı hak etmişlerdir. Dolayısıyla dindar olduğunu söyleyenlerin
egolarına yenik düşerek böyle haksız kararlar almaları ve birilerine şirin
görünme/ yaranma adına “hukuk cinayetleri işlemeleri” kendileri
açısından oldukça üzüntü verici bir durum ve büyük bir talihsizliktir.
Diğer taraftan
duygularının esiri olan bu müfterilerin attıkları iftiralara hemen inananlar ve
böyle bir fırsatı kollayanlar da, işin hakikatini araştırma zahmetine
katlanmadıkları ve peşin fikirlerinin ve saplantılarının esiri oldukları için çok
büyük bir yanlış yapmışlardır. Zira onlar, atılan iftiralara mal bulmuş mağribi
gibi sarılmış, dedikodu yapmış, “Oh oldu! O da hak ettiydi canım! Ben ona
dememiş miydim! O da çok konuşmasaydı! İyi oldu!” gibi içi boş söylemler/
gerekçeler/ lakırdılar üretmiş, kendi (kara) vicdanlarını rahatlatmış, kabahati
hırsıza değil ev sahibine yüklemiş, her yerde nutuklar atmış, itibar
cellatlarının yanında yer almış, oysa kendi kuyularını kazdıklarının ve
ahiretlerini berbat ettiklerinin ise farkında dahi olmamışlardır.
Maalesef şeklen insana
benzeyen, ancak evrensel hukuk ve ahlâk ilkelerini bir çırpıda yok sayabilen bu
tür sefihler ağlanacak hâllerine hâlâ gülmekte, dönüp kendileriyle yüzleşmek,
yaptıklarına pişman olmak ve Yüce Allah’tan istiğfar dilemek yerine pişkin
pişkin ortalıkta dolaşmaktadırlar. Zulüm ettikleri kişilerden helallik dilemek
ve onlara kaybettirdikleri itibarlarını iade edecek çalışmalar yapmak yerine
pervasızca kendi yanlışlarını savunmaya devam etmektedirler.
Bu itibarla hangi makamda
ve ne tür bir yetki kullanıyor olursa olsun yetkilerinin sınırlarını aşanlar, namuslarına
emanet edilen yetkiyi sorumsuzca kullananlar ve suçu günahı olmayan
insanlara “sırf içtihatlarından/ görüşlerinden/ fikirlerinden/
düşüncelerinden” dolayı zulmedenler kendi iyilikleri için akıllarını
başlarına almak zorundadırlar.
Birilerinin dolduruşuna
gelenler veya geçmişten gelen kin ve nefret duygusuyla karar vererek adaletten
ayrılanlar “ilahî adaletten” kaçamayacaklarını bilmelidirler.
Yüce Allah’ın suçlulara
mühlet vereceğini, ama bu süre zarfında gereken dersi almayanları ise hem bu
dünyada hem de ahirette rezil edeceğini unutmamalıdırlar.
Kendisine emanet edilen
görevi ve bu görev nedeniyle uhdesine tevdi edilen yetkileri kullanırken hiçbir
ilke ve kural tanımayan, kendisine kimsenin hesap sormayacağı “zehabına/
hayaline/ sanrısına/ vehmine” kapılan birisi bütün bu hukuksuzluklarının
hesabının bir gün kendisine sorulacağını aklından çıkarmamalıdır.
Kısaca, yetkilerinin
sınırlarını aşanların veya yetkilerini kötüye kullananların “katillerden,
canilerden, hırsızlardan, üçkâğıtçılardan ve dolandırıcılardan” hiçbir farkları
yoktur. Çünkü onlar da bu tür zavallılar gibi hiçbir hukukî ilke ve kural
tanımamışlardır. Nasıl ki katiller ve hırsızlar insanların canına veya malına
kast etmiş/ zarar vermişlerse, bunlar da aynı şekilde yetkilerini keyfi
kullanıp yanlış kararların altına imza atmış, “ilke/ kanun/ kural/ hukuk”
tanımamış, suçsuz insanların şeref ve haysiyetlerine zarar vermiş, onları itibarsızlaştırmış,
onların onurlarıyla oynamış, ailelerinin üzülmelerine neden olmuş, maddî ve
manevî açıdan mağdur edilmelerine yol açmışlardır.
Sonuç olarak, kendisine
emanet edilen yetkiyi sorumsuzca kullanarak namuslu insanları suçlayanlar “ahlâk,
onur, şahsiyet, haysiyet, karakter, itibar ve şeref” gibi erdemler üzerinde bir
kez daha düşünmeli, unuttukları bu değerleri tekrar hayatlarının merkezine/
gündemlerine almalıdırlar. Bu tür kimseler bulundukları makamın/ paranın/
şöhretin gücünden korkarak kendilerine “zoraki/ yapmacık saygı gösterenlerin”
tavırlarına aldanarak kendilerini “adam” zannetmekten vazgeçmelidirler.
Zira koltuk/ makam/ mevkî elden gittiğinde ya da emekli olduklarında sudan
çıkmış balık gibi olacaklarını, kimsenin dönüp yüzlerine bakmayacağını, selam
bile vermeyeceğini, arayıp sormayacağını akıllarından çıkarmamalıdırlar. Bunlar
eğer hatalarından dönüp zulmettikleri insanlardan özür ve helallik dilemezler
ise hem bu dünyada hem de ahirette Yüce Allah’ın ve meleklerin lanetini hak
edeceklerini bilmeli ve ona göre hâl ve hareketlerine çeki düzen vermelidirler.
(05.01.2018)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder