Din Yorgunluğu/ Din Kirliliği Kavramları Üzerine Bir Değerlendirme!
Bu köşe yazısının yazılış sebebi, bazı
kimselerin son zamanlarda ortaya attığı “din yorgunluğu” ve “din kirliliği” gibi
bazı kavramların “doğru bir tanımlama olmadığını” ortaya koymaktır.
Nitekim bazı kimseler, “müslümanların
büyük kısmının içine düştüğü birtakım yanlışlara/ olumsuzluklara bakarak ortada
ciddi bir “din yorgunluğu/ din kirliliği” olduğunu söylemekte ve kendilerince bazı
çözüm önerileri sunmaktadır.
Kanaatimizce “din
yorgunluğu/ din kirliliği” gibi kavramlaştırmaları “İslâm dini” için kullanmak
doğru değildir. Zira “din yorgunluğu/ din kirliliği” gibi kavramlar isabetli bir
seçim olmamıştır. Çünkü bu tabirlerle kast edilenler ile İslâm’ın doğrudan hiçbir
ilgisi yoktur. Zira yaşanan sorunların nedeni din değildir ki “din
yorgunluğundan” veya “din kirliliğinden” söz edilsin. Mezkûr sorunların
sebebi “din istismarı ve din istismarcılarının yaptıkları”dır.
Oysa bu kavramları işiten insanların
ilk aklına gelen şey “dinin yorgun olduğu/ dinin kirlendiği” gibi bir
düşünce/ izlenim/ algıdır. Oysa din yorulmaz, din kirlenmez, ancak dinin
gereklerini yerine getirmeyen “müslümanlar”ın din algıları yorulabilir veya
zihin dünyaları kirletilebilir. Bu bakımdan “din yorgunluğundan/ din
kirliliğinden” söz edilemez ama müslümanların zihnini kirleten veya onları
yanlış dini bilgilerle istismar eden bazı açgözlü din simsarlarının/ bezirgânlarının
istismarcılığından söz edilebilir.
Bu itibarla “İslâm’ı
istismar eden bazı müslümanların” yaptıklarına bakarak dinden uzaklaşan, dinden
nefret etmeye başlayan veya dinle arasına mesafe koyanları “din yorgunu”
şeklinde nitelemek doğru değildir.
Çünkü “müslümanların
hatalarına bakarak” dinden soğuduğunu söyleyenler ne hikmetse “sonradan görme
zenginlerin yaptıkları birtakım hatalara/ yanlışlara/ rezaletlere/ kepazeliklere
bakarak” paradan soğumamaktadır. Aksine parayı daha çok sevmektedir.
Dolayısıyla burada bir
çifte standart vardır ve dinin kirlendiğini, bu yüzden dinden soğuduğunu
söyleyenler iyi niyetli olmayan ve işin kolayına kaçan, suçluyu başka yerde arayan
kurnaz, hokkabaz, vurdumduymaz ve cahil kimselerdir. Bunların büyük bir yanılgı
içinde oldukları açıktır. Nitekim her fırsatta İslâm’ı suçlu gibi gösterenler
ve hataları ile yüzleşmekten kaçınanlar “sağlıklı düşünme kapasitelerini dumûra
uğrattıkları” için böyle bir sonuca varmışlardır.
Bu bakımdan aklı
başında bir insanın alacağı ölçü/ kriter/ referans, dine uygun yaşamayan hacı,
hoca veya gösterişçi dindarlar değil, Kur’ân ve sahih sünnetin ilkeleridir. Bir
başka ifadeyle model alınması gereken günahkâr ve hatalı müslümanlar değil, Hz.
Muhammed Mustafa’nın örnek yaşam tarzıdır.
Bu itibarla öncelikle
problemin doğru teşhis edilmesi gerekmektedir. Çünkü tarihin her döneminde müslümanlar
arasında bitmek tükenmek bilmeyen kısır tartışmalar, kendi din anlayışını
hakikatin ölçüsü olarak takdim etmeler, buna uymayanlara yönelik ithamlar, ötekileştirmeler,
dışlamalar, tekfirleşmeler, dinin ticarî ve siyasî emellere alet edilmesi gibi yanlış
uygulamalar hep olagelmiştir. Bütün bunlara bakarak dinin yorulduğunu/ dinin
kirlendiğini söylemek ve bunu “din yorgunluğu/ din kirliliği” gibi kavramlarla ifade
etmek isabetli değildir. Zira yorulan veya kirlenen varsa bu din değil, dini
istismar edenlerdir; onların peşine takılan cahil müslümanlardır. Bu adamların
yanlışlarına bakarak dinle araya mesafe koymak ise akıl kârı değildir. Onların
bu ifrat tutumları da başka bir akıl tutulmasıdır.
Diğer taraftan bu
problemlerden kurtulmanın yolu “insanların dinin yakasından düşmesi, kendi
iç çekişme ve tartışmalarında dinin temel kaynaklarının konuşulmaması, dinî
simge, sembol ve kavramların kullanmaması” ise hiç değildir. Zira burada
din istismarcılarına kızılırken “dinin emir ve yasaklarından bahsetmemek
veya daha az bahsetmeyi savunmak” isabetli değildir. Bir yanlışı düzeltmek
için önerilen şey bir başka yanlış olmamalıdır. Bu itibarla hatayı belirleyip
onu ortadan kaldıracak tedbirler almak veya bunları açıkça konuşmak yerine dinden
hiç söz etmemek ve sorunları halının altına süpürmek çare değildir. Bu, gerçek sorunla
yüzleşmekten kaçıştır, suçluyu başka yerde aramaktır, samanlıkta kaybettiği
iğneyi sokak lambasının altında aramaktır.
Dolayısıyla yapılması
gereken gerçeği bütün çıplaklığıyla ve anlaşılır şekilde ortaya koymaktır.
Çünkü doğru ortaya çıkınca yanlışın kaçacak delik arayacağı, hak gelince batılın
zail olacağı açıktır. (İsrâ, 17/81). Dolayısıyla Kur’ân ve sahih sünnetin
ilkeleri bir başka ifadeyle “gerçek din” insanlara en güzel şekilde anlatılırsa
problemler büyük ölçüde azalacaktır. Din bezirgânlarının/ din tüccarlarının/
kendini dinin sahibi gibi gören şarlatanların foyaları meydana çıkacak, aklı
başında insanlar bunlardan uzaklaşacak, böylece “dinin yorulduğu veya dinin
kirlendiği” iddiası da geçerliliğini tamamen yitirecektir. Zira din yorulmaz,
din yorgunluğu olmaz, din kirlenmez. Ancak dinin sırtından geçinenler, dini
kirletmeye çalışanlar iyot gibi ortaya çıkacağı için sapla saman birbirine
karıştırılmaz, böylece insanların daha doğru kararlar vermesine imkân sağlanmış
olur.
Bir başka ifadeyle bozuk
gıda üretenlere kızıp insanları sağlıklı gıdadan uzak tutmak nasıl doğru
değilse cahil müslümanlara kızıp dinî konuların konuşulmasına karşı çıkmak “dini
yorduk, artık susalım” demek de çare değildir.
Sahte ilaç üretenlere
kızıp insanları gerçek ilaçtan uzak tutmak nasıl doğru değilse cahil müslümanların
hatalarına kızıp dinî konularından az bahsetmeyi ya da hiç bahsetmemeyi savunmak
da aynı şekilde doğru değildir.
Bu itibarla “metal
yorgunluğu”ndan veya “bahar yorgunluğu”ndan söz edildiği gibi “din yorgunluğu”ndan
asla söz edilemez. Çünkü din yorgunluğu olmaz, İslâm yorulmaz. Batıda din (Kilise)
yorgunluğundan söz eden düşünürler/ sosyologlar olabilir. Ama İslâm dini
ile Hıristiyanlık bu şekilde asla kıyaslanamaz. Müslümanlar dinleri İslâm hakkında
böyle bir tabiri kullanamaz. Bazı müslümanların dini anlama ve yaşama
problemi var diye “dinin yorgun olduğu/ dinin kirlendiği” iddia edilemez. “Din
yorgunu gençler” olduğu söylenemez. Zira dini yoran, kullanan,
araçsallaştıran adamları ifade edecek bir kavram yerine “dinin yorgun/ dinin
kirli/ dinin sorunlu” gibi gösterilmesi asla doğru değildir. İnsanların
zihnine böyle yanlış bir algıyı yerleştirmek vebali gerektiren bir durumdur.
Nitekim
üretilen kavramlar insanların düşüncelerini etkilemekte ve gidişatları da ona
göre şekillenmektedir. Örneğin Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun dikkat çektiği konu
bu açıdan oldukça önemlidir. Zira Bardakoğlu; “İslâm Tarihi olmaz
müslümanların tarihi olur”, “İslâm Hukuku olmaz müslümanların hukuku/ fıkhı
olur” demektedir. Çünkü “İslâm Tarihi” veya “İslâm Hukuku” denilince
müslümanların yaptıkları hatalar da İslâm’a mal edilmektedir. Bu nedenle “müslümanların
o dönemde ürettikleri İslâm’a aykırı olmayan ictihad/ fıkıh” denilirse sorun ortadan
kalkar ve yanlış anlaşılmalar kısmen önlenebilir. Nitekim bazı müslümanlar “İslâm
Hukuku” denilince “1200 sene öncesinin şartlarında yaşamış müslümanların kendi
dönemleri için ürettikleri ictihadı” İslâm dininin şaşmaz “ilkesi/ emri/ prensibi/
tavsiyesi” zannetmekte, farklı mezhepler birbirini ötekileştirmeye başlamakta,
arkasından mezhep savaşları yaşanmakta, müslümanlar cahilce birbirini kırıp
geçirmekte, bu arada “ictihad kapısının kapandığını” söyleyen zavallılar bile
türeyebilmektedir.
Özetle, “din yorgunluğu” veya
“din kirliliği” gibi tabirler İslâm dini için kullanılamaz. Kanaatimizce bu
kelimeler yerine “din istismarcılığı”, “din istismarcıları” veya “dini
kirletmeye yeltenenler”, “merdiven altı din tüccarları” veya “din bezirgânları”
demek daha doğru olur. Batılıların kendi dinleri için ürettikleri “din
yorgunluğu” tabirini kendi Kiliseleri veya tahrif edilmiş dinleri için kullanmaları
ve bu nitelemenin de onların dinlerini/ Kiliselerini ifade etmesi söz konusu olabilir.
Ama aynı tabiri müslümanların İslâm dini için kullanmaları asla doğru olamaz, zira
İslâm’ın yorgunluğundan/ kirlenmişliğinden/ kirletilmişliğinden söz edilemez.
Çünkü kıyamete kadar geçerli olacak tek ve hak din İslâm’dır ve İslâm’ın yorulması/
kirlenmesi/ kirletilmesi de asla söz konusu değildir. Eğer öyle olsaydı Cemel,
Sıffın, Harre, Kerbela vb. facialar sonrasında ortada din diye bir şey kalmaz, din
yorulur, din kirlenir, din bitkin düşer, din ölür ve din yok olup giderdi. Ama
bugün hâlâ samimi müslümanlar varsa -ki var- bu durum göstermektedir ki, “din
yorgunluğu/ din kirliliği” asla söz konusu olmamıştır ve olamaz. Yorulan ve yok
olmaya mahkûm olanlar din istismarcıları olmuştur, dinin sırtından geçinenler
olmuştur. Kaldı ki kıyamete kadar da bu din simsarları hep olacaktır ama bu
zavallılar ve onların sefih takipçileri de kaybetmekten kurtulamayacaklardır. (27.04.2018)
Dr. Öğretim Üyesi Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yorumlar
Yorum Gönder