Müslümanlar İslam’ı Temsil ve Tebliğ Edebiliyor mu?
Günümüz müslümanlarının dünya-ahiret
dengesini yitirdiği, bazılarının sadece belli ibadetleri yaparak cennete
gireceğini zannettiği, dünyayı ihmal ettiği, bazılarının ise dünyanın geçici
zevklerine dalıp ahireti unuttuğu görülmektedir. Dolayısıyla her iki yaklaşım
tarzının da sakat olduğu ve bu tür kimselerin asla İslam’ı temsil ve tebliğ
edemeyecekleri söylenebilir.
Nitekim dünyaya dalan bir
takım tiplerin serbest piyasa mantığıyla fetva aradığı, bazı şarlatanların “müşteri
memnuniyetine göre fetvalar” verdiği, dünyayı ihmal edenlerin ruhbanlığı din
zannettiği, bu tembelleri ve fırsatçıları uyarması gereken İslam âlimlerinin onların
“örgütlü güç olmalarından” korktuğu, çekindiği ve sustuğu bir toplumun
İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Yüzyıllarca önce kendi
dönemlerinin şartlarına göre üretilmiş içtihatların baş tacı edildiği, mezhep
savaşlarının yaşandığı ve din kardeşliğinin ağır yaralar aldığı bir müslüman
toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
“İslam barış dinidir” söyleminin
anlamsızlaştığı, kimsenin buna inanmadığı, çünkü dünyanın birçok yerinde müslümanların
birbirlerinin boğazını sıktığı, birbirlerini tekfir ettiği, her gün müslümanların
yaşadığı coğrafyada bombaların patladığı bir toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi
mümkün değildir.
Fırsat eşitliğinin
olmadığı, adaletin tarumar edildiği, ırkçılığın yaygınlaştığı, adam kayırmanın
arttığı, şuranın devre dışı bırakıldığı bir müslüman toplumun İslam’ı temsil ve
tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Doğru bilgiye, çalışmaya,
üretmeye değerin verilmediği, sosyal adalet ve barışın yeterince önemsenmediği,
insan haklarının ayaklar altına alındığı, her gün cinayetlerin işlendiği bir
müslüman toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Nafile ibadetlere
dalınarak kulluğun ve sosyal sorumlulukların unutulduğu/ ihmal edildiği bir
müslüman toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Dünyadaki sömürüye,
adaletsizliğe, eşitsizliğe, ayrımcılığa, zulme sessiz kalındığı, mazlumlara
yardım elinin uzatılmadığı bir müslüman toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi
mümkün değildir.
Ülkedeki cemaat, tarikat
ve grupların şeffaf ve hesap verebilir olmadığı, kapalı ve kayıt dışı faaliyetlerin
sürdürüldüğü, herkesin kendine kurşun asker yetiştirme ve sayıyı çoğaltma telaşında
olduğu, niteliğin niceliğe feda edildiği, tefrikanın had safhaya ulaştığı bir
müslüman toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Dinin melankoli ve gözyaşı
olarak sunulduğu, Hz. Muhammed’in örnek alınamaz konuma yükseltilip adeta melekleştirildiği,
İslam’ın gizemli ve esrarengiz bir din olarak tasvir edildiği, asılsız kutsallıkların
üretildiği, merdiven altı din tüccarlarının yeni müşteriler bulmak için her gün
“menkıbe üretim merkezlerinde saçma sapan menkıbeler ürettiği” bir müslüman
toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Bilinç, duyarlılık, farkındalık
ve sorumluluk duygusunun yok edildiği, sürekli geçmişe özlemlerin duyulduğu,
bir kurtarıcı bekleyerek vaktin tüketildiği bir müslüman toplumun İslam’ı
temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Müslümanların başına gelen
bela ve musibetlerin “ya Allah’ın gazabı ya da gayri müslimlerin düşmanlığı”
olarak görüldüğü, kaderin yanlış tanıtıldığı, yapılan hataların faturasının
Yüce Allah’a kesildiği, O’na sürekli iftiraların atıldığı bir toplumun İslam’ı
temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Topluma “Sen sadece sözlü
dua et, en etkili ve gizemli duayı bul, onu kabul olunacak saat diliminde oku
ve bütün sıkıntılarından kurtul” anlayışının zerk edildiği, böylesine sakat
bir dua anlayışının yaygınlaştığı, fiili duanın ihmal edildiği bir müslüman
toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir.
Çocukların sordukları
sorulara muknî cevapların verilemediği, körü körüne taklitçiliğin yapıldığı ve
farklı düşünenlerin susturulduğu bir müslüman toplumun İslam’ı temsil ve tebliğ
edebilmesi mümkün değildir.
Sonuç olarak, hak, hukuk, adalet,
düşünce ve ifade özgürlüğü gibi en temel hakların gelişmediği, bilgiye hak
ettiği değerin verilmediği, haklının ve mağdurun yanında olma, iyiliği
destekleyip kötülüğü önleme, insanı insan olduğu için sevme düşüncesinin yok
olmaya yüz tuttuğu, melankoli, menkıbe, gözyaşı, ötekileştirme ve öfkenin yer
aldığı bir din anlatımıyla veya yaşantısıyla bir yere varılabilmesi mümkün
değildir. Bu itibarla dini görünümlü cemaat ve tarikatlar, siyasetten, ticaretten
ve özellikle yaygın din eğitiminden elini çekip kendi asli ve sivil hizmet
alanlarına bir an önce dönmelidir. Kayıt dışılıktan çıkıp şeffaf, hesap
verebilir ve denetlenebilir olmalıdır. Aksi halde FETÖ’ler ve haşhaşiler hem bu
ülkede hem de müslümanların yaşadığı başka coğrafyada hiç bitmeyecek, toplumda var
olan tefrika daha da derinleşecek, İslam kardeşliği derin yaralar alacak, İslam
düşmanları önce ülkeyi ekonomik ve kültürel yönden sömürecek, sonra da işgal/
istila edeceklerdir. Dolayısıyla tüm bu problemleriyle yüzleşmeyen, çareler
üretmeyen, üretilen çarelere kulak tıkayan/ küçümseyen bir müslüman toplumun
İslam’ı temsil ve tebliğ edebilmesi mümkün değildir. (23.11.2018)
Dr. Öğretim Üyesi Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yorumlar
Yorum Gönder