Din Görevlilerinin Cin Anlayışı Üzerine Bir Hatıra
3 Haziran 2016 Cuma günü ikindi
namazı sonrası İstanbul’un büyük bir ilçesinde, bir caminin altındaki toplantı
salonunda (katılımcıların tamamının imamlar olduğunun bana ifade edildiği bir
ortamda) ilçe müftüsünün de isteği ve ısrarı üzerine orada bulunanlara “Kur’ân
ve hadislerde geçen cin” kavramını anlatmaya başladım.
“Cin” kelimesinin “çok
anlamlı” olduğunu, bazı âyet ve hadislerde “ateşten
yaratılan ve imtihan edilen akıl sahibi varlık”, “melek”, “görünmeyen”,
“yabancı”, “maharetli usta/ cin gibi adam”, “gözle görülmeyen mikrop/ virüs/
bakteri vs…” gibi çok çeşitli anlamlara geldiğini, âyet ve
hadislerde geçen “cin” terimini görür görmez, siyak ve sibaka dikkat etmeden hemen
“başka bir âlemde imtihan edilen cinler” manasının verilmesinin ve bunda
ısrar edilmesinin doğru olmadığını, aksi halde hatalı sonuçlara ulaşılacağını,
tüm insanlara “cin”ler hakkında güvenilir dinî bilgiler verilemeyeceğini,
câhiliyeden tevarüs eden mesnetsiz bilgilerle meselelere yaklaşılmaya devam
edilmesi halinde cin kavramı üzerinden geçinen sahtekarların eline malzeme/ koz
verileceğini, bunların da insanlara maddî ve manevî zararlar vereceğini, istismar
edilmelerini kolaylaştıracağını, dolayısıyla insanlara sahih dinî bilgiler
vermenin din adamlarının aslî görevi olduğunu söyledim.
Farklı
âyet ve hadislerde geçen “cin” kavramına hangi anlamlar verilmesinin
gerektiğini tek tek örnekler vermek suretiyle açıkladım. Konuşmamın sonunda yaklaşık
yarım saat boyunca müftü ve imamlardan gelen bazı “cılız sorulara” cevap verdim.
Ama itiraf etmeliyim ki, hiçbirisini ikna etmeyi başaramadım. Toplantıda
bulunan imamların çoğunluğu beni dinlemek bile istemedi, ilk kez
karşılaştıkları bu bilgileri duymaya tahammül edemedi, bazıları bana dövmek
ister gibi bazıları alaycı gözlerle ve bazıları da acıyarak baktı.
Toplantı
sonunda dışarı çıkmış, beni getiren araca doğru ilerliyordum ki, otuz beş
yaşlarında aklı başında olduğu konuşmasından ve halinden belli olan, “secdesi
simasına yansımış bir genç” yanıma yaklaştı ve bana ilk kez duyduğu bu bilgiler
nedeniyle çok ama çok teşekkür etti. Kafasındaki bir sürü sorunun cevabını artık
bulduğunu, taşların yerine oturduğunu, meseleyi şimdi çok daha iyi anladığını,
o yüzden gelip teşekkür etmek istediğini söyledi. Tabi ben de içimden “bir
kişiyi ikna etmeyi başarmışız” diye sevinirken o gence; “Siz hangi camide
görev yapıyorsunuz?” diye sordum. O genç; “Hocam, ben imam değilim, bu
ilçedeki filanca katılım bankasının müdürüyüm” dedi. O gencin imam
olduğunu zannetmekle yanıldığımı fark etmiştim, (nitekim daha önce bana katılımcılarının
hepsinin imamlar olduğu yönünde bilgi verilmişti) ama “kafasında enkaz yığını
olmayanlara” bazı şeyleri anlatmanın ve öğretmenin çok daha kolay olduğunu anlamam/
öğrenmem ise beni çok ama çok mutlu etmişti. Bana farklı bir tecrübe
yaşatan o müdüre çok teşekkür ettim ve kucaklaşarak ayrıldık.
Sonuç
olarak, kafasını hem kendi çağının hem de geçmiş çağların zihinsel atıklarıyla
dolduran, “sağlıklı tefekkürün kuralı olan mantığı” devre dışı bırakan, Kur’ân
ve sünneti anlama konusunda hiçbir gayret ortaya koymayan, ama malumat sahibi olmayı/
nakilciliği hocalık zanneden din görevlileriyle bir yere varılmayacağı
aşikardır. En önemli görevlerini savsaklayan, tüm müslümanlara ve bütün insanlığa
doğru, güvenilir ve sağlam dinî bilgiler vermek için akıl teri dökmeyi, uykusuz
kalmayı ve gereken bedel ödemeyi göze alamayan, asırlardır sürdürülen yanlış
din anlayışlarını savunmayı maarifet zanneden “akademisyen/ müftü/ imam/ hoca/
dede/ baba gibi din adamlarıyla” hiçbir yere varılamaz. Bunlar hiç şüphesiz ki,
inatlarını sürdürdükçe, gerçeklere sırtlarını döndükçe, başta kendi
yakınlarının sonra da toplumun diğer kesimlerinin İslâm’dan uzaklaşmalarına, “başka
izm’lere/ ideolojilere/ sapkın yollara” sürüklenmelerine/ kaymalarına sebep olacakları
için ciddi bir vebal altında kalacaklardır. (19.10.2018)
Dr. Öğretim Üyesi Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yorumlar
Yorum Gönder