İlahiyat Fakülteleri Tekke/ Dergâh/ Zaviye Değildir
Üniversitelerin bünyesinde
yer alan İlahiyat Fakülteleri bir yüksek eğitim kurumudur. Buralarda görev
yapan akademisyenler ve eğitim gören öğrenciler dinlerini doğru kaynaklardan
öğrenme ve topluma öğretme derdindedir. Ancak İlahiyat Fakülteleri’nden
rahatsız olan merdiven altı din tüccarları, bu kurumlarda görev yapan hocaların
ve eğitim gören öğrencilerin imanlarını sorgulamakta, onları pervasızca suçlamakta
ve sürekli onlar aleyhine dedikodu üretmektedir.
Unutulmamalıdır ki, İlahiyat
Fakülteleri tekke, dergâh, zaviye, dernek veya vakıf değildir ve olmamalıdır.
Buralarda görev yapan akademisyenler şeyh, öğrencileri de mürit değildir ve
olmamalıdır.
Nitekim bu Fakültelere öğrenci
alımı ÖSYM’nin yaptığı sınavlarla gerçekleşmekte, belirli puanları alanlar
kayıt hakkı kazanmakta ve buralarda eğitim/ öğretim görmektedir.
İlahiyat Fakülteleri’nde
görev yapan hocalar, Üniversitelerde çalışma kriterlerini tamamlayanlar
arasından seçilmektedir. Bu akademisyenler farklı görüşlere sahiptirler ve
bunun böyle olması da ilmî zenginlik açısından olmazsa olmazdır. Zira her
birinin bir cemaate/ tarikata mensup olmaları halinde hiçbir ilmi gelişmenin
olmayacağı ve bu öğretim elemanlarının “hasılı tahsil, malumu ilam” edecekleri
açıktır.
İlahiyat Fakülteleri’ndeki
anabilim dallarında görev yapan hocalar bu bilim dallarından birisinde
uzmanlaşmıştır. Diğer bilim dalları ile ilgileri bir İlahiyat mezunu kadar veya
ondan biraz daha fazladır. Bu sebeple bir İlahiyatçının her alanda konuşması,
görüş beyan etmesi isabetli değildir. (Ancak ne acıdır ki, bir Kur’an kursundan
mezun olan, biraz Arapça öğrenen, vakıf kurup etrafına birkaç adam toplayan merdiven
altı din tüccarları, her alanda ve her konuda ahkâm kesmektedir.)
İşte bu nedenledir ki, İlahiyat
Fakülteleri’ndeki görüş zenginliğinin olması, farklı bilim dallarındaki hocaların
değişik bakış açılarını öğrencilerine yansıtmaları/ aktarmaları hem bireylere
hem de topluma faydalıdır. Bu açıdan İlahiyat Fakülteleri’nde tek tipleştirme
yoktur ve olmamalıdır. Fikri çoğulculuk esas olmalı ve bu da asla kaybedilmemelidir.
Oysa cemaat evlerinde ve yurtlarında tek tip adam yetiştirilmekte, farklı
düşünenler derhal dışlanmakta ve buralardan kovulmaktadır.
Bu nedenle “din eğitim ve
öğretimi” asla sivil toplum örgütlerine/ tarikatlara/ cemaatlere bırakılmamalı,
devletin denetimi ve gözetimi altında şeffaf ve hesap verebilir bir şekilde
yapılmalıdır.
Sonuç olarak, İlahiyat Fakülteleri
sağlam dinî bilgilerin üretildiği, kaliteli öğrencilerin/ din adamlarının
yetiştirildiği ve özgür düşüncenin egemen olduğu yerler olmaya mahkûmdur. Buraların
kontrolü asla hiçbir cemaatin, grubun, hizibin veya tarikatın eline bırakılmamalıdır.
İlahiyat Fakülteleri tekke, zaviye veya dergâh olarak görülmemeli,
akademisyenlerin şeyh öğrencilerin de mürit oldukları asla zannedilmemelidir.
(09.11.2018)
Dr. Öğretim Üyesi Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
"devletin denetimi ve gözetimi" öncelikle devletin kendisi şeffaf olmalı ve anayasa içerisindeki hurafelerden kurtulmalı. Mevcut devlet sistematiği içerisinde devletin gözetimi asla kabul edilemez. Devlet haddini bilsin yeter. Hak ve hakikat inhisar altına alınamaz. Devletin müdahil olduğu yerde politikanın kirli emelleri hükümran olur ki tarih buna şahittir. Devletin yapması gereken merdivenaltı tüccarlara da zemin yüzünde alan açmak, yapılan ve konuşulanların umumun muttali olacağı bir şekilde zemin hazırlamaktır. Bu sayede eksik ve yanlış durum, bilgi ve inanışlara fikrî ve ilmî müdaheleler kolay olacaktır.
YanıtlaSil